Tanrı insanı yarattı, insan da sanat yapıtını. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Kalabalık gizleyiciydi... Gözden kaçırmamalıydı... Henüz tanışmamış, bir çift laf dahi edememişlerdi. Adını, sanını, ikametgahını dahi bilmediği bu bayanı gözden kaçırdığında, bir daha göremeyebilirdi. O kadar insanın içinde sadece kendisine ‘gel’ demişti... Bir çoğuna göre yakışıklı olduğunu biliyordu. Yine de kalabalıkta fark edilmek okşayıcıydı. Başkalarına hiç bakmamış, incelememiş, gözlerini kendisine sabitle-yerek yaklaşmıştı... Kendisini hedeflemişti... Bir başkasını değil... Başkalarıyla kendisini veya kendisini başkalarıyla kıyaslamamıştı... Hem buna zaman ve mekan da uygun değildi... O, çok hızlı yaklaşmıştı... Sözsel ve mimiksel sinyalleri hızını kesmeden verip uzaklaşmıştı. Önceden tanışıyorlar mıydı yoksa?... Öyle olsa bile loş aydınlıkta ve kalabalıkta nasıl fark etmişti?... Bulundukları sokağın köşesinden dönüşünü alan kadının peşisıra kendi de döndü... Kadın, kaldırımı üç beş adım arşınladıktan sonra, caddenin karşı kaldırımına geçti. Bir başka sokağa girdi. Özdal’da aynı sokağa daldı. Sokağın her iki yanı, iki-üç katlı evlerle sıralıydı. Olabildiğince sessizliği yaşayan ve yaşatan parke taşlarıyla döşeli sokaklardan biri... Sokak lambalarından yayılan sönük ve yorgun ışıklar kadına egzotik bir hava veriyordu. Kadının yürüyüşünde narinlik izlenmese de, çekici bir bedeni sunuyordu dışsal görüntüsü... Kadının ayakkabı topuklarından çıkan "Tıık!.. Tık!... Tıık!..." seslerine; Özdal’ın sahte japon köselesi tabanlı ayakkabılarından çıkan, "Taak!... Takk!... Taak!.." sesleri yanıt veriyordu. Bir müzik parçasının iki enstrümanı ya da iki ozanın aşık atışması gibiydi bu sesler. Yolun bozuk kesimlerinde daha bir kalınlaşan sesler... Gecenin karanlık sokağı, bu sesleri özenle kucaklıyor, içine alıyor, hazmediyor ve akordunu yapıp, akis veriyordu… Sokak, geçiş hakkı tanıdığı iki insanla konuşmak, gecenin hüznünü paylaşmak istiyor gibiydi. Sokakta kimsecikler görünmüyordu; takip edilmesini isteyen kadın ile takip edilmesi istenen (ve takip eden) Özdal dışında. "Tıık!.. Tık!... Tıık!..." "Taak!... Takk!... Taak!.." sesleri dışında, sessizlik hakimdi... Kadının daha da hızlandığı ayak seslerinden bile anlaşılıyordu. "TıkTıkTIk! TıkTIkTık!..." Özdal’da, ayak uydurdu bu hıza. "TakTakTak! TakTakTak!... "Tık Ik Tk!.." "Tak Ak Tk!.." Özdal’ın solumaları da eklenmişti ayakkabılarından çıkan kalın seslere... "TakHuh! TakHoh Tk Offf!.." Bu hız ve koşuşturma nedendi?... Artık sonlanması gerekmez miydi?... Özdal’a göre sonlanması gerekiyordu. Takip etmekte olduğu kadını da uyarmalıydı. Seslendi. "Bekler misiniz!?..." Kadın, yürüyüşünü sonlandırmadan, başını doksan derece çevirdi. Eliyle, "gel" işareti yaptı… Kadınla ilk yüzleşmesinden önce yürümeye dermanı kalmamışken, kadının daveti kendisine azımsanmayacak bir enerji vermişti. Ama bu suni enerjide bitmişti. Burnundan ve arkasından soluyordu. Unuttuğu açlığı olanca şiddetiyle yeniden geri dönmüştü hem. Kadının bulunduğu taraftan esen yel, ten kokusuyla karışık parfüm kokusunu burnuna üfledi. Ağır ama çekici, cinselliği çağrıştıran ve uyaran bir kokuydu. Çekti... Çekti... Çekti... İçi bir hoş olmuştu. Güç gelmişti. Artık açlığını, acısız hissediyordu. Önüne şu an hangi yemeği koyarlarsa koysunlar ikinci planda kalacaktı. Kokuyu barındıran nesne öncelik kazanmıştı... Takip ettiği kadınla kapalı bir mekanı paylaştıklarını hayal etti. Çırılçıplak uzandıklarını... Görünümü, kokusu teninin bir zar kadar ince ve hassas olduğu duygusunu veriyordu. Böyle bir yapıya sahip olan kadının kemikleri de ince ve yumuşak olmaz mıydı?... Kadının omzunu; kemiğiyle temas edinceye değin, kanatırcasına dişlediğini hayal etti. Kuru ağzı sulanmıştı. Ağız suyunun aktığı hissiyle, elinin tersini dudak kenarlarına götürdü. Ama yaşlık yoktu. Akıntı hissi kendi kuruntusuydu... Kemik kemiren bir köpeğin görüntüsü canlanınca gözlerinde, özeleştiri yapmaya başladı.... 'Saçmalama!' dedi... Mide açlığıyla, cinsel açlığı birbirinden ayrıydı. Alanları birbiriyle karıştırmamalıydı. Güdüleri açlık merkezli; saçma sapan salgı, duygu ve düşünce üretiyordu. Zihninden geçen saçma düşünceleri onaylamadıkça, benliği kabul etmedikçe bir zararı olmazdı. Lise dönemindeki psikoloji hocasının, sürekli verdiği bir örneği anımsamıştı. Yinelemelerle kafasına kazınan bir sözdü. Gerekli olan bir zaman ve mekanda anımsamıştı yeniden... Bu teoriyi, bir kitaptan okumuştu. Kitabın ismini ve yazarını anımsamıyordu, önemlide değildi. Felsefi tartışmaların zamanı değildi. Yaşamakta olduğu zaman ve mekana dönmeliydi... Ya kadın, ‘avucunu yala’ derse...? Öyle yağma yoktu. Bu kadar yolu yorgun bacaklarla, aç mideyle yürümüşken, dili bir karış dışarıdayken köpek muamelesine uğramayı kabul etmeyecekti... ‘Gel!’ davetinden, eli boş dönmenin ağırlığını taşıyabilecek kadar gücü kalmamıştı. Soyunmazsa, zorla soyacaktı... Buna cesaret edebilir miydi?... Yanıtlamadı… Bu arada, kadın sokaktan sokağa geçerken, sokakları ardı ardına kovalarken, Özdal; onu ve dolayısıyla sokakları kovalıyordu. Geçtiği sokaklar ise Özdal’ı... İlk ıssız sokaktan sonra geçtiği tüm sokaklar birbirinin aynı gibiydiler. Ardında bıraktığı sokaklar sanki sürekli yineleniyor, aynı yerleri bir çok kez arşınlamış gibi geliyordu… Bir sokağın daha sonuna yaklaşıyorlardı. Kadının, her sokağı dönüşü anında oluşan; ‘gözden kaybetme’ korkusu, kalbinin vuruş ritimlerini yükseltiyordu. Bu endişeyi duymamak için daha çok yaklaşmalıydı. Ne kadar çok yakınlaşırsa ona; o kadar uzaklaşacaktı kalp çarpıntıla-rından... Adımlarını biraz daha hızlandırdı. Köşeyi döndüğünde kadınla arasındaki mesafenin üç-dört adımlık kadar kaldığını gördü. Kesik kesik duyulan soluklarını, onun ensesine hissettirmesine ramak kalmıştı... Yakın sokakların birinden gelen, "Booozaaaaaaa!!!... Booozaaaaaaa!!!" bağırtısı kulaklarında çınla-dı... Lanet okudu, bozacıya ve çıkardığı sese... Aslında bozacıları çok severdi; sattıkları bozadan dolayı. Her anımsadığında ekşimtırak tadını damağında hissederdi… Bozaya olan bu nefreti, son zamanlarda altlara ittiği taze bir anısını çağrıştırmasından kaynaklanıyordu. Bir haftalığına Bursa’ya ziyarete gitmişti. Annesinin, ikinci evliliğinden sonraki bir zamandı. Her gece yarısı üvey babasının; bozacıyı çağırarak birkaç kadehi annesiyle birlikte devirmesi sonrası, annesinin, ‘Özdal duyacak!... Yeter!... Her gün her gün olur mu?’ yalvarmalarına karşın neredeyse zorla gerçekleştirdiği cinsel birleşme esnasında, soluksuz kalan astımlı hastalar gibi çıkardıkları sesler ile karyolanın paslı yaylarından çıkan kulak tırmalayıcı gıcırtılar, uyuyor görüntüsüyle uyanık kaldığı yatak odasına kadar gelen iğrenç seslerdi... "Booozaaaaaaa!!!... Booozaaaaaaa!!!" bağırtıları o iğrenç sesleri de var etmişti kulağında. "Pooof! Pooof!!! Pooof!... Gıcırt!... Gıc!... Gıcı!..." Üvey babasının; annesine bir anlamda zorla tecavüzü esnasında, onlardan ve bulundukları karyoladan çıkan, ‘Pof! Hoh!... Huh!... Pooof!!! Puf!... Gıcırt!... Gıc!... Gıcı!!!..’ sesleriyle, şu an duyduğu sesler; kulaklarında varolan karma, ilintisiz seslerle uyuma geçmiş, uyumlu notalara dökülmüş gibiydi. Kadının ayakkabılarından çıkan; ‘TıkTıkTIk!...’ lar... Özdal’ın ayakkabı ve solumaların dan çıkan, ‘TakTakTak!.. TakHuh! TakHoh Tk Offf!...’ lar... Bozacıdan çıkan "Booozaaaaaaa!!!... Booozaaaaaaa!!!..." lar… Bozuk sokak lambalarından çıkan ‘Vıjjjjjjj!!!’ sesleri... Uzaktan gelen köpek havlamaları... Sokak; artık ayakkabı seslerinden daha fazlasını barındırıyordu... Tümü yankılanıyordu Özdal’ın ve kadının kulaklarında; ‘TıkTıkTIk!... TakTakTak!.. TakHuh! TakHoh! Tk Offf!... Booozaaaaaaa!!!... Booozaaaaaaa!!!... Pof! Pooof!!! Puf!... Gıcırt!... Gıc!... Gıcı!!!.. Vıjjjjjjj!!! Hav! Hav! Havvvv!!!..." Sokak, sesleri tümüyle aksettirmekte zorlanıyordu. Kısaltmalara geçti; "Boza! Gıcır! Off! Hav! Tak! Pof! Huh! Tık! Poff! Gıc! Vıjj! Gıcırt!! Hav!... Bozofav Gıcırtak Huhvıj Pofhav Tıkof !... Botatık Havcır Favhav!.. " Her şeye rağmen canı çekmişti, bozayı... Acaba takip ettiği kadında boza sever miydi?... Seviyorsa, sokakta birer kadeh içme teklifinde bulunmasına ne derdi?... Teklifini kabul ederse, bozaların parasını öder miydi?... Boza, cinsel isteği kamçılayıcı özellik de barındırıyordu. Boza içmelerinin bu yönden de yararı olacaktı. Arzu ettiği olasılık gerçekleşirse; gacır gucur ses çıkaran bir karyola üzerinde bile cinsel birleşmeye razıydı. Üvey babası ile annesinin cinsel birleşmeleri esnasında karyoladan çıkan ve kulağından silinmemiş sesler rahatsızlık vermiş olsa da, bu kez benzer seslere alışacak, belki de müzik sesi gibi algılayacaktı... "Bayan!... Boza sever misiniz?..." sözcükleri istem dışı döküldü ağzından... Sokağın ortasında yürümekte olan kadın, aniden durdu... Geri döndü. İşaret parmağını dudaklarına götürerek, ‘sus!’ işareti yaptı. Özdal’ın gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Kadın durmuş ve kendisine doğru dönmüştü... Bekliyordu... Bekleyeni, bekletmemeliydi. Bir adım sonrası onunla göğüs göğüse gelecekti. Saracaktı eliyle onun elini sımsıkı; saracaktı onun eli, elini... ‘Özdal’ ismini, ağzını doldura doldura, ‘Özdaall!’ olarak söyleyecek, onun ismini söylemesini heyecanla bekleyecekti... Tanışma sonrası, ‘Memnun oldum!’ diyecekti… Belki daha samimi bir tanışma olacaktı... Sarılma ve öpmeyle başlayabilirdi örneğin. Hele umduğu işveli ve isterik gülüşle tepki verirse... En azından kadının amacı konusunda kafasında varolan ‘acabaların’ birçoğu eksilecekti. İşveli ve isterik gülüşü iyi bilirdi. Aynı sınıfı -bazen aynı yatağı paylaştıkları- ve sonrada bıçak taşıdığına yönelik buram buram feminizm kokan bahanelerle, kendisini terk ederek zengin bir öğrenciyle çıkmaya başlayan Sevici’yi anımsamıştı. O özel anlarda işveli ve isterik güler, gözleri ışıldardı. Bu, ‘Senle yatmak istiyorum!’ anlamına gelirdi. Her işveli ve isterik gülümsemesi sonrası, Sevici’nin kız arkadaşının bekar evinde birbirlerini altlı üstlü bulurlar ve sabahlara kadar akıtılan salgılarla ev sahibi kızcağızın çarşafını kokuturlardı... İşte göğüs göğüseydiler. Birbirlerini süzüyorlardı. Özdal, ağzını yayarak gülümsedi. Kollarını, onu sarmak ve öpmek için uzattı. Gözleri kendiliğinden yumulmuştu. Doğal bir eylemiydi. Onu daha iyi hissetmek isteyen beden ve duygularının refleksiydi. Devamı: Istakoz Büyüsü/ 3.sh.da
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |