Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Bizim ailede; ihtirasları yüzünden etrafını muzdarip eden çoktur. Ben; beklide bu yüzden hislerimden ziyade aklımla yaşamak istedim. İnsanın sevdiği bir ev olunca kendisine mahsus bir hayatı olur. Etrafımdaki her şeye kendi içimdeki saadet duygusunu geçirmek isterim. İlkokulda okuduğumuz “Hiçten Saadetler…”öyküsündeki gibi…küçük şeylerden, mutlu olmasını bilirdim, nefsime sadık olarak yaşamanın sırrını da, bu az şeylerden mutlu olmaya borçluydum belki. Hayat benden, fikir ve beklide mücadele istiyor düşüncesiyle hareket eder, hissi duruşlara hiç başvurmazdım. Bilinçli olmak; başkasının giremeyeceği bir kale kapısı, kolaylıkla açılmayacak bir dünya (vicdan) denen özel bir yerdi…. Kişiliğimize ait olan ne varsa onları… o vicdan denen sığınakta bulabilirdik.!...Hepimiz… Sevgililer günü bana vicdanı…, ağabeyim.. ve sevgilisini hatırlatır… Ağabeyim 1968 yılında Ankara Üniversitesi-Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun 68’ liler kuşağındandı. Hayatı boyunca kendisini diyalektik materyalist olarak tanıtmıştı. Avukat bir kızı, ondan bir kız torunu, Deniz Kuvvetlerinde yüzbaşı bir oğlu vardı. 55 yaşında noktaladığı 32 senelik evliliğinin nedenini bize tüm aile bireylerini toplayarak anlattığı günü… 2003 yılındaki 14-Şubat gününe rast getirmişti.!... Ağabeyimin yaşadığı bu dönem; Pişmanlıkların- umutlara ,umutların-pişmanlıklara karıştığı o belli –belirsiz alacakaranlık dönemine ayak basması gibi geliyordu bana. Bu dönem, başkaları için olabileceğinden çok daha ağırdı onun için; çünkü geçmişini yitirmekle her şeyini yitirmiş oluyordu…İçimdeki bir ses onun kır düşmüş saçlarının yaşını, kırışan yüzünün; varlığın derinliklere(ölüme) doğru çekilme hissini, ve şimdiki yaşamını anımsatıyordu… Dalmak üzere olduğu, geçmişin sisli dalgalarında doğu veren o büyük evren, yitip gitmişti. Onun için…Alaycılığa karışmış, tutkulu, fakat her şeyi beğenmez kuru ruhu düşlere dalmaya yatkın değildi… Ağabeyim o gün çok güçlü görünüyordu O gün….Efkarlı olduğu halde, mutsuzluğunu gizleyebilecek, yakınlarının neşesini yok etmeden, onu kendi başına üstlenebilecek kadar kişilik sahibi olan bir kişi gösterin bana derseniz? Hiç düşünmeden…Ağabeyim! …derim. Söze ünlü düşünür Gothe’nin sözüyle başlamıştı.”…Yaşamaya olduğu gibi özgürlüğü de ancak, onu her gün yeniden fethetmek zorunda olanlar layıktır….” Ben bir düşçü gibi yaşıyorum. Çünkü; Yaşam boyunca, büyük işleri, mümkün görünmeyeni başaran, olağanüstü insanları, eskiden beri sarhoş ve deli diye ilan ederler…. Bakışlarınız bana normal bir insan değilmişim gibi bakmanızdan belli… Ben ve sevgilim; Yaşam yorgunu iki kişiyiz. İkimizde evliliğimizi noktaladık! Omuzlarımızda da… dünyanın tüm dertlerini taşıyoruz!…. Buna rağmen mucizeyi gerçekleştirdik! Bu…. bireyin, özgür olma mucizesi !... O da Aşk’ ta var….Onu yaşamak yürek ister….Birbirimizin yüreğine güvendik!... Her şeyin kaynağı yürek!... değimlidir?...Yaşadıklarımızı herkes bilebilir…! Yüreğimizdir biz ait olan… Aşk hep vardır…, hep gelir, ama onu bulmak…dolu, dolu yaşamak pek de öyle kolay değildir… Hiçbiriyle gece yarılarına kadar telefonda konuşmazsınız!… hiçbirine; dokunmak… durmadan dokunmak istemezsiniz.!... hiçbirinin kusuru gözünüz de büyümez!… İşte! bunu bulunca… değerini bilerek…. Doyasıya yaşayın.!... Korkmayın!... Büyütmek, beslemek sizin elinizde!... Emek ve özen ister…, heyecan ister… Önemli olan onu yok etmemek…Tıpkı insanlar gibi… birde bakarsınız ki…! Aşk’ da yok olmuş!... kül olmuş!... bitmiş!... Ama bu sizi korkutmasın!... Otuz sene aşkımı külledim. Bir gün küllerin arasından kor ateşlerin!... çıkacağını düşledim.! İşte… beklediğim gün …bugündür!... demişti. Tüm aile dona kalmış!... Birbirimize bakıyorduk….Sanki tüm aile fertleri benim düşündüğümü düşünüyorlardı…. Tövbekar erkekler; tıpkı tövbekar kadınlar gibi, affedilme umudunun üstünde yeşeren, gizli bir suçsuzluk hissi taşırlar…. Her şeyi affedilir… Çünkü kadın, çok seviyordur…, her şeyi affedilir…. Çünkü adam çok iyi vakit geçiriyordur…. Onların beraberliklerine böyle bakmıştık!... Ama gördüğümüz bambaşka bir şey vardı ki … o da değişiklik dediğimiz aşk’tı…. Aşk yaşamdır!... her şey ama her şey aşk sayesinde varlığını sürdürüyor…. Onlarda bunu görmüştük!?… Ruh huzuru ve insanın kendi halinden sevinç duyması muhteşem bir duygu idi…. Onların bu yaşantıya ne ölçüde dayanabileceğini?... Güçlü!… yada zayıf!… olmadıkları sorusunu bile sormamıştık!... birbirimize… Olaylara öylesine kayıtsız,öylesine kaygısız bakmıştık ki!… Yaptıklarını… bu! budalacadır… şu! akıllıcadır!... diye yargılamak istemiyorduk… Çünkü yaşadıklarının, içsel koşullarını bilmiyorduk… Evliliklerini, ayrılma noktasına getiren nedenleri kesin olarak belirleyememiştik…. Yargılamamıştık!... Biliyorduk ki; tutkuları tarafından sürüklenen bir insanın tüm akıl gücünü yitirdiğini, bir sarhoş, bir deli gibi davrandığını! Kendiside itiraf etmişti!… bu sözleri… konuşmasının başında.hatırlayacağınız gibi… Her şeyin yıllarca aynı kalacağı bir dengeyi, bir iç huzuru bozmaya değer miydi!?.. Yaptıkları… Bunca sene diyalektik materyalistim diyen ağabeyimin; otuz senelik evliliğini duygularına, ihtiraslarına yenik düşerek yıkmasıydı…. Hani!... materyalistler eşyalara inanarak onları saklayarak kaybolan ruhu koruyacağını sanırlardı ya.!.…ağabeyim tersini yapmıştı., yaşamını değiştirerek …. Çelişkiye … düşmüştü!..Ama … hemen sonucu şöyle açıklayacağından hiç kuşkumuz olmayacağı düşüncesiyle, hepimiz içimizden onun diyeceklerini bir bir hatırlamıştık!... “…her şeye; geçici olarak geçmişte bir tarih olan ve gelecekte de bir tarih olması gereken bir başlangıç ve sonu olması gereken şeyler olarak bakmanın, diyalektik olduğunu; Kesin!... Kutsal!... Mutlak!... hiç bir şey yoktur!...” diyeceğini düşünmüştük…. Hayat çarkı devam ediyordu…. Yaşamın bir ilkesi olarak insanlara sorunun değil, çözümün bir parçası ol diyen, çözümün içinde olayım dediği zaman hayatını değiştiren… kimlerdi deseler… ağabeyimiz gelir aklımıza… Ağabeyim; Bir ihtirasın çok derinine geçmiş, bir hayat tecrübesinin arasından, etrafına baktığı için; bakışları sakin, yumuşak, çok derinlerden gelen hiçbir şeyi, hiçbir kimseden esirgemeyen bir bakışla etrafına bakıyordu. “Kumarda kaybeden aşkta kazanır…” deyiminden yola çıkarak parasını da ulusal piyasalarda oynadığı, kumarda kaybettiğini anlatmaya başladı…. “Yeni dünya düzeni yollarında para kuralları da benim gibi yolunu şaşırdı. Ülke ve ben yol ayrımındayız!… Ülke vur-kaç bankerlerinin elinde… Topladığı parayı dolara çevirip aracı bankasından ülke sınırlarına çıkaran vur-kaççıların elinde… Bende medyada ki parlak çocuklara kandım. Derinden derine piyasa değerlendirmeleri yaparak, vur-kaç özgürlüğünü devlet küçülsün, yolsuzluklar önlensin gibi bilgiç değerlendirmelerle sundukları yayınlarda ki yalanlarına kapıldım. Serbest piyasanın nimetlerinden yararlanmayı istedim. Ancak anladım ki bunun için çok geniş bir dostluk çevresi gerekir. Adına dostluk denirse… Bu çevre için; akademisyenlerden, hayır derneklerinden, insan hakları guruplarından, siyasal partiler, sesli ve yazılı görsel yayın ortamından destekler gerekli. Onların ortamında her türlü para… sonsuz özgürlük içinde, hiçbir kısıtlamaya uyulmaksızın dolaşır… Para… katlanarak büyür…. Benim gibi geliri daralmış, küçük yatırımcılar alışa geçerler… Yine o parlak çocuklar “piyasa hareketlendi,hükümetin şu yasası, IMF’ nin bu anlaşması” yalanları ile daha da yükseltirler….Vur-kaç bankerleri, ikincilere satarak ve katlayarak kazanırlar… Bankaların içini boşaltırlar ve benim gibi nice Banka zadeler!… yaratırlar!… Şunu anladım ki; Toplumsal hastalıklarımız üstünde konuşup durmak, zaman yitirmekten başka bir şey değildir… Oysa her zaman gerçek sorun günlük ekmek sorunu!... İnsana gereken uzun ömür değil, insana yaraşır bir ömürdür.Yaşamın ve gerçeğin biçiminin, geçmiş ve gelecekte değil… Şimdi de olduğunu…. Şimdi ise onun için aşk…ve sevgi olduğunu hepimizin… aşık olmayı yaşamasını…, gerçek sevginin gizeminin,... bu olduğunu söylemiş!.. 14-Şubat Sevgililer… günümüzü kutlamıştı!..… Nezihe ALTUĞ İstanbul Şubat 2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nezihe ALTUĞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |