İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca, mutluluğa ulaşabilir. -George Orwell |
|
||||||||||
|
Yıl 1999 temmuz … Yaz okulunda bir haber aldım Faik dayım ameliyat olmuştu. Neden di? Ne zaman olmuştu ve sorun neydi bilmiyordum ama ameliyattı, şakası yoktu. Ameliyat başarılı geçmişti. Yaz okulu bitmişti ve artık evdeydim. Bazı gerçekler vardı. Acı gerçeklerdi ve saklanıyordu kimilerimizden. Ben saklananlar arasında değildim, öğrenmiştim. Dayımın bağırsak kanseri olduğunu biliyordum artık. Günden güne erimesine, renginin nasıl değiştiğine şahit oluyordum. Anneannem bizde kalıyordu yatalaktı. Ve dayım her hafta anneannemi ziyarete gelirdi. Ta ki evden çıkamaz duruma gelinceye kadar. O gelememeye başladığı zamanlar ben hep gitmek isterdim ama korkardım yanında ağlamaktan moralini bozmaktan. Ve maalesef ziyaretine sadece bir kere gidebildim. Gözlerinin içine bakarak helallik bile isteyemedim. Sadece kuru bir hakkını helal etle geçiştirildi her şey. 10 ekim 1999 sabah 6:00 Bir telefon çalıyordu. Acıydı ses… belki de verilecek haberin acısıydı telefona akseden… Dayım vefat etmişti. Recep ayının 1. günüydü. Hep üç aylarda vefat etmek istemişti. Ve Allah ona bunu nasip etmişti… ….. Yıl Eylül 2002 Tatile güneydoğu Anadolu gezisine gitmeye karar verdik. Ve Arma Tur ile gezimize Göztepe den başladık. Gezimizde yaş ortalaması 60 gibiydi. Yaş olarak en genci ben gösteriyorlardı. Beden olarak bana taş çıkaran genç kızlarımız ve delikanlılarımız olsa da!... Tur güzel geçi yordu ve ilerliyordu… Batman üzerinden Mardin e gidiyorduk. Ben devamlı otobüsün arka bölümünün şeker ve sakız ihtiyacını karşılamaya çalışıyordum. Batman yollarında bir mola sonrası otobüse binen Zeynep ablaya kahveli sütlü bir şeker uzattım. O ana kadar aramızda geçen ilk teke tek konuşmaydı sanırım. Şekeri aldı ve teşekkür etti. 10 dk yol almıştık ki… Arkadan bir ses - ”Nihal di değil mi ismin?” Dedi -Evet dedim. –“ Bu şeker beni çocukluğuma götürdü. Çocukluğumun şekeri bu nerden buldun” dedi. –“Batmandan aldım ben çok severim” dedim ve kalan bir şekeri de ona verdim ısrarla. Zeynep abla ile ilerleyen günlerde daha samimi ve uzun muhabbetlerimiz oldu. Ben mola verdiğimiz ve kaldığımız her şehirde, köyde kahveli sütlü şeker arasam da tüm aramalarım boşa çıkıyordu. Başka şekeri de Zeynep ablaya beğendiremiyorduk. 6 ekim 2002 İstanbul ‘a dönüş yolculuğu vardı. Aksaray’dan çıkılmıştı. Yemek molası Bolu-Varan tesislerindeydi. Zeynep ablanın yemek yediğini düşünerek tesislerin marketine attım kendimi amacım kahveli sütlü şeker bulmaktı. Markete girdiğimde karşımda elinde gazetesi ve tiryaki olduğu sigarası ile hararetli ve sinirli bir şekilde konuşan Zeynep abla vardı. Ben tüm gizlilik hayallerimin suya düştüğünü düşünerek üzgün bir şekilde şeker reyonuna gittim ve kahveli sütlü şekerleri gördüğümde tüm hüznüm kaybolmuştu. Diğer şehirlerde bulamamanın acısını çıkarırcasına her değişik paketten birer tane aldım. Gözükmeden kasaya ücreti ödeyip otobüsün yanına geldim. Zeynep ablalarda marketten çıkmış otobüsün yanına doğru geliyorlardı. Marketteki sinirli hali beni meraklandırmıştı. - “Markette neye sinirlendiniz hayır ola “dedim. - “Sesim buradan mı duyuldu” dedi. - “Hayır” dedim - “ ee benimi takip ediyorsun yoksa” dedi. Gülümseyerek. - “ Hayır sadece az önce bende marketteydim” dedim. Gazetedeki bir haberden dolayı sinirlendiğini söyledi. Haber şuydu: Yabancı bir ülkede sigara içtiği için kansere yakalanan bir bayan sigara firmasına yüklü bir tazminat davası açmış ve davayı kazanmıştı. Bende - “ee sizde bir dava açın o zaman” dedim şaka ile karışık. - “ Ben kanser olacağımı bilerek içiyorum” dedi. Annesine:- “ Bir sigara verir misin Nihal ile biraz yürüyelim “dedi. - “ Siz sigara içerek olacağınızı biliyorsunuz. Ben sigara içmeden bağırsak kanseri olacağımı düşünüyorum “ dedim. Yüzüme baktı ve” neden” dedi. - “Bağırsak kanseri %100 öldürücü” dedim. - “Bence karaciğer kanseri daha kötü” dedi. - “Hayır” dedim. “Bağırsak kanseri % 100 öldürüyor kurtulan olmuyor” dedim. Yüzümde soğuk ve kendinden emin bir tavır vardı. Arkasından dayımın bağırsak kanserinden 3 sene önce vefat ettiğini söyledim. O anda birkaç saniye sonrasında ancak anlayabileceğim düşünceli ve üzgün bir tavır takındı. Gözlerime bakmıyordu ama yüzüme bakarak: - “Benimde dayım karaciğer kanseri” dedi. “Daha önce hiçbir insanın yüreğini yüreğime bu kadar yakın hissetmemiştim.” Güneydoğu Anadolu gezisine annesinin ve kendisinin biraz olsun İstanbul’daki üzüntülü ve acılı bekleyiş ortamından uzaklaşması için katıldıklarından bahsetti. O konuşmada bir cümle döküldü ağzından “gündüzleri annem ağlıyor onu teselli etmeye çalışıyorum, geceleri de ben ağlıyorum.” Hareket vakti gelmişti. Yüreğime o kadar yakın hissetmiştim ki yüreğini ve üç dört saat içinde ayrılık girecekti aramıza. Otobüs yolculuğu ayrı koltuklarda geçi yordu. Aldığım şekerleri verme zamanıydı. Yüreklerimizdeki hüznü biraz olsun tatlandırmam zamanıydı. Tüm otobüse kahveli sütlü şekerleri dağıttıktan sonra bir tanede Zeynep ablaya vererek yerime geçtim ve asıl sıra Zeynep abla için özel aldığım şeker paketini vermeye gelmişti. Paketi elime aldım ve gözlerinin içine bakarak: - “ Her yediğinizde beni hatırlarsınız, bitince de unutabilirsiniz.” Dedim. - Gözlerime bakarak: “Bana hakaret ediyorsun” dedi. Kalbimden geçen kesinlikle bir hakaret değildi O da biliyordu. Ayrılık vakti gelmişti… İstanbul Anadolu Otoyolu Çamlıca Gişeleri… Otobüsteki herkese Allahaısmarladık dedikten sonra indi. Abisi bekliyordu. Kucaklaştılar ben arkadaki otobüs kapısından onları izliyordum. Bavulları aldılar. Bir an arkaya baktı el salladım. O yanıma geldi ve bir kez daha sarılıp öptü beni. Tekrar geleceğini hiç düşünmemiştim. Ayrılıklar hep bir acı verir gönüllere, eve geldiğimde hala bir acı yoktu. Geldikten birkaç saat sonra kursum vardı ona yetişmek için acele ile eşyaları açmadan hemen giyindim ve kursa gittim. Arkadaşları, ablaları görmek çok güzeldi. On bir gün olmuştu ve özlemiştim herkesi… Herkes bir konu anlatıyordu ben bugün misafir sanatçı gibiydim. Tur boyunca insanlar ile beraber olmama rağmen maalesef kendimi geliştirmek açısından pek bir şey yapamamış olduğumu gördüm. Belki bu eksikleri görmek; Hakan hocanın deyimiyle kör noktamın sızlaya sızlaya kanaması, belki de ayrılığın acısı duygularımı galeyana getirmişti. Gözlerimden yaşlar dökülüyordu. Acı sessizce tebessümlerini bırakıyordu gözlerime… Tüm ders boyu herkesten gizli döküldü yaşlar… ara verildi. Sessizlik yerini hıçkırıklara bırakıverdi ansızın. Kendimi toparlayıp bahçeye arkadaşların yanına gittiğimde bir telefon sesi böldü hüznümü… Zeynep ablaydı arayan. Sesimi duymak istediğini şimdiden özlediğini söylüyordu. Zamanlaması mükemmeldi. Yüreğimdeki hüznümü hissetmişti, yoksa gözyaşları mı mı fark etmişti uzaklardan. Tek önemli olan vardı sesi tüm hüznümü silip götürmüştü uzak diyarlara… Acının sessiz tebessümleri yerini samimi gülücüklere bırakmıştı. Kurs da telefon konuşması sonrası sevincimi fark eden Feride ablayla,biraz Zeynep abladan bahsettik. Kursa çağırmamı ve tanıştırmamı istedi. Ve bir dahaki ders de bende onu kursa davet ettim. Bir konuşma yapacağımı ve gelip beni dinlerse çok memnun olacağımı kursta onu merak eden birkaç kişinin de olduğunu yazan bir mesaj atım. Sonuç olumluydu. Çok heyecanlıydım. 9 ekim 2002 saat 18:00 Zeynep abla kültür merkezindeydi. Onu İstanbul da görmek çok güzeldi. Hal hatır sorduk ve oturduk ders saatini beklemeye. – “Bugün gelememe ihtimalim vardı bir ara” dedi. “Annem bugün dayıma gideceğimizi söyledi. Ve bende bir an sana söz verdiğimi söyleyemedim. Nasıl söylerim diye düşünürken… Anne ben Nihal e söz vermiştim bugün dedim. Annem de:” A iyi, git gel ondan sonra gideriz dayına “dedi. Buna da çok sevinmiştim. Benim yüzümden dayısına gidememiş olması beni üzerdi çünkü. Akşam benim için heyecanlı ama güzel geçti. Yine ayrılık vaktiydi. Ama ilki gibi hüzünlü ve acı değildi. 11 ekim 2002 Sabah interneti açtığımda mailimde Zeynep ablanın yolladığı bir mesaj vardı. “Sevgili KÜÇÜĞÜM Yorucu ve sıkıcı bir gün sonunda sinirli bir şekilde eve gelip,üstüne üstlük çıkarılan kışlık giyeceklerin birazını ütüledikten sonra ve dayımın ve annemin üzüntüsü içinde bilgisayarın başına ancak oturdum.Ama dakikalarım kısıtlı,çünkü yarın gene iş var.Maillerin çokluğunu görünce hala kahveli sütlü şekeri yemediğim için kendimle iftihar ettim.Teşekkürler.Kısmetse daha sonra çok güzel şeyler göndereceğimi düşünüyorum.Bu arada yarın babama gideceğiz.Orda bilgisayar yok.Pazar'a görüşmek üzere.Ailene saygılarımı ilet lütfen. ÖPÜLDÜNÜZ ASKER” şekeri hala yememişti. Yüreğimde bir coşkunluk vardı. Ama yorgun ve sıkkın olduğu beni biraz üzmüştü. Gün güzeldi. Hele de yüreğime dair bir mail aldıktan sonra… saat 22:00 Yüreğimde anlatamadığım ve anlayamadığım bir acı vardı. Kalbimde bir şeyler daralıyordu. Sesler itici geliyordu, sessizlik ise boğucu… Gözlerimden akmaya başlayan damlalar vardı. Ve yine her damlada gönlüme inen bir acı, bir hüzün yüreğimi dağlıyordu. Saatler ilerliyor ne gözyaşım diniyordu ne yüreğimdeki sızı… Aklıma bir anda Zeynep abla geldi. Geceydi ben ağlıyordum. Bir cümle yankılandı kulaklarımda :" Gündüzleri annem ağlıyor, ben de GECELERİ AĞLIYORUM." Yüreğimdeki hüzün bu muydu? Zeynep ablanın yüreğini yüreğimde hissetmeye devamı ediyordum acaba. Anlamalıydım. Saat gece yarısı olmuştu. Bir mesaj attım Uyumuyorsunuz ve ağlamıyorsunuz değil mi GÜZEL GÖZLÜ ABLACIM?" yazan. Bir mesaj yada bir çağrı gelmiyordu. Bu iyiye işaretti tüm hislerim yanlıştı. Yüreğini hissetmemiş olmak bu seferlik mutluluk veriyordu bana. Biliyordum mesaj atmamasının nedeni uyumasıydı. Uyuyordu. Rüyasında beni görmesi için dua ettim ve yattım. İki dakika geçmişti ki bir mesaj geldi telefonuma Zeynep ablaydı. Ve biliyordum ağlamadığını söyleyecekti. Sevinçle mesajı okumaya başladım. Sevincim devam edemedi ama "maalesef ağlıyoruz çünkü dayımı kaybettik. Yaşadığım son acının bu olmasını ve kimsenin böyle acılar yaşamamasını diliyorum." Yazıyordu yazıda. Okuduktan sonraki halim birkaç saat önceki halimden beterdi. Üç yıl bir gün arayla aynı acıyı hissediyordum yüreğimde. Dayımı, Zeynep ablayı, annesini ve dayısını düşünüyordum. Üç yıl önce ve üç yıl sonra geliyordu aklıma üç yıllık boşluk geliyordu hafızama…. 22 ekim 2002 23:00
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © nihal tezcan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |