"Her yazma eylemi, aslında okurun sabrını test etme eylemidir. Çoğu zaman da yazanınkini." – Umberto Eco"

Yazlıkta ki Sessizlik...

Gaziantep, 1994. Bir işadamının mali çöküşünün ve ihanetlerin yarattığı sessiz fırtınanın başlangıcı... Faturaların, çeklerin ve ödenmemiş senetlerin altında ezilen bir adam, güvendiği dostların soğuk bakışlarıyla yüzleşiyor. İnsan bazen hayatının çözülüşünü aniden duymaz, önce küçük bir çatırdı gelir. "Yazlıktaki Sessizlik", bir çöküşün ilk anlarını, iç dünyasındaki uğultuyu ve yaklaşan fırtınayı anlatıyor.

yazı resim

YAZLIKTAKİ SESSİZLİK

Bölüm 1 – Çöküşün İlk Çizgisi
Yıl, 1994.
Gaziantep’in sabah ayazı, sokakları sessizce dolaşırken, ben içimdeki uğultuya yetişemiyordum. İnsan bazen hayatının çözülüşünü bir anda duymaz; önce küçük bir ses gelir. İnce, belli belirsiz bir çatırdı… Duvarın arkasından gelen hafif bir boşluk sesi gibi. O sabah ben o sesi duydum. Belki yıllardır duymuşumdur da anlayamamışımdır, bilmiyorum. Ama o gün farklıydı.
Masamın üzerinde üst üste biriken faturalar, çekler, imzalanmış ama ödenmemiş senetler… Hepsi aynı karanlık hikâyeyi anlatıyordu. Bir de işin daha can acıtan tarafı vardı: Güvendiğim insanların yüzlerindeki o soğuk, yabancı bakışlar.
Bir ihanet, insanın kalbine sessizce çöker. Sesini duymazsın ama ağırlığını taşırsın. Yıllarca dost bildiklerinin, bir günde nasıl sırtını döndüğünü anlamaya çalışırsın. Ben de öyleydim.

O sabah annem aradı:
“Sesin kötü geliyor oğlum… Bir şey mi oldu?”
Ne diyebilirdim ki? “Anne, dünya üzerime doğru yıkılıyor ama ben gülümsemeye çalışıyorum” mu demeliydim?

“Yok anne,” dedim. “Biraz yorgunluk.”

Yalanın bile sesi titrer bazen; benimki titremişti.

Öğleye doğru telefondaki çalmalar artmaya başladı. Alacaklılar, ortaklar, sözde dostlar… Her biri aynı kelimeleri farklı tonda söylüyordu.
“Ne zaman ödenecek?”
“Bir gelişme var mı?”
“Abi iş sıkıştı…”

Sıkışan iş değildi. Ben sıkışıyordum, ben daralıyordum. Bir türlü nefes alamıyordum.

Sonra… O an geldi.
Bir telefon, tek bir cümle:
“Abi, işler bitti. Ortaklık da… Senden habersiz bazı adımlar attık.”

O cümle bir cam kırılması gibi düştü odanın ortasına.
Ben sustum.
Onlar sustu.
Bazen sessizlik, kelimelerden daha acıtır.

Gün biterken eve döndüğümde, ev sessiz, sokaklar sessiz, hatta rüzgâr bile sessizdi. Ama içimde sağır edici bir fırtına kopuyordu. Bir adamın en büyük yenilgisi, herkesin gittiği bir anda ayakta kalmaya çalışmasıdır. Ben o gün ayakta kaldım, ama dengemde bir eğrilik vardı; ömrüm boyunca taşıyacağım bir eğrilik…

Gece uyuyamadım. Tavana bakarken şunu fark ettim:
İnsan, yıkıldığını o an anlamıyor.
Asıl yıkım, ertesi gün başlıyor. Çünkü sabah olduğunda her şey gerçektir.

Ben o sabah gerçeğimle uyandım.

Ve bilmeden, yıllar sonra beni “yazlıktaki o sessiz ana” götürecek yolun ilk taşını o gün adımladım…

Bölüm2-
İnsanın içine Yağan Sessizlik

Çöküşün ilk günleri, insanın ruhuna ağır ağır çöken bir duman gibidir. Ne tam görürsün ne de tamamen kaybolur. Her sabah uyandığında biraz daha içine işler, biraz daha köşelerine siner.
Benim için o günler tam olarak böyle geçti.

Her telefonla irkildiğim, her kapı sesiyle tedirgin olduğum bir zaman… İnsan, bir anda herkese borçlu hale gelmez aslında; birikmiştir o borçlar. Güven borçları, emek borçları, iyi niyet borçları… En kötüsü de, kendine borçlanmaktır.
Ben kendime çok borçlanmıştım.

Bir akşam balkona çıktım. Şehre baktım:
Işıklar yanıyordu, insanlar geçiyordu, hayat akıyordu.
Sanki herkes yolunu bulmuştu, bir tek ben karanlık bir geçidin içinde kaybolmuş gibiydim. O an fark ettim ki, asıl sessizlik dışarıda değil, içimde büyüyordu.

Eşim yanıma geldi.
Yüzüme baktı, bir şey söylemeden sadece elini omzuma koydu.

İnsan bazen konuşulmamış bir cümlede iyileşir.
Onun sessizliği, benim içimdeki çığlığı biraz olsun yatıştırdı.

Ama sabaha doğru yine aynı ağırlık geri geldi.
Kafamın içinde bir soru dönüp duruyordu:
“Bundan sonra ne olacak?”

Her şey bittiğinde bile insanın umut dediği o ince çizgi kalıyor ya…
İşte ben o ince çizgiye tutunuyordum.
Ama çizgi inceldikçe içimdeki gölge büyüyordu.

Bir gün, bütün bu daralmanın içinden çıkmak için evden uzaklaşmam gerektiğini hissettim.
Ne çarşı, ne iş, ne dost sohbeti… Hiçbiri iyi gelmiyordu.

Uzak bir yerde nefes almalıydım.
Kafam boşalmalı, içimdeki kırık ses susmalıydı.

O yüzden, bir sabah erkenden arabaya atlayıp tek başıma yola çıktım.
Nereye gittiğimi bilmiyordum.
Aslında aradığım bir yer değildi; aradığım bir sesti, ya da bir sessizlikti…
İnsanın kendi iç sesiyle baş başa kalabileceği bir köşe.

Yol boyunca radyonun sesi bile rahatsız etti beni.
Kapatıp camı araladım.
Rüzgâr, yüzüme hafifçe vurdu. İlk kez günlerdir nefes aldığımı hissettim.
Ama içimde bir soru daha büyüyordu:

“İnsan kendinden ne kadar kaçabilir?”

Öğleden sonra varacağım o yere doğru ilerlerken, henüz bilmediğim bir şey vardı…

O sessizlik, beni iyileştirecek ilk kapıydı.
Ama aynı sessizlik, yıllardır duymadığım gerçekleri yüzüme söyleyecekti.

O yazlık ev, hayatımda açılacak yeni bir dönemin ilk durağıydı.
Henüz anlamamıştım.
Ama yol beni, bütün kırıntılarımın üzerine oturup yeniden kalktığım o ana doğru götürüyordu.

Bölüm 3 – Yazlığa Varan Yol

Arabayı durdurmadan, yalnızca yolun kıvrımlarına bakarak ilerledim.
Şehrin gürültüsü, arabanın camından dışarıya karışırken yavaş yavaş uzaklaştı.
Bütün hayatımı sıkıştıran o ağırlık, yavaş yavaş hafiflemeye başladı; ama yerini sessizlik aldı. O sessizlik, insanın kendiyle yüzleşmesi için bazen en gerekli karanlıktır.

Yol boyunca aklımdan geçenler birbiriyle çarpışıyordu.
1994’ün acısı, işin kayboluşu, güvenin kırılması…
Hepsi bir bir önümde dizilmişti.
Ve ben, her birine bakarak tekrar tekrar düşündüm: “Beni ben yapan şey, sadece acılar değil; onları nasıl taşıdığım da aynı zamanda benimdir.”

Öğleden sonra, yazlığın olduğu köyün girişine vardım.
Daha önce sadece birkaç kez gelmiştim; o yüzden yolu iyi biliyordum. Ama bu kez farklıydı: İçimde hem korku hem merak vardı.
Kapıdan içeri girdiğimde, her şey sessizlikle karşılandı.
Hatta sanki ev, yıllardır benim gelmemi bekliyormuş gibi görünüyordu.

İçeri adım attım; tahtadan basamaklar gıcırdadı.
Rüzgâr pencereden içeri sızdı ve perdeleri hafifçe oynattı.
Her şey sessizdi. Her şey kendi yerindeydi. Ama içimde bir fırtına hâlâ devam ediyordu.

Bahçeye çıktım.
Toprak kokusu, çam ağaçlarının hafif hışırtısı…
İçimdeki yükü bir nebze olsun hafifletti.
Ama tam anlamıyla sessizliğe kavuşmak için daha çok zamana ihtiyacım vardı.

Bir banka oturdum, yüzümü gökyüzüne çevirdim.
Güneş, hafifçe bulutların arasından süzülüyordu.
Ve o an fark ettim: Sessizlik, yalnızca korkutmaz; aynı zamanda iyileştirir.

Ama hâlâ bir soru vardı:
“Geçmişin ağırlığını tamamen nasıl bırakabilirim”

İşte bu yazlık, bu sessiz bahçe, benim için hem bir sığınak hem de bir sınav olacaktı.
İçimdeki gölgelerle yüzleşecek, kendimle hesaplaşacaktım.
Ve belki, yıllar sonra bu sessizlik bana yeni bir hayatın kapılarını açacaktı.

Bölüm 4 – Sessizliğin İçine Yolculuk
İlk gece…
Yazlık, dışarıdan bakıldığında sakin ve huzurlu görünüyordu; ama içimdeki karmaşa, sessizliği hiç de sakin kılmıyordu.
Odalara adım attıkça, her köşe geçmişin izlerini fısıldıyordu: yılların birikmiş anıları, kırık sözcükler, yarım kalmış gülüşler.
Küçük masanın üzerindeki eski fotoğraflara baktım.
Baba, anne, çocuklar… Her biri başka bir zaman diliminden bana bakıyordu.
Ve ben, yıllardır görmediğim o bakışların ağırlığını bir kez daha hissettim.
Gece ilerledikçe rüzgârın sesiyle birlikte kendi nefesimi duyabildim.
İşte tam da o anda anladım: Sessizlik, insanın kendiyle yüzleştiği en güçlü andır.
Hiç kimse yoktu; yalnızca ben, kendi içim ve yıllardır bastırdığım anılarım.
Kendi geçmişime dokundum.
1994’ün acısı, işin kayboluşu, güvenin kırılması…
Hepsi bir bir önümde dizilmişti.
Ve ben, her birine bakarak tekrar tekrar düşündüm: “Beni ben yapan şey, sadece acılar değil; onları nasıl taşıdığım da aynı zamanda benimdir.”

Zaman ilerledikçe bir fark daha gördüm: Sessizlik yalnızca acıyı artırmaz.
O, aynı zamanda affetmeyi, bırakmayı ve yeniden başlamayı da öğretir.
İçimdeki gölgeler bir nebze olsun hafifledi; ama tamamen kaybolmadılar.
Çünkü gölgeler, insanın gerçek hikâyesinin parçasıdır.
O gece uzun sürdü.
Uykusuz bir geceydi; ama bir yandan da iyileştirici…
Sabahın ilk ışıkları pencereden sızdığında, gözlerimi açtım ve fark ettim ki:
İçimdeki sessizlik, artık korkutucu değil; yol göstericiydi.
O andan itibaren karar verdim:
Bu yazlık, sadece bir kaçış noktası değil; hayatımı yeniden inşa edeceğim yer olacaktı.
Geçmişin yükü hâlâ üzerimdeydi; ama artık onu taşımaktan korkmuyordum.
Her adım, her nefes, beni kendi sessizliğimin derinliklerine doğru götürüyordu.

Bölüm 5 – Yazlıktaki İlk Affediş
Ertesi sabah, güneş hafifçe yazlığın bahçesini ısıtırken, içimde tuhaf bir huzur vardı.
O gece boyunca sessizliğin içinde dolaşmış, geçmişin kırık parçalarını tek tek incelemiştim.
Ve fark ettim ki, her bir kırık parça, aynı zamanda yeniden birleşmeye hazır bir mozaikti.
Çocuklarımın başarıları, eşimin yanında duran sabrı, yıllardır kaybolmuş gibi gördüğüm dostlukların hatıraları…
Hepsi bir araya gelmeye, içimdeki boşlukları doldurmaya hazırdı.
İşte o anda ilk kez kendimi affettim;
Kendi acılarımı, hatalarımı, kırgınlıklarımı…
Ve fark ettim ki, affetmek sadece başkaları için değil, en çok da kendim için bir ihtiyaçmış.
Bahçeye çıktım, yüzümü güneşe çevirdim.
Rüzgâr hafifçe esti, çamların arasında bir uğultu dolaştı.
O uğultuda geçmişin tüm seslerini duydum; ama bu sefer onlarla savaşmak zorunda değildim.
Onları olduğu gibi kabul ettim.
İçimde bir sıcaklık yayıldı; yıllarca biriktirdiğim ağırlık hafifledi.
Artık korkmuyordum.
Çünkü sessizlik, korkutucu değil, iyileştirici olabilirdi.
O yazlık, sadece bir kaçış noktası değil,
Kendi içimde açılan bir kapıydı.
Ve o kapıdan geçtiğimde, hayatın bana sunduğu yeni bir başlangıcın eşiğine adım attım.
O gün anladım ki:
Gerçek affediş, sessizlikle buluştuğunda başlar.
Ve ben, o sessizlikte, kendimle ve geçmişimle barıştım.
Yavaşça gözlerimi kapattım,
İçimde taşıdığım gölgelerin artık yük olmadığını hissettim.
Yıllar sonra, belki de ilk kez, gerçek anlamda huzuru tattım.

Bölüm 6 –
İçsel Dönüşüm ve Yeni Başlangıç
Yıllar sonra bile unutamayacağım o sabah, yazlığın bahçesinde başladı.
Güneş, her zamankinden farklı bir ışıkla süzülüyordu; sanki doğa bile benim içsel dönüşümümü kutluyordu.
İçimdeki gölgeler artık eskisi kadar ağır değildi.
Onlar, bana yol gösteren işaretler haline gelmişti; hatalar, kayıplar, kırgınlıklar… Hepsi birer ders, birer hatırlatıcıydı.
Çocuklarımın başarıları aklıma geldi.
Ayşenur’un kararlılığı, Mustafa’nın sabrı…
Ve eşim Zeynep’in yanımdaki desteği…
Her biri, bana hayatın sadece sınavlardan ibaret olmadığını hatırlattı.
Yazlık, benim için bir dönüm noktasıydı.
Bir kaçış değil, bir buluşma noktasıydı:
Kendi içimle, geçmişimle ve hayallerimle buluştuğum…
Kendi sessizliğimde yolumu bulduğum bir yer.
O gün anladım ki, insanın en büyük sınavı dışarıda değil, kendi içinde başlar ve biter.
Ve insan, kendi iç sessizliğiyle barıştığında, hayat ona yeni bir yol sunar.
Bir adım attım, ardından bir adım daha.
Her nefes, her küçük hareket, yeniden doğmanın simgesiydi.
Artık korkmuyordum; çünkü geçmişin yükünü bırakmış, geleceğe güvenle bakıyordum.
Ve o anda, tüm sessizlikler, tüm kayıplar, tüm acılar anlam kazandı.
Onlar, beni ben yapan parçalar olmuştu.
Bir bütün olarak yeniden var oluyordum.
Yazlıkta, o sessiz akşamın ardından, hayat yeniden başlamıştı.
Ve ben, yıllar boyunca aradığım huzuru, kendi içimde bulmuştum.

Sessizlik, korkutucu değil, iyileştiricidir.
Ve insan, kendi gölgeleriyle yüzleştiğinde, en karanlık anlarda bile ışığı bulabilir.

KİTAP İZLERİ

Parasız Yatılı

Füruzan

Füruzan'ın "Parasız Yatılı"sı: Yarım Asırlık Bir Ağıt ve Direniş Bazı kitaplar vardır, yayımlandıkları anda klasik olurlar. Zamanın getirdiği edebi akımlardan, toplumsal çalkantılardan etkilenmeden, adeta kendi
İncelemeyi Oku

Yorumlar

Başa Dön