Her insanda insanlığın tüm durumları vardır. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Bir kaç yıl önce gelmişti bu şehre.Sessiz, sakin,içine kapanık,işten eve,evden işe gidip gelen bir memurdu.Kendisiyle konuşulduğu zaman cevap verirdi.Onun dışında ağzını açtığı hiç görülmemişti.İsmi Nejat’tı.İşyerine her gün aynı takımla,açık gri bir takımla gelirdi.Orta boylu,Hafif kilolu kısık gözlü,gür ince saçları,açık,tombulca yüzlü,mütevazi görünümlü birisiydi.Bıyıkları inceydi.İnancı kuvvetli olanlarda vardır böyle bıyıklar.İnsanı kendine acındıran masum bir yüze sahipti.Beş yıl evden işe,işten eve sessizce gidip geldi.Altıncı yılda terfi etti.Aslında Nejat da beklemiyordu böyle bir şeyi.Boşalan bir koltuğa birisinin oturması gerekiyordu.Orada Nejat’tan daha kıdemli adamlar vardı.Ancak,hiç birisi o koltuğun hakkını verebilecek kabilliyette ve selahiyette değildi.Durum böyle olunca da Nejat’ın terfi etmesi kaçınılmaz oldu.Nejat’ın gözle görülecek üstün bir tarafı yoktu.Ancak,müdür kendisine başkaldıracak,onun kararlarına itiraz edecek kimseyi istemiyordu.Kurallara bağlı,prensip sahibi,verilen işi-itirazsız-dört dörtlük yapabilecek birisini arıyordu.Nejat dışında bu özellikleri haiz kimse yoktu.Bir sürpriz sonucu Nejat kendini bu koltukta oturmuş buldu.Şansı iyi gidiyordu.Sessiz,soğuk bir yapıya sahip olmasına karşın kimseyle bir kavgası olmamıştı.Herkesle azami surette iyi geçinmeye çalışırdı.Hoşuna gitmediği bir söz veya tavır karşısında gözlerini muhatabına dikerdi.Bunun dışında,sohbetlerde konuşurken adamın yüzüne bakmazdı.Parmaklarının uçlarına bakarak konuşurdu.Göz göze gelmekten çekiniyordu sanki.Göreve geldikten birkaç gün sonra Nejat’ta dikkati çekecek kadar bir değişme oldu. Başı daha dik, yürüyor,daha bir cesaretle davranıyor,konuşuyordu.Sesi daha bir açılmıştı.Zamanla,konuşurken muhatabının gözlerinin içine bakar oldu.İnsanı tesir altında bırakan bir havası oldu.Konuştukça bu havası esrarengizliğini kaybediyordu.Ağzını açmadığı zamanlarda daha çok saygı görüyordu.Bir iki ay içerisinde üstüne yeni bir takım elbise aldı.Artık suçlu gibi değil,kendinden emin yürümeye başladı.Aldığı para bir öncekinden çok fazlaydı.Kişisel farklılığını göstermekten haz duymaya başladı.Nejat varken orada çalışanlar konuştuklarında kullandıkları kelimelerin seçiminde daha bir özen gösteriyorlardı.Bu durum yalnızca iş yeriyle sınırlı değildi. Öğlen arasıydı.Tüm çalışanlar bir odada toplanmış,yemeklerini yemiş,dinleniyorlardı.Nejat da oradaydı.Bu arada laf dönüp dolaştı siyasete geldi.Tarık ile Mustafa arasında hararetli bir tartışma başladı.Diğerleri de zaman zaman tartışmanın içine giriyor;bazıları Mustafa’yı bazıları da Tarık’ı destekliyordu.Tarık,son birkaç aydır ülkenin bilinmeyen bir yöne doğru sürüklendiğini ileri sürüyordu. “Bizi gerçekten neler bekliyor,bilmiyorum.Böyle giderse ülkenin geleceğinin korkunç bir sonla biteceğini düşünüyorum.Çünkü,bizi yönetenlerin geçmişte ne işle uğraştıklarını siz de en az benim kadar biliyorsunuz.Bundan önceki hükümetler belki memleketi doğru dürüst idare etmemiş olabilirler.Halk zor günler yaşamış olabilir.Ancak,insanlar yine de bu memleketin gerçek sahiplerinin kim olduğunu biliyordu.Peki,kimdi bunlar?Tabii ki,milletin kendisiydi....” “Ne demek yani,diyerek Mustafa, Tarık’ın lafını kesti.Şimdi,bu memleketin sahibi yine bu millet değil mi?Sen bunu mu kastediyorsun?” Tarık: “Söyleyeceklerimin iyi anlaşılmasını isterim her zaman.Ki,ben çok açık bir şekilde konuştuğumu sanıyorum.Görünüş itibarıyle bizler,yani bu memleketin gerçek sahipleri,bu ülkenin gerçek sahipleri gibi görünüyorsak da işin aslı böyle değildir. Bak şimdi sana bir örnek vereceğim....” “Benim örneğe falan ihtiyacım yok.Sen tamamıyle laf kalabalığı yapıyorsun.Bir takım kelime oyunlarıyla benim kafamı karıştırmaya çalışıyorsun.Gerçekleri konuşmuyorsun.Dünyanın dört bir tarafı bizi hayranlıkla izlerken sen ve senin gibiler ortalığı bulandıracak lakırdılar etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz.Gerçekten vatanını seven böyle yapmaz.Öğle değil mi arkadaşlar? Haksız mıyım?”diyerek Mustafa, oradakilere döndü.Kimseden ses çıkmayınca Mustafa devam etti: “Düşünün bakalım,bundan yirmi yıl önce bu memleket ne kadar yol aldı?Hepinize sesleniyorum!Elinizi vicdanınıza koyup öyle cevap verin.Söyleyin bakalım!...Tabii ki,söyleyemezsiniz.Çünkü,bir arpa boyu yol almamışız da onun için.Seneler geçtikçe tüm dünya müthiş bir hızla gelişirken, bizler hala bir arpa boyu gidememişsek siz kalıp da “hep yerimizde saydık”gibi bir laf bile edemezsiniz.Diyemezsiniz,çünkü bu yirmi yıl gerilemektir.Zaman işlediği halde yerinde saymak,gerilemek demektir.Öyle değil mi? Sen şimdi memleketin bilinmeyen bir yöne doğru sürüklendiğinden bahsediyorsun?Şimdiye kadar bilinene doğru yol aldık da ne oldu sanki.Senin ileri sürdüğün gibi olmasa da biz gerçekten umutlarımızın odaklandığı bir yere doğru gidiyoruz. “Heyecanı azalmış gibi bir sesle Tarık; “Sen öyle san”,dedi. “Tabii ki,öyle sanacağım.” “Bizim süslü ifadelere ihtiyacımız yok.Sen de pekala görüyorsun ki,her köşe başında,duvar diplerinde insanlar bunu konuşuyor.Herkes tedirgin,korku içinde bekliyor.” Tarık yeniden alevlendi.Kelimeler heyecandan boğazında düğümleniyor,kesik kesik konuşuyordu. “Bu insanların haklı tedirginliğini çok iyi anlıyorum.Birkaç sene sonra böyle özgürce yaşayamayacaklarını biliyorlar.Esaret zincirinin tüm ağırlığını boyunlarında hissedecekleri günlerin yakın geleceğini korku içinde bekliyorlar....”Mustafa,Tarık’ın daha fazla konuşmasına izin vermedi.Tarık’ın çizdiği tablodan rahatsız olan Mustafa : “Sen bize şiir okuyorsun.Bilmeyen adam,acaba ne olmuş zannedecek.Halbuki, duygularınla ve tahminlerinle konuşmanı değil,aklınla, içinde bulunduğun zamanda nelerin olup bittiğinden konuşmanı beklerdim.Biliyorsun ki,....”Tarık hemen araya girdi.Bu arada Nejat dışarı çıktı.Oturduğu koltuğa iyice yerleşmeye çalışan Tarık: “Ben duygularımla değil,aklımla düşünüyorum.Ayrıca,şiir kısmına da katılmıyorum.İnsanlar geleceği hakkında fikir yürütürken içinde bulunduğu zamandan ve bu zamanda meydana gelen gelişme ve değişmelerden veya durgunluktan yola çıkarak tahminlerde bulunurlar. Ben de bunu yapıyorum.Eğer söylediklerin doğruysa, senin de benden pek bir farkın yok...” “Nasıl”?diye sordu Mustafa merakla.Şöyle ki,diyerek Tarık kaldığı yerden konuşmasına devam etti. “Ülke,memleket iyiye gidiyor diyorsun.Peki bu,tahmin değil de ne ?Gelecekte iyi,güzel şeylerin bizi beklediğini nereden çıkarıyorsun?Buradakilerin hepsine de sorsan bana katıldıklarını görürsün.” İkisi de odadakilere döndü.Ama,hiç kimseden ses çıkmadı.Çünkü,–biri dışında-hepsi uyuyordu.O da oturduğu sandalyeye yaslanmış,elleri göğsünde dinliyor,baygın baygın bakıyordu.Uyumak istiyordu, ama uyuyamıyordu.Tarık ona döndü. “Cem,sen ne düşünüyorsun ?” Cem sadece dudaklarını çarpıtmakla yetindi.Sonra ağzını açtı; “Hıı...Beni karıştırmayın.” Cem’den olumlu bir cevap alamayan Tarık biraz bozuldu.Ancak,kendini hemen toparladı.Sonra takılarak; “Sen niye uyumuyorsun?”diye sordu. “Hııı?...Bana karışmayın.” Hızını alamayan Tarık,tartışmayı sürdürmekten yanaydı. “Kim ne derse desin,ben bu gidişattan memnun değilim.Dolayısıyla kafamdaki aykırı düşünceleri atamıyorum.Atsam bile,insanların yüzlerindeki tedirginlik beni rahatsız ediyor.Eğer,resmi ve sivil tüm kurumların kafasını kurcalıyorsa bu,bence vahim bir durumdur. “Allah aşkına Tarık, böyle konuşma!Sanki başka dünyalarda yaşıyoruz....Söz konusu insanlarla ben de karşılaşıyorum, ama yüzlerinde farkına vardığın tedirginlik kendini niye bana göstermiyor?Yoksa ben......” “Çok doğru.Evet,sen farklı bir dünyada yaşıyorsun.Özgürlüğün olmadığı bir dünyada yaşıyorsun.” “Halbuki,özgürlüğü,gerçek demokrasiyi yerleştirmeye çalışıyoruz.” “O,senin fikrin.Ama ben katılmıyorum.Eğer,birkaç sene sonra korktuğumuz başımıza gelmezse sen gel yüzüme tükür.” Tarık,sinirlenerek kalktı.Kapıdan çıkarken Nejat’la az daha çarpışıyordu. “Yavaş ol Tarık, yavaş ol!dedi.Sonra da odadakilere karşı sesini yükselterek ; “Hadi beyler uyanın!Herkes işinin başına.Mustafa ! Şunları uyandır.” Bunu söyledikten sonra da çekilip gitti. Birkaç hafta geçti.Nejat,elinde bir kağıtla Tarık’ın yanına geldi ve “Bu sana,”dedi.Tarık: “Nedir bu?”diyerek merakla kendisine uzatılan kağıdı aldı,okudu.Yüzü sapsarı oldu,dudakları kurudu,boğazı düğüm düğüm oldu. “Ne demek oluyor bu?”dedi, en sonunda.Nejat cevap vermedi.Gözlüğünün arkasından Tarık’ı dikkatlice süzdü.Sonra çekildi,odasına girip kapıyı arkasından kapattı.Oradakilerin hepsi de meraklanarak Tarık’ın başına toplandılar.Onun elindeki kağıdı herkes alıp okudu.Sonunda Mustafa “Çok üzüldüm,gerçekten,”diyerek kağıdı Tarık’a verdi.Bunun ne demek olduğunu kimse bilmiyordu.Emir büyük makamlardan geliyordu ve kağıtta Tarık’ın işine son verildiği yazılıyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © bayram telli, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |