Bilen sever. -Leonardo da Vinci |
|
||||||||||
|
........... Belki de bu yazı hiç olmasaydı daha iyi olurdu hem yazan hem de okuyan için. Ama yine de sonuçta yazacaklarım kimseye yabancı değil aslında. Sadece depresif bir karakterin kelimelerinin arasından size bir kez daha yansıyacaklar. Belki aynayı beğenmeyeceksiniz çünkü o ayna kendisini dünyanın en güzel aynası kabul etmiyor ki size güzel olduğunuzu deklare etsin durduk yerde. Çirkinseniz çirkinsinizdir niçin bunu yadırgıyorsunuz ki şayet bu çirkinlik kavramı, irade ötesi bir güçle bizlere sunulmuş ve bizim kıramadığımız ve hatta kırmaya cesaret edemediğimiz kalıplardan oluşuyorsa? Neden önemli olan bizim kendimizi nasıl bulduğumuz değil de başkalarının bizi nasıl bulup bizi buna göre değerlendirişidir? Güya her birimiz kendi hayatımızı yaşıyoruz ve bunun için her birimizin elınde de kişisel bir irade ve düşünüp karar verebilme mekanizması mevcut pek öyle yeterli olamasa da aslında... Fakat biz nedense o kalıpları kırmayı aklımızın ucundan bile geçirmeyiz. Çünkü rahata alışmışızdır bir kere. Niye yoralım ki beynimizi? Aslına bakıldığında düşünmekten yorulan bir beyin yoktur; düşünmeye çalışmaktan yorulan beyin vardır. Bunun da başlıca sebebi toplum denen gücün etrafımızdakileri de kendimize benzetme, onların aykırılıklarını, bize göre olan çıkıntılıklarını törpüleyip kendimize benzetme çabasıdır. Bir de bunu insanların topluma adaptasyonu die kamufle ederekten süsleriz hiç sıkılmadan. Ne de olsa çoğunluk haklıdır! İlginçtir asıl sayısal çoğunluğu oluşturan kitle genelde hep susmaktadır.Halka bakınız nasıl da susuyor sanki tasvip edercesine her türlü talanı hortumu vs vs. İyi de bu toplum sadece üst kademedeki değil gözünün önünde gercekleşen rezilliklere karşı da kulak tıkayıp gözünü yummakta. Hiçbir şey hiçkimseyi ilgilendirmemekte her nedense. Belki sabredip şu yazıyı şurasına kadar okuyanları da benim bu yazdıklarım bağlamamakta. Fakat hiç bir tepkide bulunulmaması rahatsız etmekte beni. Yani ne bileyim şimdi şu kadar sözü işittikten soora hiç mi kafanda uyanan bir şey yok senin, ey okuyucu! Eee, peki tepkin nerede? Seni bir olayın ya da olgunun etkileyebilmesi için gerekli olaylar ya da olgular nedir arkadaşım söyler misin bana? Sen de susaraktan kuru gürültü çıkararak kendisini çoğunluğun sesi olarak gösteren ve aslında sözleri hiçbir içerik taşımamasına karşın haklı olan ses olmayı başaranlara karşı susarak farkında olmadan da olsa onlarla işbirliği halinde olmuyor musun? Umarım olmuyorsundur ve yine umarım ki ben haksızımdır ve bu ülke vatandaşları duyarlılıklarının mükafatı olarak A kalite bir yaşam sürebilmektedirler. Yanlış anlaşılmasın, yaşamın kalitesi parayla ölçülemez asla. Para bunun için çok mühim bir aracıdır, fakat onu kullanmak da belli bir kişisel irade gelişmişliği ister ve biz nedense bastırılmışlığı kabul eden, dahası şöyle bir kafasını yukarı kaldıranı da hemen bastırmaya çalışan bir toplumuz. Ben sanki farklı bir yerde miyim? Tam tersine bu kadar yerdiğim sosyalliğin tam göbeğindeyim. Bireyselliği yadsıyan, kalıplara alışmış ve bu alışkanlığından hiç gocunmayan; bununla paralel olarak da bu tiryakiliğinin sonucunda çürüyen, çürümeye mahkum sosyallığın ta ortasındayım. Tek yaptığım aslında hepimizin farkında olup da ya dile getirmek için yeterli kelime bulamadiği, ya o kelimeleri ararda dizemediği, belki bu yetilere sahip olmasına karşın ise ya da bu gerçeklerden ürktüğü veyahut en fecisi bu durum işine geldiği için yapmadığını yapmış oldum. Verdiğim rahatsızlıktan ötürü de özür dilerim! Yazı içi boş noktalarla başladı çünkü sözlere nasıl girişeceğimi başta inanın kestiremiyordum. Aslında sözler yerine asıl girişeceğim muhatabım olan nesneler ve kişiler hem benden çok uzaktalar yakında bile olsalar bu girişimim dönüp dolaşıp bana zarar verecektir biliyorum. Ama benim depresifliğimin de bir şekilde doyurulması yani bir nevi içsel deşarjımın gerçekleşmesi gerekiyordu ve bunun için de en yardımcı olabilecek şeyler sözlerdi. Belki bu anlık patlamam siz okuyuculara da dolaylı olarak zarar verdi ama aldırmayın; içerikteki o derine işleyen zararlara oranla benim sizlerin diş formunuza geçici ufak hasarlar vermiş olmam aslında çok daha iyidir sizin açınızdan. Yazımın sonunda söyleyeceğim şey ise şudur: Bu toplum üstünden geçen kuşun elbisesinin üstünü pisletmesini kendine uğur bellemiş ve ne yazık ki sanırım bu bilinçaltımıza feci yerleşmiş durumdadır. Buna mükabil üstümüzde bulunan bütün güçlerin ağzımıza sıçmasına karşı ses çıkarmamakta, hatta bu durumu hoş görmekteyiz. Napalım bizim de kısmetimiz buymuş. Kimbilir belki bir gün size de çıkar...!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Kalfa, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |