Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Cumartesi sabah erkenden kalktım. Daha önceden Veysel Üresin ve Durali Elal arkadaşlarım ile anlaşmıştık. Karpas Bölgesi’ne balığa çıkacağız. Veysel Hocam “Haberini aldım. Bölgede çok miktarda kalamar varmış. Hiç boş çekmiyorsun” demişti. Kalktığımda saat sabahın 5’ini gösteriyordu. Hemen hazırlanıp Veysel Hoca’nın evini tuttum. Beni kapıda karşıladı. “Kahvaltı yapıyordum. Gel buyur bir çay içelim” dedi. Çok uzatmadan, küçük bir sohbet eşliğinde acele bir şekilde çayımızı içtik. Hiç beklemeden Durali Hoca’ya gittik. Durali Hoca da evin önündeydi. Balık avlama malzemeleri ile bizi bekliyordu. Çok güzel bir bahçesi vardı. Gitmeden bahçeden portakal ve nar getirdi. Özellikle nar, çok güzel görünüyordu. Cennet meyvesi olarak bildiğimiz bu meyveyi çok severdim. Hiç dayanamadım ve hemen bir tanesini orada yedim. Nar kıpkırmızıydı. Çok nefis bir tadı vardı. Hani bal gibi derler ya işte o cinstendi. Portakallar da henüz yeni yeni sararmaya başlamıştı. Biraz ekşi ama hoş bir tadı vardı. Kalanları koyduk sepete… Hep beraber yola koyulduk. Arabada koyu bir sohbete başlamıştık. Adada gündemde ne varsa konuşuyorduk. Veysel Hocam da, Durali Hocam da bu tür konularda çok donanımlı kişilerdi. Doğrusu çok güzel fikir alış verişi yaptık. Yeşilköy’e geldik. Burada Veysel Hocam evinde kıyafetlerini değiştirdi. Olta takımlarını aldı. Ve araba değişikliği yaparak Erenköy’ün yolunu tuttuk. Marine Gate’i geçtikten hemen sonra balık avlayacağımız bölgeye geldik. Burası kayalık bir bölgeydi. Özellikle bana “Aman hocam dikkat et. Düşeyim falan deme” diye ikazlarda bulunuyorlardı. Belirli aralıklarla yerleştik. Veysel Hocam kalamar avlamak için oltalara yalancı balıkları takmıştı. Nasıl tutulacağı hakkında da bana kısaca bilgi verdi. Yem olarak kullandığımız balığı denize ne kadar uzağa atabilirsek atacaktık. Sonra oltanın makarasını yavaş yavaş çevirip geri çekecektik. Eğer kalamar varsa mutlaka bu yeme takılacaktı. İş kolaydı. Durali Hoca, “Ben, sokan için olta atacağım” dedi. Oltasını ona göre ayarladı. Hamurdan yemi zaten evde hazırlamıştı. Durali başta, ben ortada, Veysel Hocam da benim sol yanımda olacak şekilde durmuştuk. Oltalarımız “Rast gele” diyerek atmaya başlamıştık… Çok geçmedi, henüz bir iki dakika içinde Durali Hoca, kocaman denecek kadar bir sokan balığı yakaladı. “Bakın, bakın” diyordu. Keyiften dört köşe olmuştu. “Böyle giderse akşama kadar denizde sokan bırakmam” diyordu… İyi başladık… Ama maalesef arkası böyle gelmedi… Hele de tek bir tane bile kalamar yakalayamadık. Durali Hoca, arada bir sokan alıyor ve o anlar küçük bir çığlık atarak “Bak bak, kuzuya bak” diyordu. Bu defa sigarasını büyük bir keyifle çekiyordu içine. Mutluluğu her halinden belli oluyordu balık yakaladıkça. Öğleye doğru biz, hala kalamar yakalayamamıştık. Veysel Hoca “Var bunda bir iş. O zaman biz de kefale geçelim” dedi. Oltalarımızı kefale göre ayarladık bu sefer. Yem balıkları çıkarıp, mantara ekmek sararak çoklu oltaları doladık. Ve attık denize… Değişen pek bir şey olmadı. Öğleyi geçmek üzere Durali Hoca, 4 tane kadar sokan yakalamıştı. Biz ise hala sıfır çekmiştik. Bu arada, benim olta birkaç defa dolaşmıştı. Tabii ben acemi olduğumdan çözme işini de beceremiyordum. Veysel Hoca, doğrusu çok sabırlıydı. Hiç kızmadan, sinirlenmeden ve üstelik gülerek sorunu çözüyordu. Acıktığımızı hissediyordum artık. Ekmek, zeytin ve hellim almıştık yanımıza. Ben hemen sepete dalıp çıkardım onları. Zeytin, peynir, ekmek de doğrusu aç karnına süper gitmişti. Karnımız doydu. Veysel Hoca “Yer değiştirelim. Burada bir şey yok” dedi. “Ben, deniz kurumuş hocam” dedim… Az ileride başka bir yere gittik. Bir saat kadar da orada oyalandık. Ama maalesef değişen bir şey olmadı. Sadece, burada da Durali Hoca, bir sokan yakaladı. Biz ise yine sıfırlardaydık. Ben, artık yorulmuştum. Hava da öğleden sonra bozmaya başlamıştı. Güneş gitmiş, yerini hafif bir soğuk ve rüzgâra bırakmıştı. Deniz ufak ufak hırçınlaşmıştı. Veysel Hoca, “Az ilerde kuytu bir yer var. Deniz orada fazla dalgalı olmaz. Orada da bir şansımızı deneyelim” dedi. Ben, gitme taraftarıydım. Ama arkadaşlar, şanslarını orada da denemekten yana tercih edince onlara uymak zorunda kaldım. Gittiğimiz yer, gerçekten kuytu idi. Ama maalesef sonuç değişmedi. Artık hava kızıllaşmaya başladı. Akşam oluyordu. Güneş, batıyordu Karpas’da. Balık tutamamıştık. Ellerimiz boş kalmıştı. Allah’tan Durali Hoca toplam 6 tane sokan almıştı. Tek tesellimiz bu oldu. Ben tadını alamamıştım bu işin. Hiç balık yakalayamayınca demek ki insan böyle üzgün oluyordu. Arabaya atlayıp, dönüş için yola koyulduk. Benzin almak için bir petrolde durduk. Oradaki biri “Hocam, bu gün balık bulamazdınız. Dün, bütün kalamarları temizlediler. Geceden başladılar.” dedi. “Sağlık olsun” diyerek evin yolunu tuttuk. Ama her şeye rağmen güzel ve farklı bir gün yaşamıştık… Çok sevdiğim bir ağabeyim olan Sayın İbrahim Andaş, bu gün için bize şu yorumda bulundu: “Akdeniz’de balık beklemek, susuz topraklarda meyve beklemek demektir. Tarih boyunca Akdeniz’de balık olmadı, olmayacak. Çünkü Akdeniz, denizlerin çölüdür.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |