Her devrim yokolup gidiyor ve peşinden yalnızca yeni bir bürokrasinin artıklarını bırakıyor. -Kafka |
|
||||||||||
|
Bir sarmaşığın dalına tutunarak çıkabiliyorum evin çatısına. Köylerde bütün evlerin bahçesi vardır; ve o bahçeye tepeden bakmak neredeyse bütün çocukların vazgeçilmez tutkusudur. Kiremitleri kontrol etmek için çıkan babaların unuttuğu merdivenler,onlara yapılan en büyük kıyaktır. Tahta tavanlı evlerde oturanlar için yağmur, topraklarını besleyip ardında bıraktığı koku adına güzeldir sadece. Hep dışarıdadır yağmurun cazibesi. Her yaz, bir sonraki kışın yağmura nefret büyütmemesi için, kiremitler kontrol edilir; ve aralıkları kapatılır. Büyüyüp baba olunduktan sonra, sarmaşıklara tutunmak, yüz kızartıcı bir suç gibidir. Sarmaşığın dallarına olan özlemden olsa gerek, merdiveni unutmamayı defalarca hatırlatırlar kendilerine. Bir çocuk için anlaşılmazdır bu özlem ve içten içe kızgınlık duyulur giden merdivenin ardından. Zaten ilk özlemler çoculluğun bırakıldığı an başlar. Bir sarmaşığın dalına tutunarak çıkabiliyorum evin çatısına. Ben o evin torunuyum. Dedem, daha çok uzaklaşmış çocukluğundan, daha çk özlem biriktirmiş ve merdiveni hiç unutmuyor ardında. Ama ben diğer çocuklar gibi kızmıyorum ona. Çünkü diğer çocukların babaları, içlerindeki özlemi saklamak zorunda hissediyorlar kendilerini ve onları sarmaşıklarda gördüklerinde küplere biniyorlar. Oysa bütün dedeler, kendi çocukları büyüyene kadar zar zor taşıyabildikleri diktatör ruhu, ilk torunla tamamen geçmişe bırakıyorlar. Şimdi anlıyorum evin her tarafından yükselen sarmaşık dallarının nedenini. Hepsinden birer kez çıkmışlığım var çatıya. Çatıdayken, taşlarına takılıp yürüyemediğim bahçe öyle güzel görünüyor ki, atlayasım geliyor. Bir gün ters dönmüş bir kaplumbağa görüyorum bahçede. Öylesine çaresiz debeleniyor aşağıda. Ben, önce oyun oynadığını zannediyorum. Hatta 'aptal kaplumbağa' diyorum toprağı deniz sanıp, sırt üstü yüzdüğünü düşündüğüm için. Oysa acılı seslerin yankısı, hemen farkediliyor dikkat edilince. Çatıdan inip dedemin yanına koşuyorum ve kulağına eğilip anlatıyorum. Birlikte gidip kaplumbağayı kurtarıyoruz. Bunların hepsini hınzır çocuklar gibi büyük bir izlilikle yapıyoruz. Anneannem görürse tutup kaplumbağayı bahçenin dışına atıyor. Aslında korkuyorum kaplumbağadan; ama çaresizlik içinde gördüğümde de dayanamıyorum. Çatı muhabbetim de o günlük sona eriyor. Zaten iyice yaklaşan akşam yemeğinden önce, yapmam gereken çok şey var. Tırnaklarımın arasına dolan çamurdan asta kalıntılarını temizleyebilmek için epeyce zamana ihtiyacım var. Yemeğe oturuyoruz; benim ekmeklerim yine birer lokmalık parçalara ayrılmış. Bu yüzden, hep dedemin yanına oturuyorum. O çok sevdiğim küçük ekmeklerden olsa gerek, göbeğimi bir güzel şişiriyorum. Göbeğimdeki deliğin karası da büyyortabi. Anneannem bana 'kara göbek' diyor. Ben, onu dedeme şikayet ederken 'kara löbek' diye çeviriyorum yumurcak dilinde. Günün orgunluğu masalları dinlememe engel olmuyor; ama masallar biter bitmez de uykuya dalıyorum. Sabahın taze yumurtalı kahvaltısından sonra, yine çatı yolları gözüküyor. O gün daha güzel bir şey keşfediyorum. Bahçedeki çok büyük gördüğüm dut ağacıla aynı boydayım, çatıda otururken. Büyük bir hırsla ayağa kalkıyorum ondan uzun olmak için. Senden büyüğüm deyip, seviniyorum. O anda birkaç kiremit düşürüyorum. Bir çatı ve gelecek kış için en kötü şeyi yapıyorum. Suçumu yanıma alıp, dedeme boynu bükük anlatıyorum. ' Üzülme, zaten bahardayız; yaza hallederim' diyor. O günlerde garip bir telaş yaşanmaya başlıyor. Dedemn ellerinde kocaman kapkara kağıtlar görüyorum. Merak edip sorduğumda. ' İçimi görmek istedm' diyor. Ben de istiyorum, diyorum. ' Daha çok küçüksün' diyor. Haziran sonunda bir akşam, artık ekmeğimi ısırmayı öğrenmek zorunda kalıyorum. Çünkü dedem, yemeğini yatağında yiyor. Yemekten sonra yanına gidiyorum; masalımı dinleyip uyuyorum. Sabah kahvaltıdan sonra, beni zorla amcamlara gönderiyorlar. Gitmeden dedeme uğruyorum. ' Dede, yaz geldi; çatıya çıkıp kiremitleri yerine koymayacak mısın?' diyorum. İçimden de 'Hem belki merdiveni orada unutursun' demek geçiyor. ' Hadi, sen şimdi git git' deyip, sarılıyor. Amcamların kapı önünde bir yokuş var; ve köyün ana yoluna bakıyor. Orada çocuklarla oynarken, aşağıda bir kalabalık görüyorum; ve aralarında kocaman yeşil dikdörtgen kutuyu farkediyorum. Onun içinde ne var, diyorum karşımdaki kadına. Hiç duraksamadan, 'Deden...' diyor. O yaşımda sadece dönmeyeceğini bildiğim için; yere çömeliyorum, ellerimi yanağıma dayayıp, 'Niye?' diyorum. 'Öldü ' diyor. Ne de kolay söylüyor. Eve gidiyorum; herkes ağlıyor. Ben yine sarmaşıklara tutunup çatıya çıkıyorum; ve ağlamaya başlıyorum. Ağlarken bir kiremit daha düşürüyorum; ve o kışın sağanak yağan her yağmurundan nefret edileceğini düşünüyorum. Yıllardan sonra öğreniyorum, kocaman kara kağıtların röntgen olduunu.Benim için ölüm, içini göstermekle başlıyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © NURGÜL SEVİNÇ, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |