Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur. -Mevlana |
|
||||||||||
|
Dünyanın yuvarlak olduğunun ispatlanmasından çok önceleriydi. Ben o zamanlar genç ve yakışıklı bir delikanlıydım. Belki şaşıracaksınız, yaşlı dünyanın genç insanları; fakat itiraf etmeliyim ki ben halâ genç ve yakışıklıyım. Hiç yaşlanmadım. Size eski dünyanın, eski masallarını anlatabilmek için yaşlandırılmadım belki de. Çünkü sizin bunlara ihtiyacınız vardı, biliyordum. Dedim ya, dünyanın yuvarlak olduğunun ispatlanmasından çok önceleriydi, ozon delinmemişti daha. Fakat, saçları vıcık vıcık jöleden her geçen gün biraz daha azalan sizin yaşlı dünyanızın genç insanları gibi, ozon da yavaş yavaş delinmekteydi. Yine sizin yaşlı dünyanızın genç insanlarının gençliklerinin kıymetini bilmedikleri gibi, eski dünyanın yaşlı insanları da gencecik dünyaların kıymetini bilmemekteydiler. İşleri, güçleri yaşadıkları uzun hayatı biraz daha kolaylaştırmaktı. Bunun için bir sürü yararlı-yarasız ve hatta zararlı icatlar yaptılar. İşte, bu yüzden mucitlik mesleği dünyanın en eski mesleğidir. Eski dünyada, şimdi sizin yaşlı dünyanızda olduğu gibi yüzlerce millet yaşamazdı. O zamanın insanları ancak, dünyayı üçe bölmeyi akıl edebilmişlerdi, kuzey, orta ve güney olmak üzere... Mucitlik mesleğinin kurucularının, güneyin esmer tenli, ‘pigme‘ ler kadar kısa boylu, kıvırcık saçlı insanları olduğu söylenir. Bunu biliyorum çünkü ben de onlardanım. İlk icat ettikleri şey adına o zamanlar ‘zevk otu’ dedikleri ot oldu. Anlattıklarına göre, güneyliler henüz kent yaşamına geçmeden önce köylerde yaşarlarmış. Bir gün sivri zekâlının biri, köyün kahvesine elinde bir avuç sararmış otla birlikte, ‘buldum buldum!’ diye bağıraraktan girmiş. Şaşkın bakışlar altında, bir kağıda sarmayı henüz akıl edemediği, sararmış, iğrenç kokulu otu şimdilerde ‘masa’ dedikleri şeyin üzerine bırakmış. Sonra, kibriti kuzeyin dev insanları çoktan icat ettiğinden, malum otu zorlanmadan yakmış. Sonra dumanını ilk önce kendisi çekmiş, ahbaplarına da çektirmiş. Zevklerin tükendiği, sanatın henüz icat edilmediği o devirde güneyin insanları, ‘Kim bilir? Belki bu garip dumanı çekmekte farklı bir zevk vardır.’ demişler, her gün ikindi vakitlerinde yaşlısı-genci, kadını-çocuğu hatta kedisi-köpeği (sahiplerinin dizi dibinde) dumanlanır olmuş. Bakmışlar bunda, adına henüz ‘bağımlılık’ diyemedikleri garip bir zevk var, her gün on dakikada bir dumanlanır olmuşlar.Sonra, en felaketi, kıtlık zamanında köylü tarlasına marul ekmeyi bırakmış, o garip kokulu, iğrenç ottan eker olmuş. Sonra, ömürlerinin kısaldığının bile farkında olmadan ölenler, oğullarına-kızlarına bu malum otu miras bırakmışlar. Yine sivri zekânın biri çıkmış, milletin ‘zevk otu’ dediği ota nereden estiyse ‘tütün’ deyivermiş. Nasıl olduysa kabul görmüş, şimdilere kadar gelmiş. Benim sivri zekâ arkadaşımın tütün dediği ot, sanırım bir benim ömrümü kısaltamadı, dedim ya ben halâ genç ve kendi milletime göre yakışıklıyım. Fakat diğer normal insanların namına, bence ‘zevk otu’ adının daha iyi gittiği malûm ot hakkında, bunu bulan mucit arkadaşıma birkaç şey sormak istiyorum : birincisi; o, güneşten sararmış, iğrenç kokulu otu yakıp da dumanını içine çekmek nerden aklına geldi ? İkincisi; hadi bir kere o dumanı içine çektin –ki eminim bu tesadüfen hattâ kazara olmuştur- tekrardan çekmeye ihtiyacın olduğunu nasıl akıl edebildin? Biliyorum, bir kere çektikten sonra bir şey için yanıp tutuşuyordun, fakat bunu nasıl buldun. Neyi istediğini bilemeden, ihtiyacın olan şeyi nasıl buldun? Cevabını duyar gibiyim, eminim her yolu denemişsindir. Zaten senin gibi, sivri zekâlı, icatlarıyla övünen mucitlerin deneme-yanılma’ dan başka maharetleri yoktur. Evet, benim sivri zekâlı arkadaşım sana kızıyorum. Hiç mi düşünmedin, yaşlı dünyanın genç insanlarını? Sen dokuz yüz sene yaşayıp gittin -belki zevk otunu bulmasan daha fazla yaşayacaktın- şimdikiler senin yaşadığın ömrün onda birini yaşayabilseler çok sayıyorlar ve biliyor musun ki kısacık ömürlerini, senin bulduğun şimdilerde adına ‘sigara’ dedikleri şeyle daha da kısaltıyorlar ve yine biliyor musun ki onlar sayemde, senin adını-sanını bilmiyorlar. Onlara söylemedim, ne de olsa milletimdensin, atamsın, sana her gün lanet okumalarına izin veremezdim. Sana çok insafsızca davrandım, biliyorum. Nereden bilebilirdin ki, bu lanet otun illet bir şey olduğunu. Ama senin de, böylesine pis kokan, insanın ciğerlerini delen bir dumanın zararının olacağını düşünmen gerekirdi. Bak, ortanın orta boylu, sarı saçlı insanlarına, adına ‘tekerlek’ dedikleri bir şey icat ettiler, üzerine bir tabla attılar, atlara bağladılar, dağ-bayır aştılar güneye geldiler, neredeyse bölgemizi istilâ edeceklerdi. Allah’tan, yine bizim sivri zekâlı mucitlerimizden biri, adına ‘kılıç’ dediği, sivri, kesici aleti icat etti de, hepsini de teker teker geberttik. Zaten biz ve ortanın insanları öldüren bir şey icat etmesek rahat duramazdık. Mertliği de biz - güneyin insanları- bozduk. Şimdilerde adına ‘silah’ dedikleri, kara saplı, oynar başlıklı, ağır bir metal fırlatıp insanın böğrünü delen aleti icat ettik. Halbuki, kuzeyin beyaz tenli, zürafalardan uzun boylu, kızıl saçlı, kızıl sakallı insanlarının arasından da mucitler çıktı. Sen –zevk otunu bulan mucit- bilmezsin, sen öldükten yüz yıl sonra, onların mucitleri huzur veriyor, insanı bu dünyadan alıp başka dünyalara götürüyor dedikleri, gizli kalmış tüm duyguları ortaya çıkarıyor dedikleri, şimdilerde adına ‘sanat’ dedikleri, senin zevk otuna beş çeken, benim henüz yeni yeni tanıştığım o müthiş şeyi icat ettiler. Ona şey diyorum, çünkü ben de henüz, tam olarak ne olduğunu bilmiyorum. Anlasana, o kadar harikâ bir şey ki, yüzyıllardır yaşıyorum, fakat ne olduğunu daha tamamıyla öğrenemedim. Neyse, zevk otunun mucidi, sivri zekâlı, eski dünyanın en eski masal kahramanı arkadaşım, sen yine masal kahramanı olarak kalmaya devam et, ancak bu şekilde mezarında rahat uyuyabilirsin. Sana ‘kahraman’ dedim diye hemen kasılma, dünya sahnesinin bir oyuncusu olduğundan, ‘filmin kahramanı’ der gibi sana ‘kahraman’ dedim. Unutma, filmin baş kahramanları, zararlı icatları unutup, unutturup tarihe gömecek olan yaşlı dünyanın genç insanlarıdır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İhsan Cihangir, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |