İnsan melek olsaydı dünya cennet olurdu. -Tevfik Fikret |
|
||||||||||
|
İndim şehrin derinine. İndikçe derine, herkesin kullandığı bir avuç kelime tekrar etmedeydi hep bu gürültüde. Birbirini tekrar eden türlerin, birbirinin tekrarı birkaç arpa kelime ile. Ben de giyindim o kelimelere, çünkü öyle ya, olmalıydım ben de kelimelerde. Bir kuşak bağlamalıydım kendime, şehirdekiler beni fark etmeden önce. Birden bir şey oldu, hatırlamadım öncesini önce, bir acı hissettim tarifsiz bir yerimde. Ama yerim yoktu ki benim. İşte o anda şekil aldım birden. Yönsüzlüğüm, şekilsizliğim, bilmezliğim gitti içimden. İlerledikçe şehrin içinden, sesim de oluşuyordu benim. Bir gölgem ortaya çıkıyordu. Sonra gürültülerin kesilmeyeceğini anladıkça, gürültücüleri, yani herkesi gördüm, sokaklarda, odalarda, araçlarda, yollarda, gizli gizli kutularında herkesi gördüm. Gördüm, ben olmayanları ve sen olamayanları... Sen dediğimde, sen var mısın acaba ¿ Düşünüyorum da, -yokken de mi düşünüyordum bilmem- hiç kullanmadığım şeylerdi şu kelimeler. Hiç görmediğim bir şeyi kullanmak korkutmalı mıydı beni ? Belki o yüzden azca kullanmalıyım önemlilerini. Bitmesin diye az kullanmalıydım, az kullandıkça belki, şeklimi tamamlamama yeterli gelecekti. Yoksa şekil ile şekilsizlik, somut ile soyut arasında kalacaktım diğerleri gibi. O yüzden az az, çekinerek kullanmalıydım kelimeleri. Düşünmeliyim, şu ana kadar bütün bu herkesten gizlemeye çalıştığım kelimeleri... Dolaşırken harflerin gölgelerinde böylece, koşarak ve yürüyerek bütün zamanlar boyu gideceğim bir yolculuk olabilirdi bu. Ama, aniden şekil almaktan çok daha ötede bir şey oldu yine. Şekil aldıkça ben, başka şekiller ortaya çıkıyordu, her yerden. Gözler !.. Gözler vardı şehirde. Çok, bir çok göz. Göz yığınları akıyordu caddelerde. Gözler döne döne... Bakışlar birbirine çarpıyor, birbirine sırt dönüyor, yana doğru, aşağıya doğru, bana doğru ve sana doğru dönüyor, yöneliyor gözler. O kadar çok göz vardı ki birbirine karışıp sonra tekrar ayrışan, bölünerek çoğalan bir varoluş gibi, çifter çifter hücreler; gözler. Anladım ki kelimeler ve gözlerden ibarettir şehir ! Bütün bu kelimeler ve gözlerin içinde, diğerlerine benzemeyenlerini hissettim. Kelimelere giyinmeyenlerini; yani şeklini tamamlayamamış olanları, gözsüzleri. Böyledir dedim şehrin sunumu; ret edersen ya da yapamazsan diğerlerinin bunca ses, kelime ve göz oyununu. Hemen kenara ayırırlar seni, onlar tamam olduğu için yardım eli uzatırlar belki. Seni işaret ederler, salkım saçak isimlendirirler, sağır, kör, dilsiz veyahut deli derler. Oysa birkaç kelimeden ibarettir işte gürültücülerin, gözlülerin, normallerin bütün bu galeyanlı oyunu. Gözler vardı her yanda. Gözler ve sesler. Kelimelere giyinmiştim ama ses çıkarmamaktaydım hala. Duyulur da sesim, şekiller yapıştırırlar diye her yanıma susuyordum. Bütün bunlara inat, gürültülerin içinde kaybolmaya yüz tutmuş ama hala çığlık çığlığa bir varlık gördüm uzakta. O, kelime kullanmıyordu, içindeki varlığın kanatları çıkmıştı varlığında. Bütün bu gözler ve seslerin, içinde kaynadığı soluk renkli taş yapılar arasında, güruhların geçtiği yolların kesmesinde küçücük bir kuş bağırıyordu çığlık çığlığa. Dört kenesetli bir insan kuşu muydu yoksa bir gök işçisi miydi acaba ? Keneset parıldadı aniden kendi ışığında. Nereye bağırmakta, kendisine mi yoksa kalabalığa mı ? Sonra ani bir hareketle havalandı o gök işçisi. Sesler ve gözler kaçırdı onu en sonunda asla bilemeyeceğim ölümcül bir ücraya. Gözleri fark edip de nasıl fark ettiğime bir kelime arayarak dolaşmaktayken ben hala, birden hiç fark etmediğim bir şeyi fark ettim. Ve işte bunu anlatmak için giyineceğim kelimeyi de buldum. “SEN” ! Evet, bakarken acıyla içimden uçan belki kaçan gök yorgununa, işte o anda bana doğru eğilmiş bir çift göz gördüm. Şu anda bu kelimeyi okumakta. Seni gördüm, gözlerin var senin de. Üzerimdeki kelimeleri geziyorsun gözlerinle. Belki sen de fark ediyorsun beni kendi zamanında, gezinirken gözlerim senin kelimelerinin üzerinde. Hissediyor musun ? Şehre giriyorsun görüyorum, gölgelerin oluşuyor, kelimelere giyiniyorsun. Bense geri dönmeliyim artık. Girdiğim şekli fark ettiler artık. Gürültüler çoğaldı. Kaçır şimdi kendini gözlerden. Bütün bu gözler ve seslerin, içinde kaynadığı soluk renkli taş yapılar arasında, güruhların geçtiği yolların kesmesindeyim. Bak ! Gagam ıslandı bak ! Kenesetim parlıyor bak. Kaçıyorum bak, bir rüzgarla bağıra bağıra ani bir hareketle kaçıyorum hiç bilmeyeceğin ölümcül bir ücraya. Şimdi, giyinilen paranoyak kelimeler içinde sen ! Varlık ile yokluğun oluşu arasında... Senin de kuş yanını görecek elbet şekil alamamış biri, bir saf insan, tarifsiz, biçimsiz bir arı ruh, bu garip kalabalığın kenarında. Şimdi gözler akarken senin her yanına. Nisan 2004 s."
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © serhat merdivenci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |