Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine... |
|
||||||||||
|
Doktora gitmekten nefret ederim.Hastaneye mecbur kaldığım için yolum düştüğü bir gündü. Acil çıkışının sağ tarafındaki dinlenme banklarından birine , külçe gibi yığıldım.Sabahtan,altıda kalkıp, bir saatlik yorucu yolculuktan sonra, aç olarak gelip, kan vermek için sıraya girdim.Beklerken bayılmamak için son gücüme kadar direnmeye çalıştım . Damarı çok zor buldular, kollarım delik deşik oldu. Kan verdiğim de saat 11’ e geliyordu. Sonucu öğleden sonra alabileceğim söylendi. Sevindim. Aynı şeyleri bir daha yaşamaktansa beklemeye razıydım.Dizlerim titreyerek kendimi dışarı attım. Zamanım boldu. Öğle tatili başlamıştı. Yan taraftaki kantinden bir kefir , birde soğuk sandviç alıp yemeye başladım.Bilincim yerine geliyordu,sakinlemiştim. Karşıdaki bankta oturan, genç bir anne adayının , ağlaması dikkatimi çekti.Ben yemeği boğazım düğümlenerek bitirdim, onun göz yaşları hala pınar gibi akıyordu.Daha fazla dayanamadım, yanına gidip, izin almadan oturdum“Af edersiniz ,İçeride hastanız mı var ,siz mi hastasınız” diye sordum.Genç kadın;”Yoğun bakımda annem var.Günlerdir,kendinde değil.Doktorlarda, bir beklentileri kalmadığını söylediler ”Diyerek, hıçkırıklara boğuldu.Teselli etmek için ,usulden sorular sormaya başladım. “Anneniz kaç yaşında” “Elli yedi” “Babanız yok mu” “Beş yıl önce vefat etti” “Eşiniz nerede” “Şırnak’ta Şehit düştü” “Çalışıyor musunuz” “Evet,özel bir şirkette sekreterim” “Çocuğa kim bakacak” “Bilmiyorum” Ne diyeceğimi bilememenin aczi içinde, ona ne zaman isterse gücüm ölçüsünde yardım edeceğimi bildirdim.Benim gitme vaktim geldiğinde, birbirimize telefonlarımızı verip gelişmelerden haberdar etme sözü vererek ayrıldık. Bir hafta sonra annesini kaybettiğini bildirdiğinde, hemen hastaneye koştum. Eş dost cenaze işlemlerini halettik. Ev de yalnız kalmıştı. Üstelik gebelik yedinci ayını bitirmek üzereydi. Her an travmadan dolayı erken doğum olabilirdi. Yalnızlık tehlikeliydi onun için. Akşamları onda kalıyor, gündüzün evime geliyordum. Doğum zamanı geldiğinde şehit eşinin ailesine haber verdik. Geldiler.Tam bir Anadolu insanları. Acılı Babaanne ve Büyükbaba dışarıda ağlayıp gözlerinin yaşını silerek,loğusa odasına girip, bebeği seviyorlardı. Daha önce hiç bu kadar birbirlerine yakın olmamışlar. Gençler evlenip doğuya gitmişler. Eşinin ailesi ile İlişkileri gelişemeden ,ölüm araya girince de, herkes acısını kendisi, yalnız başına çekmiş. Bebek ve ortak acı, onları birbirlerine yaklaştırdı.Zaman içinde , çok sık gidip gelmeye başladılar.Kaybettikleri şehit oğlunun evladı, onlara ikramiye gibi olmuştu. Bir gün beni arayan Zehra; “Abla ben eşimin gömüldüğü yerde ,onun anne ve babasıyla birlikte yaşamak, kızımı da onlarla birlikte büyütmek istiyorum .Benim burada kimsem yok ,o da benim gibi kimsesiz büyümesin diye gitmeye karar verdim” dedi. Kararına saygı duymaktan başka bir şey yapamazdım. Zehra;” abla annemden kalan bu evi , sen alırsan çok sevinirim, hiç olmasa geldiğimde rahatça kalır, anılarımı tazelerim ,yabancıya vermek hiç içimden gelmiyor “dedi.Elimde onun istediği rakam yoktu, ancak banka kredisiyle üstünü tamamladım.Krediyi ödemek içinde evi kiracıya verdim. Zehra giderken bazı hatıra eşyaları ve özel eşyalarını aldı, gerisi zaten annesinden kalan çok eski mobilyalardı” onları bir fakire ver” diye bıraktı., Mobilyaları, belediyenin ikinci el eşya topladığı, birimine telefon ederek göndermek istedim. Telefondaki hanım ,”Ekibin yarın gelip alabileceğini “Söyleyince, çok sevindim. Ertesi gün işçilerin gelip, mobilyaları alması için eve gittim. Beklemeye başladım,geç de olsa geldiler,mobilyaları söküp aşağı indirmeye başladılar.Yatak odası indirildi .Sıra oturma gurubuna gelmişti ki işçiler; “Hanım efendi buraya bakar mısınız? Bu çekyat içinden bir defter düştü “diye beni çağırdılar. Oraya gidince ; Kahverengi deri kaplı kalın bir defteri bana uzattılar. Merak içinde alıp eve geldim. Bu bir günlük gibi gözüküyordu! Sabah saat dörde doğru, defterdekileri bitirdiğimde şok yaşıyordum! Burada okuduklarımı Zehra’ya anlatamazdım. Çünkü annesi, kızının acısına acı katmamak için son beş altı aydır neler yaşadığını ona anlatmadığını günlükte yazmıştı. Zehra’nın düğün telaşı içindeyken vajinal bir kaşıntı başlamış ama ciddiye almamış. Düğün sonrası artan kaşıntı için, operatör bir doktora gitmiş. Devlet hastanesinde ki kalabalıktan sıkılan bayan operatör doktor dışarı çıkınca, onun yerine iki acemi asistanı sıra ile muayene etmiş. Vajinal spekulumu yerleştirmeye çalışırken de ciddi anlamda zarar vermişler.O esnada içeri giren çıkan da belirsizmiş. Kadıncağıza; “bir şeyin yok ,egzama “ deyip göndermişler.Bu muayeneden onuru kırılmış olarak çıkıp,eve geldiğinde, kendini tecavüze uğramış gibi hissetmekteymiş. Sonra, bir umutla cebindeki paraya bakmış. Muayeneye yetecek parasının olduğunu görünce de sevinmiş. “Bir de özel hastaneye gideyim” demiş . Buradaki Prof. Dr. Durumunu ciddi bulup. Biyopsi için genel cerraha göndermiş. O, ise bu iş için 600 TL ücret istemiş. Kadıncağızın bu parayı vermesi imkansızdır. Çünkü kocasından aylık 800TL dul maaşı almaktaymış. Uğradığı haksızlıklara isyanı alev harı gibi içini yakarken, oturmakta da güçlük çekmesi üzerine tuz biber olmuş. Günlüğünde , çok sevdiği eşine mektup yazar gibi olayları anlatıyordu. Bundan sonra bir daha doktora gitmemiş. Damadının şehit edilmesi de araya girince, iyice kendini unutmuş. Bir müddet sonra da kanamalar başlamış. Kızını üzmemek ve tekrar aynı acıları yaşamamak için uzun süre hiçbir şey söylememiş. Kızı durumu fark edip zorla Üniversite hastanesine götürürmüş.Hemen yatışını yapmışlar.Gerisini birlikte yaşadık. Günlerce Zehra’nın annesini ve Zehra’nın yaşadıklarını düşünmekten uykularım kaçtı,İkilemler yaşadım. Bu kadınlara böylesi, büyük acıları yaşatan zülümdarların saygın bireyler olarak toplumda itibar görüyor olması, evlat acısı , gibi içimi yaktı. Ölüm bu topraklarda yaşayan kadınların ikiz kardeşi gibiydi.Sanırım uzun yıllarda böyle kalacak gibi gözüküyor.Çünkü saygın katillerin! Yaptıklarının bedelini ödetecek alt yapı oluşturulamadı.Son teknolojiyi kullananların beyninde insanlığın nüvelerini oluşturamadığımız için de kadının insan olduğunu öğretemiyoruz. Karanlığın sessizliğinden kalkıp, kendime bir kadeh şarap koydum. Pencerenin önündeki koltuğa bedenimi bırakarak, yorgun zihnimi uyutmaya çalıştım. Dışarıda yağan lapa lapa kar sanki tüm kötülüklerin üzerini örtmek istiyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Medine Yıldırım, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |