Şahin bakışlı, ahu gözlü, şirin davranışlı ve tatlı sözlü idi. -Fuzuli, Leyla ve Mecnun |
|
||||||||||
|
Geceden kalan sigara izmaritlerinin kokusu odayı kesif bir şekilde bürümüştü.Havanın soğuk oluşu yataktan kalkma isteğini daha da azaltıyordu.Cenin pozisyonunda üstüne örtülü kenarları süklüm püklüm olmuş yorganını ısıtma sistemi olarak kullanıyordu.Her ne kadar mızmızlansa da işe gitmek zorunda oluşu harekete geçirdi cenini .Bir çırpıda yataktan fırladı yetişmesi gereken bir otobüs vardı yetişmeliydi.Zamanında varamazsa kırk beş dakika daha durakta beklemek zorunda kalacaktı.Her günü bir önceki günün tekrarıydı. Aslında ufak tefek değişiklikler olmasa bitmeyen senfoni bu olsa diye aklından geçirdi.Kendini önemli bir olayın parçası olarak görmeyi çok severdi .Tüm ülkeyi sarsacak sansasyonel bir haber yapma peşindeydi ne de olsa genç bir gazeteciydi. Gün doğmuş insanlar karınca misali koşuşturmaya başlamışlardı herkesin acelesi vardı durunca kaybedecek çok şeyleri varmış gibi süratliydi otobüsler ,tramvaylar ,sarı sarı yola iplik gibi dizilmiş taksiler .Bu acelesi olan insanları bir yerlere götürme telaşı içersindeydi duramazlardı .Elleri parkasının ceplerinde kalabalık insan grubunun içersinde kendisine bir yer buldu. Cam reklam tabelasına sırtını dayarken gözü reklama panosuna ilişti :“Kontrolsüz güç ,güç değildir” bence de dedi içinden sonra bu sloganı kadar kolay kabul edişini gazeteci kişiliğine yakıştıramadı.Güç önemli bir şeydi ve kontrol edilmeliydi.Peki kim kontrol edecek di bu gücü?Nasıl kontrol edecek? Basit gibi görünen bir reklamlarda bile beyin yıkayıcı metaforlar var sanki ! Bunu sadece kendisinin fark etmesi tuhafına gitmişti ,neyse ki otobüs gelmişti.Otobüsün üstü reklamla kaplı kocaman harflerle: “Susuzluğunu dinle” ,sinirleri bozulmuştu insanın beynine hükmetmek istercesine reklam bombardımanı altındayız diye düşündü. Şunu yiyeceksin ,şunu içeceksin ,bunlar in ,şunlar out , kim belirliyordu ? Kim koymuştu bu saçma sapan kuralları ? İnsana saygı diyorlar ,ne saygısı? Apaçık bir kandırmacaydı yaşadığımız hayat .Bu sarmalın dışına çıkmak oldukça güçtü. Otobüsün camına yanağını dayadı soğuktu ağzından çıkan buhar dışarıyı açık seçik görmesini engelliyordu gözünü kalabalığa çevirdi ayakta duran yaşlı adamla göz göze geldi. Adam ayakta olmanın çaresizliği içersindeydi yorgun bedeni birilerinin merhametine kalmıştı.İsteksizce : -Oturmaz mısınız bey amca? -Yok yavrum bir durak sonra ineceğim teşekkür ederim. Hem vicdanen rahatlamıştı hem de başka yer vermeyi gerektirecek kimseler yok gibiydi Otobüse bindiğinde bir yer bulabildiğinde yer vermemek için sürekli camdan dışarı bakardı.Bunu herkes yapar ,metropolün gizli kuralıdır bu .Otobüste ,metroda ,vapurda yer bulabildiysen gözlerini dik dışarıya .Küçükken öğretilen görgü kuralları yerle bir oluyordu bu metropolde.Hayvani bir düzen vardı .Güçlü güçsüzü eziyordu. Sadece kimse bunu seslendiremiyordu.Toplu taşıma araçları toplu işkence aletlerine dönüşmüştü adeta. Hayatta bir araya gelmeyecek insanlar göğüs göğse yolculuk yapıyorlardı.Yabancı insanların nefesleri ensendeydi .Hepimiz aynı kaderi yaşamamıza rağmen başkasıydık birbirimize .En ufak bir kural ihlali bazen kavgaya dönüşebiliyordu.Nitekim de öyle oldu telefonunu kapatmayı unutan genç önce şoförün sonrada durumdan vazife çıkaran vatandaş grubunun hışmına uğradı.Şoför:“Telefonunu kapat arkadaşım görmüyor musun yasak fren sistemi kilitlenecek sayende”.Öfkeli kalabalığın sözcüsü iri kıyım kır başlı adam öfke saçıyordu:- “terbiyesiz adam kapatsana şu telefonu”genç oralı bile değildi yüzündeki endişe okunabiliyordu eliyle bir yandan kalabalığı sakinleştirmeye çalışıyorken bir yandan da telefondaki sesi anlamaya çalışıyordu . Verdiği cevaplar kısaydı :“nasıl ?”, “anlayamadım” ,“ama dün durumu çok iyiydi”,“nasıl olur anlayamıyorum ama dün her şey yolunda demiştiniz ?” “ama daha günü var demiştiniz” kalabalık konuşmaya kulak kesilmişti durum gerçekten acildi boğazı düğümlenmişti .Verilen acı bir haberdi .Genç hıçkırarak ağlamaya başladı kalabalığa açıklama yapar gibi :“Karım sabah doğum yaparken ölmüş” koca otobüste ölüm sessizliği hakimdi.Artık iri kıyım kır başlı adamın ağzını bıçak açmıyordu.Otobüs durakta durunca genç de kendisini dışarı attı onunla birlikte birkaç kişi daha indi meraklı gözler otobüsün arkasından genci seyrediyorlardı genç durağın az ötesindeki çimlere kendisini attı…. Olayı tam olarak duyamayanlar duyanlardan neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Hızlı adımlarla gazetenin yolunu tuttu .Yine geç kalmıştı. “-Ooo haşmetmahap sabahı şerifleriniz hayırola”seslenen yazı işleri müdürüydü “-Günaydın Mustafa bey .diye seslendi sabah geç kalanlara söylediği bir sözdü bu genellikle geç kalanlara böyle seslenirdi açıklama istemezdi.Parkasını çıkarıp günlük programını gözden geçirdi bir kaç açılış vardı oralara gidip haber yapacaktı.Gazetede muhabir olmanın en zevkli yanı açılışlardı .Bugün ne varmış hayvan severlerin açtığı hayvan barınağı,yeni diş hastanesi, karikatür sergisi açılışı ..Saim ben çıkıyorum ben bunları aldım sen diğerlerine gidersin. “-Ne o selam sabah yok mu? “-Sorma Saim sabah korkunç bir olay yaşadım aslında her gün sıradan olan şeyler ama ben çok etkilendim”. “ -Hayırdır dostum ?” Sabah olanları anlattı .Saim olanları dikkatlice dinliyordu.Korkunç diye ekledi gerçekten çok değişik bir durum her zaman şahit olabileceğin bir olay değil diye ekledi. “-Ama üstadım sende de hiç gazeteci merakı yok neden deklanşörü çalıştırmadın bir de dersin ki bir gün yapacağım haberi tüm ülke konuşacak .İşte sana haber neden takip etmedin o genci belki de musti beğenip manşete koyardı.” “- Aslında senin aklından geçenleri bende düşündüm ama o gencin acılarını ortalık malı yapmayı pek etik bulmadım.” “-Etik mi? Ne etiği saçmalama gazeteciliğin kuralı bu beş ne bir ka.” “-Bak dostum ben insanların acılarını yalnız başına yaşayarak olgunlaşabileceklerine inanlardanım.” “-Haklı olabilirsin ama ben toplumsal faydayı düşünürüm .” “-Ne gibi bir toplumsal fayda çıkacak bu olaydan?” “-Olayı takip etseydin .Bir: mutlaka tıbbi bir ihmal ortaya çıkacaktır iki:otobüslerdeki telefon yasağının sanıldığı kadar fren sistemine etki etmediği sözüm ona sadece yolcuların konforunu sağlamak adına böyle bir karar alındığını öğrenecektin belki de.” “-Bundaki toplumsal fayda ne?” “-Fayda şu olay toplumda konuşulur olacak medyaya yansıdığından ihmali olanlar cezalandırılmış olacak.Gencin acılarını tüm toplum paylaşmış olacak . “-Toplumsal fayda” yüzünde müstehzi gülümseme belirdi . “-Söyle Saim hani şu meşhur aç susuz Afrikalı çocuk fotoğrafı ,yanına akbaba geliyor gazeteci olaya müdahale edip akbabayı kovacağına çocuğu yemesine göz yumuyor hatırladın mı? “-Evet hatırladım.” “-Sen olsan kuşumu kovalardın yoksa fotoğraf çekmeye devam mı ederdin ?” “-Ne alakası var bunun” dedi Saim “-Sen gerçekten sorunlusun bu işi niye yaptığını bazen anlamıyorum.” “-Ben anlayacağımı anladım ikimiz arasındaki fark bu.” “-Ben çekerim demedim.” -“Çekmem de demedin.” Kuru bilgisayar tıkırtıları ve telefon sesleri arasında boğazını temizleyen bir ses duyuldu yazı işlerinin sesiydi.Mustafa bey bununla da yetinmeyip :“-Beyler isterseniz programlara teşrif ediniz”.Bu sefer kızmış gibiydi.Nazik bir şekilde kızılınca çok asabi görünmekten daha etkili olunabileceğini düşünüyordu belki de. Gözlük dişlerine yapışmış gözleri aşağıya doğru gençlere bakıyordu .Gidin artık der gibiydi.Saim seslendi: -“ Tamam Mustafa bey şoför gelince çıkacağız .” -“Güzel yalan.” -“Şissst duyacak.” -“Aman duyarsa duysun üç kuruşa beş köfte işlerine gelirse.” -“Bu rahatlığın beni öldürecek Tufan.” -“Saim, bu gün çok keyifsizim şu programları Halukla paylaşsanız da biraz dolaşsam uzun zamandır görmek istediğim arkadaşlarımı görürüm.” -“Olur Tufan sen yeter ki kafanı toparla.” -“Bu iyiliğini unutmayacağım.” -“Dostlar ne içindir Tufan.” Kolunda saate baktı dokuzu yirmi geçiyordu, ne yapacaktı ? Kafasını toparlayacaktı , allak bullak olmuş zihnini canlandıracaktı ama nasıl? Gazeteden çıkıp yolda hedefini belirlemeden yürüyordu ,kalabalığa karıştı ,en sevdiği şeyi yaptı yaya trafiğine açık insan selinin olduğu bi yerde durdu ve gökyüzüne baktı ,yanından geçen insanlar ne yaptığına bakıp başlarını tekrar yollarına çevirip yürüyorlardı.Ne yapıyor bu adam bakışı fırlatıyorlardı.Bulutlar yağmuru topluyordu.“Yağmur fena patlayacak ”diye söylendi kendi kendine sanki birine seslenir gibi.Burnuna ilk damla düşmüştü bile .En iyisi eve gidip uyuyayım diye aklından geçirdi sonra birden vazgeçti.Güneşli günleri özlemiş olmasına da şaşırmıştı çünkü sıcak havalarda da bunaltıcı sıcaktan şikayetçi olurdu.Belki Saime söylediği gibi uzun zamandır görmediği dostlarını görmeliydi peki ama kimi ? Sıkıntılarını başkalarına bulaştıracaktı,başkalarının da mutsuz olduğunu görmek kendi mutsuzluğunu biraz azaltacaktı.Bu şekilde kendini rahatla bilecek olabilmesini sefilce bir düşünce olarak gördü .İçinden mırıldanıyordu acınılası varlıksın acınılası.Hem nereden çıkardın her insanın kendin gibi mutsuz olduğunu ,mutluluk göreceli bir kavram değimli? Ne yaparsan yap en zirveye ulaşsan da mutlu olamayabilirsin. Bunu biliyor olmanda seni bu çıkmazdan kurtarmaz.Bazen farkında olmak da çekilmez olabiliyordu.Bir dostu ona: “Bak dostum cehalet mutluluktur ama bilmek ve farkına varmak sorumluluktur”. “Artık cahil olamayacağın için sorumlulukların var. Mutlaka kendine hedef belirleyeceksin . Neyi yapıyorsan en iyisi olmaya bakacaksın.” Nitekim de öyle yapmıştı okulunu birincilikle bitirmişti.Yıllar sonra geriye baktığında neyi başardığını düşününce tek başardığı şeyin bu olduğunu hatırladı.Ama bu başkaları için yapmış olduğu bir hedefti .Aklının bu kadar karışmış olmasına kızıyordu hayat bu kadar güç bir şey değildi ,işte şuradaki kaldırımı süpüren temizlikçi yanındaki arkadaşıyla nasıl gülüp şakalaşıyorlardı hayatta hiç sorunları yok muydu ? Elbette ki vardı ama onlar bulamadığı bir şeyi bulmuşlardı umursamıyorlardı.Zihinlerini süpürdükleri sokaklarla temizliyorlardı. Sokaklar temizlendikçe zihinleri temizleniyordu sanki.Umursamamak, unutmak en iyisi ,gözlerini kapadığında ormanı ,denizi, bölük pörçük pamuk helva gibi bulutları görmek istedi. Kaygısız bir şekilde köy kahvesinin asmalarının altında hasadını bekleyen köylülerin tevekkülünü hatırladı . Toprağın kokusunu ,günün içini ısıtarak doğuşunu ,yalın ayak koşturduğu çayırları özlemişti. Gitmeliydi bu şehirden apansızın. Ardına bakmadan. “Varlığım bilinmiyor ki ,yokluğum bilinsin.” “Gitmeliyim,gitmeliyim bu şehirden.” “Başaramadın korkak.” Kayıp ruhlar cennetindeyiz .Fırtınada savrulan yapraklar gibi oradan oraya savruluyoruz .Ruhlarımız ne zaman huzur bulacak diye bekliyoruz ,beklediğimiz zaman bir türlü gelmek bilmiyor .Ruhlarımızı kasıp kavuran bu susuzluğu ancak ölüm şerbeti dindirecek.Ne zaman bitecek bu ızdırap? . * * * Caddelerden sokaklara oradan çıkmaz bir sokağa ilerledi. Yıkık dökük bir külliyenin içinden geçiyordu yağmur hızını artırmaya başlamıştı , külliyenin kenarında küçük bir kulübe gözüne ilişti bacasının tüttüğünden birilerinin olduğu anlaşılıyordu . Sırılsıklam ıslanmıştı .Kulübeye sırtını dayadı .Saçaklara vuran yağmurun ritmik sesini dinledi. Sesleri duyan bekçi kulübenin kapısını araladı : -“Buyur delikanlı birini mi aradınız diye ?" -Yo sadece yürüyüşe çıkmıştım yol beni buraya kadar getirdi. -Madem yol sizi buraya kadar getirdi buyurun içeriye sobanın üstüne yeni çay koydum üstelik üstünüzde çok ıslanmış. -Teşekkür ederim. İçersi oldukça sıcaktı ,sedirin üzerine kararsızca oturdu. Gözleriyle içerdeki eşyaları inceliyordu .Sedirin karşısındaki kitapların çokluğu dikkatini çekti . -Maşallah amca bi hayli kitabınız var demek okumayı seviyorsunuz? -Evet okumayı severim dedi gülümseyerek.Keçeden yapılmış kalpağını çıkardı. -Hoş geldin delikanlı isim nedir? -Tufan. Bekçinin yüzündeki gülümseme daha da arttı. -Benimki de Nuh. Yağmur şiddetini artırmıştı oluklardan akan yağmurun kalınlığı daha da artmıştı uzak ufuklarda şimşek çakıyordu.Bekçi sobanın yanındaki minderden kalkıp çay ikram etmeye koyuldu. “-Buyurun ,içiniz ısınsın.” mahcup bir şekilde ikramı kabul etti . -Zahmet oldu gerçekten. -Ne zahmeti evladım ben zaten içecektim hem benim konuğum hiç eksik olmaz. Bekçi Ahşap iskemleye ilişti, iri ellerinin arasında çay bardağı kayboluyordu. -Evet delikanlı kimsin nesin kimlerdensin? Boğazını temizledi yutkunduktan sonra ; -İsmim Tufan gazeteciyim ,aslında burada ne aradığımı bilmiyorum işte olmam gerekiyordu ama kendimi garip bir şekilde burada buldum. -Sence bu tesadüf mü? -Bilmem belki de ,buraya gelmeyi planlamamıştım aslında görmek istediğim birkaç arkadaşım vardı onları görecektim ara sokaklar beni buraya kadar getirdi.Yağmurda bastırınca sağ olasınız sizde izin verdiniz buraya sığındım. -Hiçbir yere tesadüfen gelinmez Tufan bey her şey onun takdirindendir tufanı görmeyen Nuh hamd edemez. Tufan bu konuşmanın seyrine oldukça şaşırmıştı virane bir külliyede bir bekçinin oturaklı sözler işitmesi merakını cezp etmişti, merakı daha da artmıştı kimdi bu adam ,hiç sevmediği ak sakalı dede hikayelerinin ortasına düşmüş gibi hissetti ,yanakları al al olmuştu ne yapmalıydı .Konuşmanın seyrine göre karar verecekti bu adam ya çok akıllı ya da bir meczup.Buna nasıl karar verecekti bilemiyordu. “-Evet dedi Tufan zorluklar sonrası kurtuluş .” -Aynen öyle Tufan konuşmanın seyrini değiştirmek ister gibiydi konuyu kitaplara getirdi böylelikle adamın kişiliği hakkında daha fazla bilgiye sahip olacaktı . Aklına sabahleyin konuştuğu arkadaşının sözleri geldi sende gazeteci merakı yok!Bu sefer Saim’in dediğini gibi yapacaktı beş ne bir ka artık devredeydi. Adama sorular soracak güzel bir röportaj ortaya çıkacaktı.Mesleğiyle ilgili iyi bir şeyler yapabileceğini düşünerek mutlu oldu. -Kitaplarınızın çoğu Osmanlıca . -Bilir misin okumayı? -Biraz en azından bazı harfleri çattırabiliyorum üniversitedeyken meraktan bi ara kursa gitmiştim fakat fazla geliştiremedim. -Keşke devam ettirseydin ne cevherler var ceddimizde. -Doğru söylüyorsunuz ama çoğu zaten günümüz Türkçesine çevrilmiş durumda. -Günümüz Türkçesi mi ? Kuşa dönmüş bir dile günümüz Türkçesi diye tanımlıyor olmana bir şey diyemem ama ceddimizin konuştuğu dil daha zengindi. -Orası muhakkak fakat benim bu durumu düzeltecek ne gücüm nede ilmim var sonuçta bir gazetede haber yapan bir muhabirim. -Gazete politik reklam malzemesinden başka bir şey değildir. Bir grup insan bir araya gelir ve toplumunda kendileri gibi düşünmesini isterler.Hatta öyle ki yangın çıksa da söndürsek diyen itfayeciler gibi gazetecilerde bir skandal olsa da yazsak diye düşünürler.Orada ne yapıyorsun tam olarak ? - Haber yapıyorum. - O ne demek - Yani olay mahalline gidip objektif bir gözle olanları okuyuculara duyuruyorum. -Bi nevi kamu hizmeti yapıyorsun? -Evet nevi öyle -Peki insanların bunları merak ettiğini kim belirliyor? -Aslına bakarsanız olayların seyrini biz belirlemiyoruz haber bizim ayağımıza geliyor.Önemi ve önemsizliğini yazı işleri müdürü belirliyor. -Tıpkı senin buraya gelmen gibi mi? - Pek sayılmaz buraya yolum işi astığım için düştü. -Yaptığın işi seviyor musun? -Aslına bakarsanız işimi sevmiyorum ama işimle ilgili iyi işler yapmak hevesindeyim. Garip istek diye mırıldandı bekçi sevmediğin bir meslek için iyi şeyler yapma isteği sence tuhaf değimli? -Evet ama insanlığa ben bu şekilde hizmet edebileceğime inanıyorum. -İnsanlığa hizmet ettiğine mi inanıyorsun? -Evet bir sakıncası mı var? Kızarak ses tonunu yükseltti. -Kızma evlat sadece sohbet etmeye çalışıyorum amacım ne seni kızdırmak ne de hayatını sorgulamak .Yaşlı adam gözlerinin içine bakıyordu ,güven telkin eden bir hal içersindeydi ,bunca kışta kıyamette kapısını açan bir ihtiyara kızmasını anlayamıyordu .Adamla konuşmasının amacı haber değeri taşıyan belki de gizli kalmış bir gerçeği çıkarmak olacaktı fakat yaşlı adam onu sorgular duruma düşmüştü röportaj yapan değil yapılan gibi hissetmişti. -Üzgünüm gerçekten gergin bir gün yaşıyorum ,kendimi iyi hissetmediğim için işten çıkıp kendimi yollara attım . -Sizi bu kadar genç yaşta üzüntülere sevk eden halleri sorsam umarım bana kızmazsınız? -Yo estağfirullah ,bu gün hayatın gerçekleri bana biraz daha ağır geldi sonra hissettiklerim beni daha da duygusallaştırdı . -Hayat bir muamma çözebilene aşk olsun bunda garipsenecek bir şey yok Hayyam’ın dediği gibi:“Yaşamın sırlarını bileydin ölümün sırlarını da çözerdin;bu gün aklın var bir şey bildiğin yok; yarın akılsız neyi bileceksin? -Yaşamın sırlarını bilmek o kadar zor mu? Yaşlı adamın yüzünde tebessüm belirdi gözleri uzak ufuklara seyre daldı yüzündeki çizgiler belli belirsiz ortaya çıkıp kayboluyordu derin bir nefes aldı . -Hayat öyle uzun ve öyle kısa ki… -Nasıl yani? -Şöyle, yaşadığın öyle anlar vardır ki hiç bitmesini istemezsin yine öyle yaşadığın anlar vardır ki bir an önce bitsin bu ızdırap diye içinden geçirirsin ama bir türlü bitmek bilmez sürer sürer ,dayanmaya gücün kalmadığında bir ışık belirir ve huzura kavuşursun. Hayat iyi veya kötü yanlarıyla bizim belirleyemediğimiz renklilikte devam ediyor. Gök kuşağının tüm renkleri gibi en sevdiğin renkten en sevmediğin renge kadar görsel şölenini sunmaya devam ediyor.İnsan fıtraten hep iyi şeyler yaşamak istiyor ve iyi anların bitmesini hiç istemiyor ama dünyadaki yaşam sonsuz değil. İnsanlar bunu anlamak istemiyor . -Siz gerçekten buna vakıf olmuş gibi konuşuyorsunuz? -Sence öylemi? -Bence öyle. -Keşke dermanın bende olsa da ızdırap çeken ruhuna merhem olabilsem çekip çıkarabilsem seni bu bilinmezlik denizinden. -Çok mu zor ? -Sence kolay mı? -Kolay olsa şaşardım. -Bana zor gelen sana kolay gelebilir ,bana kolay gelen sana zor gelebilir. -Herkes kendi meşrebince bir yol belirleyecek öyle mi? -Hakikat birdir ona ulaşabileceksen her yol doğru yoldur sapkınlıklara sapmadığın sürece , zaten sapkınlıklara sapınca doğru yol ,doğru olmaktan çıkar eğrilikler hakikatmiş gibi gelir gözüne. -Ben bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyorum. -Nedir anlamakta zorlandığın? -Hakikat anlayışınız? -Biraz daha açayım bana göre insan kendi kaderini kısmen bir yere kadar belirleyebilir ama müdahale edemeyeceği alanlar vardır bu müdahale edemeyeceği alanlarda manevra kabiliyetin yoktur savaş alanında düşmanla göz göze geldiğinde elini çabuk tutmalısındır, soğuk kanlı ve hızlı hareket eden galip gelecektir.Bu benim kaderim ölmeyeceksem zaten ölmem demek mantıklı değildir.Biz gerçekten kukla sahnesindeyiz.Kuklacı felek usta,kuklalar da biz .Oyuna çıkıyoruz birer ; ikişer;bittimi oyun sandıktayız hepimiz. -Bey amca gerçekten güzel bir anlayışınız var. -Estağfirullah cahil konuşuyor işte. -Gerçekten bu konuşma bana iyi geldi ,yolumun buraya düşmesi ne tuhaf ? -Bir çay daha içer misin? -Elbette olabilir ama ben kendim alayım. -Yo !benim evimde hizmeti ben yaparım . -Peki… -Gerçekten çay demlemeyi biliyorsunuz? -Aciz kendine bakıyor işte. -Yalnız mı yaşıyorsunuz? -Evet. -Böyle bir yaşamı kendiniz mi seçtiniz? -Seçmek? -Yani ilim sahibi bir insana benziyorsunuz neden böyle virane bir kulübe yaşıyorsunuz? Tercihlerden bahsetmiştiniz burada yaşamayı siz mi istediniz? -Yoksa ? -Hayat macera mı merak ediyorsun? -Tabi sakıncası yoksa ? -Başlangıçta da belirttiğim gibi insan kendi kaderini belirleyemez yapabilecekleri kısıtlıdır.Kabiliyetleri çerçevesinde yapabilecekleri nelerse yapar . Ötesi yok.Virane bir kulübe yaşamaktan en ufak rahatsızlığım yok. Burada yalnız yaşıyorum. -Üzgünüm yaşadığınız yerle ilgili en ufak kötü bir imada bulunmak istemedim sizi kırdıysam özür dilerim. -Kırılmak mı ?Ağaç dalı mıyım ki kırılayım?Buraya tanıdık tanımadık bir çok dostum gelir kimileri beni sivri dilli ukala bir bunak gibi görür sözlerime dayanamayıp kızar giderler ,eğrilerini gösterdikçe daha da kızarlar beni gerçeklikten kopmuş hayal aleminde yaşayan biriymişim gibi tasvir ederler.Kimileri de benim gibi olamadıkları için yüksünürler ama bana kızanlarla aynı hayatı yaşarlar. -Mutlu musunuz ? -Mutlu olmak budalaların işi aklı başında olan bir insan mutluluk değil huzuru arar . -Huzurlu musunuz? -Evet. -Huzuru bulmak kolay oldu mu? -Hem kolay oldu hem de zor .Kolay oldu .Çünkü kader gemisiyle denizine açıldım. Onca tufandan sonra bu sakin limana ulaştım.Zor oldu çünkü hakikat arayışında olan bir insan değildim.Hamdım ,piştim, yandım. -Eskiden ne meslek icra ederdiniz? -Sana komik gelecek ama meslektaşız. -Gerçekten mi?İnanmıyorum. -Neden bu kadar çok şaşırdın. -Bilmiyorum, heyecanımı mazur görün .Zira aynı mesleği yapmış büyüklerimizin tecrübeleri beni hep heyecanlandırmıştır. -Anlıyorum evlat beni de heyecanlandırırdı ,polis muhabirliğinden köşe yazarlığına kadar devam etti basın maceram. -Sonra ne oldu ? Yaşlı adamın yüzü gerginleşti .Gözleri hafif buğulanır gibi oldu .Oturduğu eski moda iskemleden kalktı .Koli bantlarıyla sağlamlaştırılmış cama doğru ilerledi .Ellerini arkasına kavuşturdu gence seslendi : - Yağmur kesildi istersen sana burada neler yaptığımı anlatayım. - Tabi nasıl isterseniz bey amca . - Dışarı çıkalım mı? Temiz hava iyi gelir ,zihni açar. Yaşlı adam paltosunu giymeye koyuldu .Arkasında dikkat çekici bir yama vardı .Eğri büğrü olmuş çizmelerini bir çırpıda giydi .Veranda da bulunan küreğini omzuna dayadı. Neşelice seslendi: -Hadi delikanlı işler bizi bekler geliyorsun değil mi? Ne yapacakları konusunda en ufak fikri yoktu isteksizce yerinden doğruldu ,yaşlı adam: -Korkma sen bir şey yapmazsın yanımda durursun ,sana daha ahaliyi tanıştıracağım. -Kimi? - Ahali ,komşularım,sırdaşlarım ,hakikati anlamışlarla tanışmak istemez misin? Kekeleyerek cevapladı :E e evet tabi neden olmasın? Durum garip bir hal almaya başlamıştı ,konuşma birden kesilmiş birileri yaşlı adamı çağırıyormuşçasına harekete geçmişti.Adeta yel değirmenlerine saldırmaya hazır şövalyeliğe yetişememiş Don Kişot gibiydi.Adamın hal ve hareketlerindeki ani değişiklik genci biraz ürkütmüştü ama merak daha baskın çıkmıştı . Ne yapacaklarını kimlerle tanışacaklarını merak ediyordu. Külliyenin iç avlusuna açılan kapıdan ağaçlığa doğru ilerliyorlardı.Bahçe selvi ,köknar ve çınar ağaçlarıyla bezenmişti . Ağaç dallarının arasından güneş ışığının süzülmesi buraya ayrı bir güzellik katıyordu .Yapraklardan damlayan damlacıklar hala yağmur yağıyor hissini veriyordu.Mezarlığa doğru ilerlediler. “-İşte burası diye seslendi ”yaşlı adam. Tufan allak bulak olmuştu .Kulakları uğulduyordu. Mezarların arkasından kendisine birilerin seslendiğini duyar gibi oldu. Bu kadarı fazla aklımı kaybediyorum diye aklından geçiriyordu. Yaşlı adam keyiflice sesini yükseltti: -Hakikati anlamış bulmuşların mekanı, komşularım,sırdaşlarım. -Kim ? - Sırdaşlarım, yoldaşlarım. - Ölülerle mi konuşuyorsunuz ? - Elbette ki onlar duyarlar ama cevap veremezler . - Şu kabri görüyor musun? - Ta Arabistan’dan gelmiş , sence neden gelmiş olabilir? - Bu şehri feth etmek için gelmiş doğduğu yere bak öldüğü yere bak .Hangi duygu bir insanı bu kadar uzak diyarlarda gözlerini yummasına neden olabilir? - Bilemiyorum . - Tabi ki aşk .O aşk olmasa burada ne işleri olacak.Yazık yağmurun etkisiyle nasılda toprak kapatmış kabirleri. Kürekle açmam lazım. Yaşlı adam dünyanın en önemli işini yapıyormuşçasına işe koyuldu bir o mezardan o mezara koşturuyordu her mezara isimleriyle sesleniyor , onlarla konuşuyordu ,genç ağaca sırtını dayamış bu sevimli ihtiyarı izliyordu.Aklında hala cevaplanmamış sorular vardı. Kimdi bu ihtiyar ? Burada neden yaşıyordu ? Gazeteci olduğunu söylüyordu. Neden bırakmıştı mesleğini?Bu soruların cevaplarını bugün öğrenmeliydi.Adam ter göl içersinde kalmıştı.İşini bitirdiğine inandığında anlını silerek gence seslendi: -Acıktın mı? Doğrusu ben çok acıktım. İnsan çalışınca çabuk acıkıyor.Kızarmış ekmek yer misin? Tufan aklındaki soruları bulabileceğini düşünerek teklifi çevirmedi.Yolda sürekli yaşlı adam yaşam konuşuyordu .Bu mezarlığı nasıl adam ettiğinden tutunda , geceleri içmeye gelen sarhoşları nasıl korkuttuğuna dair hikayeler anlattı .Kulübeye vardıklarında yaşlı adam ıslanan çoraplarını sobanın üzerine astı. -Üşüdük değil mi ?diye seslendi -Ben şimdi ısıtırım burayı . Birkaç odun attı mı tamamdır. -Bey amca gerçekten çok naziksiniz kendimi gerçekten önemli biri gibi hissettirdiniz. -Bana gelen her konuk önemlidir evlat hem de hepsi. -Ekmekleri kesiyorum birazda çay demledi mi yemede yanında yat. -Bi şey soracağım bey amca, dışarıya çıkmadan önce meslektaş olduğumuzu söylemiştiniz? -Sonra neden bıraktınız? Yaşlı adam tebessüm ederek konuşmasına devam etti. Bir yandan kızarmış ekmeklere tereyağı sürüyordu .Birde mesleğini sevsen kim bilir neler başaracaksın diye mırıldandı. Peki anlatacağım bende senin gibi muhabirlikten gelmiş iyi bir gazeteciydim. mesleğimde başarılı olduğum kadar kısa zamanda da dikkat çekmeyi başarmıştım. Büyük yazarlar yazılarıma atıfta bulunup genç ve duyarlı bir kalem diye övüyorlardı beni .Başarılarım patronumuzun dikkatini çekmiş olacak ki beni bir gün akşam yemeğine davet etti. Yanında gelecekte karım olacak kızı Şermin de bulunuyordu. O akşam kurulan samimiyetler benim daha da yükselmemi sağlamıştı. Üç beş ay sonra Şermin’le evlenmiş gazetede bir köşem olmuştu adı da : “Karanlık Yazılardı.” “Sana bahsettiğim anlar vardı ya hiç bitmesini istemediğin anlar .O anları yaşıyordum.Mutlu anlarıma iki evlat eklendi.Hayatım boyunca içimde belli belirsiz bir huzursuzluk hissetmişimdir. Ve bu huzursuzluğumda hep haklı çıkmışımdır.Bundan tam yirmi sekiz yıl önce bir trafik kazasında eşimi ve çocuklarımı kaybettim.Ondan sonra hayatım alt üst oldu aylarca ağladım.Neden diye sordum? Neden ben bu kaderi yaşamak zorunda olacaktım. Bir türlü anlam veremedim. Bu muammayı çözmeye çalıştım kendimi okumaya verdim ,dünyanın bir çok ülkesinde farklı insanlarla tanıştım .Bazen nihilisttim, bazen bir senusi şeyhinin dizinin dibinde hizmetkardım . Hakikat arayışım sürekli sürdü .Kimi zaman yandım, kimi zaman dondum. Sadece bir nedenin cevabını bulabilmek için binlerce mil yol kat ettim . “Nâm ü nişane kalmadı fasl-ı bahârdan Düşdü çemende berk-i diraht i'tîbârdan Eşcâr-ı bağ hırka-tecrîde girdiler Bâd-ı hazan çemende el aldı çenârdan Her yaneden ayağına altun akup gelür Eşcâr-ı bağ himmet umar cûybârdan Sahn-ı çemende durma salınsun sabâ ile Azadedir nihâl bugün berk ü bârdan” Yollar beni buraya kadar getirdi.Huzuru burada buldum. Ölüler arasında diri bir ölü ,sadık hizmetkarları Nuh Kara .” -İşte benim hayat hikayem evlat. Tufan şaşırmış bir şekilde adamın yüzüne bakıyordu ,yaşlı adamın yüzündeki tevekkülü gördü .Tıpkı hasadını bekleyen köylülerin ki gibiydi. Gün bu saklı cennette bitmek üzereydi .Böyle sevimli bir ihtiyarı daha fazla rahatsız etmemeliyim diye aklından geçirdi .Tufan yaşlı adamdan müsaade istedi elini öptü. -Yine görüşür müyüz bey amca? -Orasını bilemem kader kısmet. -Belki … Dün gece yedi altmış beş’in yanına yazdığı sözler yaşlı adamın dilinden kulağında çınlıyordu: “Yüreğini yeğ tut. Uçacaksın bu diyarlardan turnalar misali ,üşüse de bedenin üşümeyecek ruhun.Ya yaşamakla uğraşırsın ya da ölmekle .Ölüm sana gelene kadar sen hayatı erdemli bir şekilde yaşa. Huzur seni bulacaktır. Beklemek yok ,şimdi hoşça kal.” Halil İbrahim Şan Şubat 07 , VEFA
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © halil ibrahim şan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |