Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
Peki bu erteleme niye oldu? Açıkcası bunun sebebi bu sefer her zamanki üşengeçliğimden ve de yazı yazma kudretimin, yani kollarımın gücünün içimde aniden parlayıp yine aynı şekilde sönüveren ve bu bir andalığı son derece karmaşık şekilde yaşatan düşüncelerimin hızına yetişememesi değildi. Sadece benim ender yasadığım bir şey meydana geldi: Maddi olgular, soyut ihtiyaçlarıma baskın çıktılar! Maalesef bu seferki düşünce birikimi tam da üzerinde çalışmamın gerektiği, bunun da ötesinde konsantrasyonumu bütün yoğunluğuyla kendilerine aktarmam gereken sınavların bulunduğu bir dönemde meydana geldi. Bu yüzden de tam zamaında bu deşarjı yaşatamadım kendime ve bu yüzden de yazarken her zaman hissettiğim o tuhaf akışkanlığı hissedemiyorum bu yazı esnasında ama eğer içimdekileri yazıya dökmeyi denemekten bile kaçınırsam zamanla bu belki pek işe yaramayan yine de benim kendimi iyi hissetmemi sağlamaya yeten opsiyonumu da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya gelebilirdim. Peki ya konu? Eskiden en büyük yazmama bahanemdi konusuzluk. Aslnda şu anda da bu çıkmazı aşmışlığım filan yok ama artık bahane teşkil edemiyor bu benim için; bunun sebebiyse konu olarak kendime benim için en değerli olguyu benimsemiş olmam: Benim yazılarımın konusu, ekstra bir durum hasıl olmadıkça yine benim! Ben çok üstün bir yaratık mıyım? Elbette ki hayır. Hatta başarabildiklerim, elde ettiklerim ve elime geçenlerden muhafaza edebildiklerim nispetinde değerlendirildiğimde belki sıradanlık çizgisinin bile altında kalan gariban bir varlığım. Bütün bunlara rağmen kendimi kendime konu etmemin ise bir megalomanlık olduğunu kabul edemeyeceğim, çünkü öyle veya böyle bir düşünce üretme mekanizmam var ve o mekanizma olumlu ürünler üretmese bile mutlak surette çalışıyor. Konumum itibariyle bir başkasının, bana ilişkin bu tip bir somut irdelemesine de mazhar olamayacağımdan ötürü (şu an için geçerli olan bir durum bu tabii sonuçta her insanın yaşamının şimdiden gözükmeyen kısmına ilişkin kafasında canlandırdığı ütopyalar vardır benim için de o ütopik isteklerin başında da bu gelmekte), hazır bende de böyle bir yazma şevki varken kendimi kendime konu ederek bir nevi düşünsel mastürbasyona girişmiş oluyorum. Zaten böyle olduğu içindir ki, henüz kendimi okutacağım belirgin bir kitle yok. Okuyan kişilerden de genelde yazıya ve dolayısıyla bana ilişkin eleştirileri pek alamamaktayım açıkçası. Ancak beni yakından tanıyan insanlar olur da yazdığım birkaç parça yazımı okudularsa belki o zaman bir düşünsel tartışma ortamı ortaya çıkabilmekte ve açıkcası bu da bei tam olarak tatmin etmemekte...Çünkü benim kendimce aktardığım bir şeyler var ve her ne kadar kendime ilişkin şeylerden bahsediyor olsma bile monologtan, hatta duvarlara karşı konuşuyormuş gibi olmaktan da pek hoşnut olduğumu söyleyemem. (Yazdığım yazılar hakkında dış dünyadan tanışmamamıza rağmen bir yoruma ulunan tek kişi M. Sinan Gür'dü şu ana kadar kendisine geç kalmış teşekkür borcumu burada ödemek istedim. Umarım bu isteğim kabul görür.) . Aslına bakıldığında bu yazı pek de öyle içime sinen yazılarımdan biri olmadı, fakat içime sinmeyen sadece bu yazı değil; yazıya konu teşkil eden benliğimden de pek hoşnut sayılmam şu günlerde. Bu hoşnutsuzluk da yine kendimi yaşamın hay-huyuna kaptırmış olmamdan, bu kaptırılmışlık nedeniyle de üretici olmaktan ziyade tüketici kimlik kazanmaktan ileri gelmekte. Daha da kötüsü ne yazık ki şu durumda olan tek ben değilim, hepimiz belli bir çarka kendimizi kaptırmış haldeyiz. Herbirimizin kendine özgü iradesi var ama bu irade çarkın dönüşüne bir etkide bulunmuyor; dahası herkes halinden o denli memnun olmalı ki kimse böyle bir müdahale niyeti bile taşımıyor, taşıyanlar da genelde sindirilerek tasfiye ediyorlar ya da bu niyeti taşıyanlar niyetlerini destekleyici güce ne fizikman ne de moralman sahip değiller. Sahip olanlarsa o gücü nasıl kullanacaklarını bilmiyor olmalılar. Kendimi bu sınıflardan ayrı nitelendirmem ise tam bir ukalalık olacaktır; benim bu hususta yaptıklarım olsa olsa girişim müsvettesi olur o kadar. Eninde sonunda ben de kendimi aynı hengamenin içinde pasif rolde bulmaktayım. Belki şu haliyle hepimiz gayet keyif alıyoruz yaşamdan ama bu keyfi bile üreten biz değiliz, bize verilenleri kullanıp duruyoruz. peki ya elimizdekiler köküne kadar tükendiğinde ne olacak? Üretme alışkanlığına sahip olamayan bizler, elimizde hazır bir şeyler olmayınca nasıl bir boşluğa düşeceğiz ve o boşluktan nasıl sıyıracağız kendimizi? Şöyle eğlenmemizi sağlayan etkinliklere bir bakıyorum da, bu şeyleri ilk ortaya atanlar nasıl düşünebilmişler, bu etkinliklerin kurallarını neye göre belirleyebilmişler; doğrusu şu andaki tüketici kitlenin bir bireyi olarak istediğim kadar kendimi kasayım böylesi sonuçlara varıp bunların, ardımdan gelen insanlarca benimsenmesini sağlayamazdım. En basitinden bir futbol oyununu dahi yoktan var edebilmek, bana şahsen çok ütopik geliyor. Sahada bir topun peşinde koşup o topu karşı taraftaki direklerin arasından geçirmeye ya da geçirtmemeye çalışmak, bununla uğraşanlara uğraş sırasında muazzam bir haz vermekte. O hazzı en yüksek miktarda tadanlardan biri de benim. Lakin ben bana empoze edilen kurallara bağlı hareket etmekteyim bu hazzı tadarken. Kendim kendi sıkıntılarımı yok etmek için hiçbir üretkenlıkte bulunamamaktayım. Kendi kurallarıma dayalı bir oyun ortaya koysam bile ondan ilk sıkılan da yine ben olurum herhalde. Hele bir de binlerce yıl öncesinde, 64 karede hareketleri sınırlandırılmış karşılıklı 16'şar taştan binlerce varyason kurmaya dayalı bir satranç oyununun icadı için ne denli bir düşünce sarfetmek gerekmiştir kimbilir. Biz tüketici nesil içinse kuralları belli oyunun üzerinde düşünmek için bile inanılmaz bir düşünce yoğunluğu gerektiriyor ne yazık ki, çünkü bizim alışık olduğumuz olgu, tüketmek. Sahiden elimizde olanların hepsi, elimizden bir anda alınıverilse nice olur halimiz! Bu arada bunları ifade ederek bulunduğum mekanın delisi konumuna geçtiğimin elbette ki farkındayım, dahası şu anda şu husustaki motivasyonum sona erdikten sonra şu satırları okuduğumda ben de kendime pek akıllı gözüyle bakamayacağım ama varsın kendi irademi kullanarak deli olayım. Kullanılmayan, ifade edilmeyen iradenin getirisi olan aklı ben neyleyim! Kaldı ki, şu yazıyı yazmış olmak bile tam anlamıyla bir üretkenlik sayılamaz ki. Sadece üretmeyi deniyorum kendimce o kadar. Belki o felaket gerçekleşir de yaşam için gerekli pozitif enerjiyi bize aktaracak dış olguların hepsi yokoluverir ve bizler, kendimiz için üretmek durumunda kalırız. Buna hazırlık olması için de hepimizin kendisiyle başbaşa kaldığında kendisini şöyle bir irdeleyip hafiften de olsa silkinmesi gerekecektir sanırım. Hoş, ben de bunu becerebiliyor sayılmam ama ne pahasına olursa olsun bu husustaki iyiniyetimi koruyabilmek için azami gayret göstereceğim. Kimbilir, belki bu gayretim günün birinde bir işe yarar...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Kalfa, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |