..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamdan korkmayın çocuklar. İyi, doğru bir şey yaptınız mı yaşam öyle güzel ki. - Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm > Nezihe ALTUĞ




14 Şubat 2009
Haykırış!..  
14 Şubat Sevgililer Günü Anısına...

Nezihe ALTUĞ


14 Şubat Sevgililer günü anısına yazdığım öykümdür.


:AIEE:

                    Sevgili …..
Yazdığım satırlarda ben hayatımın anılarının ironisinin tadını alabilecek, sende nostalji yaşayacaksın.

Bir ayrılış hikayesinden arta kalanlar, bunlar…

Senden önce; hem okumayı düşkündüm, hem de gösterişli olmayı seviyordum biraz… Gençken çok sevildim, ama az sevdim. Gerçekte sevginin ne olduğunu da pek bildiğim yoktu hani…Sevda yüzünden acı çekmek, katlanılmaz bir romantiklik gibi geliyordu bana…

Şimdi bakıyorum da; içimde böyle birbirine bu kadar karşıt iki kişiliği barındırabildiğime şaşıyorum, ikisi de ayrı alemde yaşıyor ve hiç rastlamıyorlardı birbirlerine. Biri; ince, duygulu, sevdalı, sevilen kadının gerçek yaşamda yeri olduğunu anlamayan, diğeri; tapınılmaya değer ve sisli bir hayali kaba erkeklerle karıştırmak istemediği için kitaplara kapanan!…

Aslında; büyük bir sevgi gereksinimi duyan, beceriksiz biriydim. Hırçındım, çünkü bütün yaşamım boyunca kendimi tutmuştum. Söz ve hareket serbestliğim hiçbir zaman olmamıştı. Çok utangaç, çok da alçak gönüllü idim. Hafif ve eğlenceli şeylerden söz edemeyeceğimi anlayınca, ağır konulara başvururdum.Sonra sizsinle karşılaştım.

Sizde bir insanın karakterine o kadar çekicilik veren ince bir sevecenlik var, daha sizi ilk gördüğüm anda “İyi ki ona rastladım!…” demiştim. Rastlantılardan, yalnızlıktan o kadar sade, o kadar candan bir sempati ile söz etmiştiniz; ki size karşı büyük bir güven duymuştum. O anda, okuduğum bir romanda yazarın söyledikleri geldi aklıma “…sadece rastlantılar bir şeyler söyler bize, onun diyeceklerine çingenelerin kahve falına bakması gibi bakmalı, içinden karineler çıkartmalıyız… gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz günbegün yinelenen her şey dilsizdir!…”demişti. Gerçekten de; sen benim rastlantılarımdaki falda çıkmıştın!…

Bana sunduğunuz dostluğu minnetle kabul ettim. “…Şimdi ne söylüyorsam, karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana…” dizeleri olan şiiri bildiğimi sormuştun da; arkasından da sen “…Yüzde hudutsuz kere yüz…kilometreler kat etmiştin, bende “…Saçlarımı dolamıştım parmaklarına, başıma kurtarmam kabil değildi!…” tıpkı Atilla İLHAN’nın şiirindeki !... sevgililer gibi idik. .

Başlangıçta; sadece tutku olan aşkın genişliğini görmek, değişimine yardımcı olmak, zamanın akışına karşı koymak güzel bir şey olmalı… idi. Biliyorsun ki? Her zaman kolay olmuyor bu!… Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz yada kusurlarımızı gelecekteki hayatta gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz… Karşılaştırma fırsatı olmadığı için hangi kararın daha iyi olduğunun sınamanın bir yolu yok!… Olaylar nasıl gelişir ise öyle yaşıyoruz. Önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan tiyatro oyuncusu gibi… Yaşanacak bir tek hayatımız varsa eğer!… Onu hiç yaşamamışta olabiliriz., fark etmez!…idi.Beraber olmaya başladık.

Seninle beraber olduktan sonra zaman kavramlarım da değişmişti. Beraberken; zaman, şimdiki zamanın coşkuyla yüceltilmesi idi, o ana kadar zaman, bana ilerleyen ve geleceği yutan, şimdiki zaman görüntüsü altında kendini gösterirdi. Ayrılınca: artık geleceğe el koyan muzaffer şimdiki zaman değil; yenilmiş, esir alınmış, geçmiş tarafından sürüklenmiş şimdiki zaman görüntüsünde idi…Aşıktım.

Aşkım ise ;vurgun yemiş gibi biten, hayatımın yavaş, yavaş ve bir daha dönmemecesine uzaklaşan en güzel parçası…idi. Geçmişin dışında aşka dair hiçbir şey!… yoktu. Ama asıl olan sevgi idi. Sevgi; insanın gücünden vazgeçmesi demekti. Sevecenlikten daha ağır bir şey yoktu dünyada!… Kişinin kendi acısı bile, başkasıyla başkası için hissettiği imgelemle yoğunlaşan!… ve yüzlerce yankıyla uzadıkça uzayan!… bir acı kadar ağır gelmez…idi. Bizi çok seven!... sevdiklerimiz vardı. Aşkımızdan acı duyuyorduk!... Sonra bir gün ayrıldık.!...Nedenini hatırlamıyorum!...

Senden sonra; bizleri kaçak ve utangaç kılan acıyı bile özlüyordum…! Bekleyişleri…! Vazgeçişleri…! Şifreli mesajları özlüyordum…! Görmek istemeyenlerin kör dünyasında; kaçamak bakışmalarımızı, buluşmalarımızı özlüyordum…! Özlemim; tükenmedi henüz!… Biliyorsun özlemde; özlenen, hep, sürekli “bura”ya getirilir. Ve özlemin istemi onu kavrar, kuşatır, ona “sarılır” onunla, “beslenir” ama… “Burada” bir anılar toplamı olan özlenen, bu süreç içinde büzülür, yıpranır, giderek tükenir. Özlem, beslendikçe tükenir… yani anlayacağınız gibi…! Henüz tükenmemiştim.

Senden sonra; renklerde solmuştu. Artık aşkın kırmızısı, kırmızı değil…! Ağaçların yeşili de yeşil değil…idi!...Doğada bizim olan renkleri arıyordum!… Seni düşündüğümde; yüzünü unutmaktan, sesini hatırlayamamaktan korkuyor idim…! Bir sözüne, bir bakışına hala ihtiyacım var!…idi.Sonra birden; hareketlerini hareketlerimde hissediyor, kelimelerimde seni buluyordum. Gidenler; sende kendilerinden bir şeyler bırakıyorlardı, işte buda hafızanın sırrı…! İdi. Sır eğer buysa!… kendimi daha güvencede hissedecektim. Çünkü asla yalnız olmayacağımı biliyor idim.

Korkularımda fazlalaşmıştı. Hafızamı kaybetmekten, dokununca, duyumsallığımı yitirmekten korkuyordum. Düşünüyorum da; korkudan zevk almayı, bedenimin her yanına değen şehveti de sen öğrettin bana…! Yaşadığımız korku ile karışık bu bilinmezlik içinde; olacakları beklerken, olanlar kadar olmayanları da hayal hanemizde yaratıp, onlarında tadını hissedebiliyorduk. İhanetlerimiz, ihanete uğramamış herkesten ayırıp yalnızlaştırıyordu bizi…onun için acı çekiyorduk.!... Bunları unutup; seni, daha iyi bir dünyayı düşlediğim zamanlar; yeşilin bir ağaç rengi, mavinin gökyüzü rengi, aşkında kırmızı renginin yasaklanmadığı bir dünya…olsun istiyordum. Yaşadığım!... daha iyi bir dünya mı? İdi. Bunun daha iyi bir dünya olduğunu nasıl söyleye bilirim!… senin olamadığın!… bir dünya için…

Yoksa…! Yaşadıklarımız erotiklik arayışı mı?…idi. Erotik dostluk: her iki tarafı mutlu edecek tek ilişki!… duygusallığa yer vermeyen, sevgililerden ne birinin, nede ötekinin birbirlerinin yaşamı ve özgürlüğü üzerinde hak öne sürmedikleri ilişki biçimi…!

Kural: Aşk adına ne varsa yaşamından uzak…! Tut…! Günü yakala!…, yaşadığın anın keyfini hisset. Veda et!...

Ya…Vedalarımız…hep!…Başarısızdı…!     Vedalarda başarısız olanlar, kavuşmalardan da pek bir şeyler bekleyemezlerdi. Şimdi düşünüyorum da!… suçlu olan bendim! Tensel aşkın hafifliğini ve sevimli sıradanlığını kavrayamamıştım. Hafifliği öğrenebilmeyi ne kadar isterdim. Beni kendi zamanıma aykırı yapanda bu kabuktu. Kabuğu koparamıyordum bir türlü…! Yada; yalan ve ihanetlerle bir araya gelişlerimizdeki, ruhumun ve bedenimin seninle yok olup hafiflemesinin ardından oluşan, erdemlerin en yücesi olan annelik içgüdüsünün verdiği ağırlık altında boğulan ve uykusuz gecelerde açılan diğer erdem pencerelerinin açılıp, kapanmasındaki yok oluşum mu idi,,, yoksa!… sadece ve sadece zevkin getirdiği karanlık mı?!…

O karanlık; kusursuz düşünceler görüntüsü idi. O karanlık; sonsuz sınırsızdı… O karanlık her birimizin içinde taşıdığı sonsuz edepsizliklerle dolu idi…! İstediğin karanlıksa kapatıver gözlerini… yeter!

Belki de birbirimizi iyi tanıyamamıştık. Kadın peşinden koşan erkekleri rahatlıkla iki kategoriye ayırabiliriz. Bazıları; kadınlarda, kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler. Ötekiler ise; nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirmek isteği ile davrananlardır. Sen bunlardan hangisi idin!… çözememiştim!…, bilinmeyenin tutkularla dolu keşfine çıkmıştım ama becerememiştim.

Şimdi!...Ben; yalnız bana ait olan bir düşüncenin mutluluğu ile yaşıyorum!… Yalnız hayallerle beslenen bir dostluk!… Ne kadar sürer?… Bilmiyorum!…, düşünüyorum!… günlük meselelerin çözülmesinde bir hayalin ne faydası olabilir!… Zavallı bir ruh, insanı nereye götürebilir?!… İnsanın, ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilir!… Her gün karşımıza çıkan canlı, elle tutulur varlıklarla bir ruh nasıl başa çıkabilir?!… Bir ruhla yaşamak, tek başına yaşamak gibi hayal gücü isteyen bir davranıştır. Uykusu gelen bir kişinin uyanık kalmak için boşuna harcadığı çaba gibi… Sonunda beden arzulara boyun eğiyor!…ve uyuyorsun. Kocamı, çocuğumu arkadaşlarımı yok sayacak soyut bir yaşantı ne kadar zor!… tüm olaylar, kendi kanunlarına uygun bir düzenle insanı alıp götürüyor!… Bunu sende biliyorsun!…

Kavrayamadığım şey; şu ki, çok önemli olduğunu sandığımız tüm duygularımız, tüm bu düşünceler aslında birer hiç…………mi?!… Sende “…hiç kimse misin, bilmem ki nesin, sen benim hiç bir şeyimsin!… yar!…” dizelerinde ki gibi mi? Yada, ikimizde Tutunamayanlar? mı idik!… Biliyorsun? Tutunamayanlar çoğul bir kelime, unutamadığı bazı insanları birleştiren bir kelime… Tutunamayan insanlar için; insanlar, soyut kavramlar değildir. Birlikte bulundukları sırada onlar için ayrı, ayrı bir şeyler yapmak isteği doğar. Yapılmak isteneni bir türlü yapamamanın imkansızlığı ile uğraşıp dururlar. Yalnız kalırlar…

Benim çektiğim yalnızlıklar…! Başka hiçbir yalnızlığa benzemeyen, yalnızca ihanete uğrayanların bildiği bir kimsesizlikti!… İçine hiçbir canlının giremediği ıssızlıktı!… Rastlantılar bizi öyle bir biçimde bir araya getirmişti ki birinin mutlu olması için öbürünün mutlaka mutsuz olması gerekiyordu?!…Bende sürekli yazıyordum.
Bu hikayeyi, yazma cesaretini gördüğüm şu rüyaya borçluyum!… Rüyamda; “Kederlilerin bulunduğu bir şehirde beni aradığını düşünüyorum…! Beni nasıl olsa orada bulur!… diye. Güzel, kokulu kutularının üzerindeki kadın resimleri gösteren, hayalleri çalan bir adam beliriyor…! Aradığım bu değil diyorum…! Çünkü kutuların üzerinde hep başka ,başka kadınların resimleri var…! Oysa diyorum…! Benim aradığım adamın kutularının resimleri üzerindeki kadın yüzlerin her biri benim yüzüm olurdu!… diyorum.

Adam:
“Hayal hırsızıyım!… Ben geceleri mışıl, mışıl uyuyanların rüyalarına girer, hoşuma giden hayallerini torbama doldurur, çalarım! Bu yüzden sabah uyananlar, içlerinde bir huzursuzluk hissederler!…, bir eziklik duyarlar…! Ben; kutulardaki resimlerdeki kadın yüzlerini değil sadece ve sadece aramayı severim…! Senin aradığını ben biliyorum…! Sen kederli şehirlerden, şehirler şehrini arayacaksın…! Birbirimizi bir daha hiç mi hiç görmeyeceğiz…! İnan bana…! Aradığın o hayal değilim…! Ben… hiç…değilim! İnsan senin gibi severse aynı şekilde sevilebilmeyi hayal eder…! Bunu bir umut olarak…! Bunu bir onur olarak yaşar!…Sen bir birine baktığında dünyayı değil, birbirinizi gören adamı arıyorsun…! O hayal!… onu da ben çaldım” diyor.

Düşündüm de; doğruydu adamın dedikleri. Sen benim için, geçmiş olarak her zaman yaşayan, ama bugün için ölü bir geçmiş zaman haline geldin. Giderek benim için; tensel, maddesel, somut görüntünü yitirdin. Bir efsaneye, bir mitosa dönüştün. Tıpkı yazdığım hikayedeki gibi ilk telefonda söylediğim şarkı gibi..

“…Geçmiş değil, bugün gibi, yaşıyorum hala seni, sen hep benim yanımdasın,
çalınmasın, söylenmesin… sen benim şarkılarımsın!…” artık şimdi !... de yazdıklarımsın.

Biliyorsun…! Kalemle yazar arasında hiçbir şey gizli kalmıyor. Eğer hafızan kuvvetli ise bu satırlardaki yazıları zaman, zaman küçük kağıtlara yazarak hep sana okumuştum da sen hiç ilgilenmemiştin. İşte… bu küçük kağıt parçacıklarından satırlar… satırlardan da “İşte bu benim hikayem doğdu”.

Ey okur…! Dikkat ettin mi…? Yazar hasta…!
Hastalığının adı ne? Ruh üşümesi!…

Nedeni? nostalji yetersizliği!…

Nedir nostalji? Doyurulmamış dönüş arzusundan kaynaklanan, kederlenmeden oluşan hüzün…

Yani; bilememenin acısı…! Uzaktasın…! Ben sana ne olduğunu bilmiyorum?

Ey okur…! Benim için kederlenmeyin, ben mutluyum, unutmayın ki yaşam: sevinçli acılar çekme hüzünlü neşeler yaşama ve unutulmayan,, anlatılabilecek hikayelerden oluşur.

Sizlerinde anlatılabilecek hikayeleri olması dileği ile.
                         Hoşçakalın…
                                             Nezihe ALTUĞ
                                              İzmir
                                             4.1.2005 İstanbul

.Eleştiriler & Yorumlar

:: ÇOK SEVMEYECEKSİN YOKSA ÇOK ACIRSIN
Gönderen: savaş altuğ / , Türkiye
28 Temmuz 2009
Baglanmayacaksin bir seye, oyle koru korune. "O olmazsa yasayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin iste. Yasarsin cunku. Oyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Cok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kirilirsin. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin o'nu sevdiginden. Cok sevmezsen, cok acimazsin. Cok sahiplenmeyince, cok ait de olmazsin hem. Calistigin binayi, masani, telefonunu, kartvizitini. .. Hatta elini ayagini bile cok sahiplenmeyeceksin. Senin degillermis gibi davranacaksin. Hem hicbir seyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsin. Onlarsiz da yasayabilirmissin gibi davranacaksin. Cok esyan olmayacak mesela evinde. Paldir kuldur yuruyebileceksin. ille de bir seyleri sahipleneceksen, Catilarin gokyuzuyle birlestigi yerleri sahipleneceksin. Gokyuzunu sahipleneceksin, Gunesi, ayi, yildizlari.. . Mesela kuzey yildizi, senin yildizin olacak. "O benim." diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasini istiyorsan bir seylerin... Mesela gokkusagi senin olacak. Ille de bir seye ait olacaksan, renklere ait olacaksin. Mesela turuncuya, yada pembeye. Ya da cennete ait olacaksin. Cok sahiplenmeden, Cok ait olmadan yasayacaksin. Hem her an avuclarindan kayip gidecekmis gibi, Hem de hep senin kalacakmis gibi hayat. ilisIk yasayacaksin. Ucundan tutarak...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın aşk ve romantizm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Bu Ben Miyim!
Motifler
Ben Güzel Miyim?
Rehgüzar
Üşüdüm
Saklambaç
Acı...
Kül Kaldı
İşte Bu!
Amazon

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ben Kimim Ki!
Ben İstanbul"luyum!
Hiçin Kısır Çölündeki Savaş
İstanbul'a Çağrı!
Adamın Adası
İstanbul (Olmak Şehrinde Şey Olmak)
Sihirli Kutular, Sihirli Değnekler
Kaybedenler
Şimdiki Zamanda Çok Özel
Dirim Damla


Nezihe ALTUĞ kimdir?

Yıllarca okumayı kendimi hobi, hatta dost edindim. Artık bu dosta bir dost daha katmak istiyorum ve kendi öykülerimi yazıyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Orhan Pamuk, Oğuz Atay, Dante, Ahmet Hamdi Tanpınar, Alev Alatlı, Milan Kundera, Kafka, Dostoyevski, Nazım Hikmet, Akşit Göktürk, Mevlana, Çehov, Halid Ziya Uşaklıgül, Yaşar Kemal, Bertol Brecht, Shakespeare, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Turgenyev, Gorki, Ba


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Nezihe ALTUĞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.