Şiir, duyguların dilidir. -W. Winter |
|
||||||||||
|
Günümün büyük bir kısmını küçücük odamda tembel tembel oturarak ve uyuyarak geçirdim. Akşam yemekten sonra “Şöyle bir hava alayım” diyerek sokağa çıktım. Dışarda güzel, serin bir hava vardı. Daha fazla uzaklaşmamıştım ki, sokağın öbür köşesinde Musa belirdi. Kısa ve tıknaz vücudu, ufacık, kel ve yassı kafasıyla o kadar komik bir vaziyet arz ediyordu ki, onu görür görmez gülmekten kendimi alamadım.Musa’ yı ne zaman görsem neşem hemen yerine gelir. Fazla zeki değil, ama budala da değildi. Sıradan birisiydi.Aslında en iyi dostumdu o benim. Severdim onu. O da beni severdi. Zor günlerimde yardımını hiç esirgemezdi. Toplumdan, kalabalıktan hoşlanmazdı. Bir sıkıntısı olduğunda bana açılmaktan çekinmiyordu. Bu güveni vermiştim ben ona. İnsanlardan korkardı. Her türlü kötülüğün onlardan gelebileceğini iddia ederdi. Musa bana iyice yaklaştıktı. Ona biraz takılarak “ Hayrola, hızlı hızlı nereye böyle?” diye sordum. “Ben de sana geliyordum dedi. Sen nereye gidiyorsun?” Alaycı tavrımı sürdürerek devam ettim: “Hiç bir yere, ama her yere. Anlayacağın, neresi olursa olsun bunun benim için bir önemi yok.” Sonra da ekledim: “ Bu gün iyi görünüyorsun. Havan da yerinde hani.Desene bu gün yine keşfe çıkmaya karar verdin.” Musa güldü.Mütevaziliğini sürdürdü ve her zamanki halini muhafaza ettiğini belirtti. Sonra da “ Benimle alay etmene izin vermeyeceğim, dedi. Doğru, kendimi bu gün daha iyi hissediyorum. Ancak, bunu fazla abartıyorsun. Beni pohpohluyorsun. Senin tuzaklarına düşmeyeceğim, anladın mı dostum?” Bir kahkaha attım. Yakasından tutup onu sarstım. “ Gel dostum, birlikte şu güzel havanın tadını çıkaralım,” dedim. Biraz dolaştıktan sonra birlikte biraz ötede bulunan bir parka gidip oturduk. Birden Musa bana döndü ve “Bugün ne oldu biliyor musun?” dedi. “ Hayır bilmiyorum, ne oldu?” diye sordum. Meraklandım. Dostum büyük bir istekle konuşmasını sürdürdü: “Hani şu bizim Halit var ya!...” “Eeee, ne olmuş Halit’e” “Okulun bahçesinde oturuyorduk.Bir ara içimden ona bir şaka yapmak geldi. Cüzdanımdaki yurdun kartını şu şekilde ters yüz edip elimle de bir tarafını kapattım.Sonra “Sana çok gizli bir şey söyleyeceğim. Kimseye açmayacağına söz verirsen söylerim. O da saf saf yemin billah ederek kendisine güvenebileceğini belirtti. Ondan sonra ben de kendime ciddi bir tavır vererek ona şöyle dedim; ‘Biliyor musun Halit, aslında ben bir polisim.” Bizim salak arkadaş öyle bir zıpladı ki yerinden, görmeliydin. Yüzü sapsarı oldu. Hele ağzını bir görseydin, öyle değişik bir hal aldı ki ....Onun bu haline gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Yüzümü ondan gizliyordum. Zaten Halit’ e daha fazla bakamadım.Çünkü, gözlerimi ona çevirdiğim vakit kendimi olduğu gibi koyvereceğimi biliyordum.Şaşkınlığını biraz üzerinden attıktan sonra konuşabildi ancak. Ne dedi biliyor musun? “Biliyordum, zaten senin polis olduğuna. Daha doğrusu çoktan beri senden şüpheleniyordum. Senin hakkında böyle şeyleri gizli kapaklı çok duydum,” demez mi? Bunun üzerine keşke sakin bir köşede olsaydım da yuvarlana yuvarlana kahkahalar atsaydım. O sırada böyle bir imkanım olmadığı için gerçekten çok üzüldüm. Adam, inanmıştı benim polis olduğuma. Sonra ona şaka yaptığımı söyledimse de onu buna inandıramadım. İki de bir bana, sadece kendisinin böyle düşünmediğini, bir çok kişinin kendisi gibi benim polis olduğumu düşündüğünü ifade etti. Doğru söylüyorum dostum, millet beni polis zannediyor. Hatta mit mensubu olduğumu sananlar bile varmış. Halit söyledi bunu bana. Ve bu durumdan tedirgin olmaya, daha da önemlisi bundan korkmaya başladım. Çünkü, bakarsın kim vurduya giderim sonra. Belli mi olur?” Bense onun anlattıklarını, kuruntularını ciddiye almayarak alay ettim. “Senin böyle kabadayı yürüyüşün olduktan sonra daha çok polis, mit olursun.Dostum, sen bunun gibi saçmalıklara kafanı fazla takmışsın. Diyebilirim ki, sen bile dediklerine yakın zamanda inanmaya başlayacaksın. Gittiğim her yerde herkes bana şüpheyle bakıyor, dersen, kendini şüpheli birisi gibi göstermeye çabalarsan tabii ki, seni eninde sonunda ya polislikle ya da mitlikle damgalayacaklar. Söylesene dostum, senin de istediğin bu değil mi? İşte, sonunda kendini zorla da olsa herkese ajan, dedektif olarak kabul ettirdin ya. Muradına erdin artık. Fakat, sevgili dostum, herkese bu saçmalıkları yutturabilirsin, ama bana yutturamasın.Kendini yerden yere atsan da, takla atsan da, hatta kendini damdan atsan da benim için sen sadece Musa’sın. Sadece Musa...Başka bir şey değil. Benim yok şöyle yürüyüşüm var, yok böyle tipim var, yok şuna benziyorum, yok buna benziyorum ....Hayır arkadaş, hiç bir şeye benzemiyorsun. Sadece kendine benziyorsun. Üstelik polis tipi de yok sende. En doğrusu nedir biliyor musun, dostum? Bir an önce bu sevdadan vaz geç sen. Bence bu daha akıllıca olur senin için.” Musa, bönce bakışlarıyla sonuna kadar dinledi.Bazen, bana karşı çıktığını belirten el kol hareketlerinde bulunduysa da sözümü kesmesine müsade etmeyerek lafımı sonuna kadar sürdürdüm. Ben susunca da “ Hiç de düşündüğün gibi değil Kadir, dedi hararetli hararetli, tamamen saçmalıyorsun. Beni ne sanıyorsun, aptal mı? Yoksa ne dediğini bilmeyen züppe mi, ha? Kabadayı yürüdüğümü ben söylemiyorum, başkaları söylüyor. Üstelik, hiç bir yerde şüpheli tavırlar sergilemedim. Herkes kendince beni bu şekilde görmek istemiş. Ben ne yapayım? Bana bu tür sıfatları yakıştırmalarını ben mi tembihledim? Haberim bile yoktu hiçbir şeyden.” Ona inanmadığımı belirtmek için, “Acaba?” diye sordum. “Ne demek acaba?” “Diyeceğim şu ki, insanların seni böyle bir kalıba sokmaya çalışmalarına kendin imkan hazırladın. Çünkü, böyle bir şeyle aklını bozmuştun. Senin bilinçaltında vardı böyle bir şey.....Eeee, ne denir psikolojide buna, hatırlayamadım, sen söyleyebilir misin?” “Şey deniliyordu, şey....Ha hatırladım; şizofreni...Teessüf ederim Kadir, sen bana hasta mı demek istiyorsun ha! Açık söyle, korkma kızmayacağım...” “Hayır dostum, sana hasta falan dediğim yok. Ben sadece şizofrenice düşünüyorsun demek istiyorum. Bir süre sonra kendini iyice kaptırdığında iş çığırından çıkacaktır. Seni şimdiden uyarmak istedim sadece.” Musa, elini sert bir şekilde salladı, beni sahtekarlıkla suçladı. “Eğer, beni gerçekten bu şekilde yargılayacaksan bir daha benimle konuşma, dedi. Arkadaş, arkadaşa destek olur sanıyordum. Sen ne yapıyorsun? Başkasının bile düşünmediği şeyi sen rahatlıkla, üstelik canın hiç sıkılmadan pat diye ağzından kaçırdın. Anladım ben ne demek istediğini.” Yapma dostum, ben hiç bir şey demek istemedim. Sadece düştüğün yanlışı sana dostça göstermek istedim. Ama, sen bana sahtekar dedin. Asıl ben sana kırgınım. Beni tanıyorsun, seni sevdiğimi biliyorsun. Başkası bu kelimeleri bana karşı kullansaydı ağzının orta yerine yumruğumu yapıştırırdım. Ama sen benim dostum olduğun için böyle bir şeyi yapmayacağım.” Musa, “Çekinme bana da vurabilirsin, diyerek sözümü kesti. Bana resmen akıl hastası muamelesi ediyorsun. Sonra da başkası olsaydım dayak atacağını sıkılmadan ifade ediyorsun. Olmaz böyle bir şey. Sana bir şey daha söyleyeyim mi dostum; sen beni kıskanıyorsun. Evet Kadir, sen beni kıskanıyorsun.” “Aaa, yeter artık, dedim.Kızgınlığımın hat safhada olduğunu göstermek istedim. Daha fazla saçmalıklarını dinlemeyeceğim. Biraz daha kalırsam tatsız bir şey yaşanabilir.” Musa rahat görünüyordu. Ona göre kesinlikle ben onu kıskanıyordum. Rahat tavırları beni iyice çileden çıkardı. “Ben senin ne demek istediğini çok iyi anladım.Çoktan beri bana sürekli laf dokundurmaya çalışıyorsun. Ama sana kızmayacağım. Çünkü, arkadaşımsın. İnsanların üzerinde tesirli olamadığın için üzülüyorsun. Olsun. Üzülme.” Demez mi? Güldüm, hem de elimi dizime vura vura güldüm. Bu konuyu fazla uzatmak istemedim. Ona “Haklısın, dedim. Söylediklerimi de unut. Kim seni nasıl görüyorsa görsün. Şu kadarcık bile beni ilgilendirmiyor, tamam mı? Hadi kalk da şöyle bir dolaşalım seninle.” Kalktık. Musa’nın, yürürken adımlarına daha bir özen göstermesi, ellerini yana fazla açması dikkatimden kaçmadı. Ancak, kalabalığın içine karışınca yapay yürüyüşü, yerini gerçek yürüyüşüne bıraktı. Yine o eski utangaç adımlarını attı. Başı öne eğildi. Ayakkabılarının ucuna baka baka hızını arttırdı. Çünkü, bir an önce kalabalıktan sıyrılmak, oradan uzaklaşmak istiyordu. Onun bu haline baktıkça üzüldüm. Düşüncelerine biraz hak verdim. Bırak, dedim kendi kendime. Ne düşünüyorsa düşünsün. Bu, ona güç veriyor. Üstün bir tarafının olduğunu zannederek az da olsa insanlara tepeden bakma hakkını elde ettiğini düşünüyor. Bir kaç adım önde yürüyordu. Kalabalığın içinde beni unutmuştu. Sakin bir yere gelince önümde adeta koşar adımlarla yürüyen Musa’ya seslendim. “Hey dostum, başını yine alıp nereye gidiyorsun?, dedim. Beni bekle de beraber yürüyelim” Yanına gelince de elimi onun omzuna atarak sıktım.Bana baktı, gülümsedi. “Ne oldu?” diye sordu. “Yok, yok bir şey.” diye cevap verdim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © bayram telli, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |