Bir önyargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur. -Einstein |
|
||||||||||
|
Ber, evinin yakınında bulunan durakta dolmuştan indi. Biran önce evine varmak istiyordu. Bugün çok çalışmış ve çok yorulmuştu. Ilık suyla alacağı duştan sonra yumuşak kanepesine uzanacak, ayaklarını yukarı kaldırıp televizyon seyredecekti. En verimli dinlenme şekli buydu onun için. Birden marketten alışveriş yapması gerektiğini anımsadı. Son iki aydır haftada en az üç kez alışveriş yaptığı Dur-Al isimli markete girdi. Sürekli alışverişlerinden dolayı Market elemanları kendisini tanıyorlardı. Öyle ki; "Beyefendi! Bu sana yaramaz!... Şunu al!... Yarın tazesi gelecek!..." şeklindeki diyaloglara kadar varmıştı samimiyetleri. Ama yine de büyük marketlerde yapılan alışverişler kadar rahat değildi. Reyonları gezerken yardımcı olma, ilgi gösterme anlamında yanında gölge gibi dolaşılması Ber’in pek hoşuna gitmiyordu. Bu marketten alışveriş yapmasının oturduğu yere yakın olması dışında, bir başka nedeni daha vardı. O da market çalışanlarından ‘Markız,’ isimli kızdı. Markız; enfes bir fiziğe, sempatik görüntüye, derinlik ve huzur veren iç gıdıklayıcı bakışlara, devamlı gülümseyen harika bir yüze sahipti. Reyon düzenleme işi yapıyordu. Ber, kısa sürse de onu görmekten, ona yakın olmaktan sanki enerji alıyordu. Onunla göz temasını uzatmak için her alışverişte ürünlerle ilgili gereksiz birçok soru yönlendiriyordu ona... Bu kez uzun süren alışverişine rağmen markette görememişti onu. Diğer elemanlara sormasının uygun olmayacağını düşündü. Bu arada bir çok gerekli olmayan ürünlerde almıştı. Market çıkışında bundan dolayı kendisine sinirlendi. Marketçilikte yeni teknikler, çekici sergilemeler, reyon düzenlemelerin etkisiyle, müşteriler gerekli gereksiz şeyleri alırlar, çıktıklarında ise genelde büyü bozulur ve pişmanlık duyarlardı. Fakat Ber’in gereksiz ürün almasının en önemli nedeni Markız’ı görme umuduyla zaman geçirmesinden kaynaklıydı. Aksi halde boşa beklemek dikkat çekici olacaktı. Ağırlığından, poşetleri taşımakta zorlanıyordu. Yolun karşısına geçmek üzereydi ki "Beyefendi!" seslenişini duydu. Ani bir refleksle sesin geldiği yöne doğru başını çevirdi. Sesin sahibi yabancısı olmadığı biriydi. "Tanrım! Bu O!..." Ses sahibi yanına iyice yaklaşmıştı. Ber, yanıtı heceleyerek, yutkunarak çıkarabildi."E... fen.. dim!” "Gideceğiniz yere kadar yardımcı olayım," dedi sesin sahibi kadın. Hafiften gülümsedi. "Poşetler sizi bayağı yormuşa benziyor." Ber’in ağzından "Ya sorun değil, alışkınım..." sözcükleri dökülecek-ken, içinden "aptallaşma!" diyerek kendisini frenledi ve "Size zahmet olmasın?..." sözlerini tercih ederek, elindeki poşetlerden birini Markız’ın alması için uzattı. Havadan sudan konuşarak eve vardılar. Ber, belki de ilk kez bir mesafenin bu kadar çabuk sonlanmasına içerliyordu. Bacaklarının titremesini engelleyemiyordu. Market kızıyla bir bağlantı kurabilme, yakınlaşabilme anlamında bundan iyi bir fırsat daha yakalayabileceğine ihtimal veremiyordu. Değerlendirmeliydi... Aksi halde; arada mırıldandığı "Kaçan fırsat elden uçmuş..."şarkısını daha bir anlamlı söylemek zorunda kalacaktı. Bu arada oturduğu apartman dairesinin bulunduğu üçüncü kata; asansörde birbirlerini süzerek varmışlardı. Anahtarını çıkarırken bir taraftan da elinde bulundurduğu poşeti bırakıp hemen geri dönmemesi için Markız’ı lafa tutuyordu... "İmkanı yok!... Size en azından bir kahve ikram ederek teşekkür etmek istiyorum... Rica ederim...Lütfen!... Hatta ısrar ediyorum," kısa ve kesik cümleleri serisel akışlarla sunuyordu. Markız, ısrarlı davete kibar bir üslupla ret yanıtlarında bulunuyordu. "Marketten bir saatliğine izin almıştım... İzin saatim bitti.... Belki başka zamana..." Ber’in "Sadece on dakika kaybınız olacak," şeklindeki tekrarlı ısrarlarına en sonunda dayanamayarak davete uydu. Ber, Yel kanalı ile tanışmış olduğu Maf’ın ve onun referansıyla çevresinden bazılarının verdiği işler karşılığı elde ettiği avukatlık komisyonlarıyla, maddi durumunu kısmen de olsa düzeltebilmişti. Aylardır evlerinde kaldığı amcasını ve ailesini daha fazla rahatsız etmemek, bunun yanında kendisini daha özgür hissedebilmek için lüks denebilecek bu daireyi iki ayı aşkın süre önce kiralamış, gerekli standart ev eşyalarını da almıştı. Kahveleri Ber hazırladı. Markız, acele çıkması gerektiğini her haliyle anlatıyordu. Ber, sayılı dakikalar içinde kısaca kendisini anlattı. Markız ise ayrıntıya girmeden kendi evlerine yakın olan markette altı aydır çalışmakta olduğunu, lise öğrenimini iki yıl önce bitirdiğini, maddi imkansızlıklar nedeniyle kazandığı Büyük Kent Üniversitesi Hukuk bölümüne okumak için gidemediğini, belirtti. Markız, kahvesinde kalan son yudumu içtikten sonra fincanı ters çevirdi. Gözlerini Ber’in gözlerine dikerek gülümsedi. "Kahve yapmayı iyi becerebildiğinize göre kahve falıyla da aranız iyi olmalı..." dedi. "Falıma bakarsanız sevinirim... Ben çıkmak zorundayım. Sonra anlatırsınız bana, olur mu?..." Markız’ın bu sözleri üzerine "Tekrar görüşebilir miyiz?" teklifinden vazgeçti. Ev ve Büro telefonlarının yazılı olduğu pusulayı Markız’a verdi. "Falınızı öğrenmek için bu numaraları arayabilirsiniz," dedi göz kırparak. Kısa süren muhabbet olumlu ve umut vericiydi. Markız’ı asansöre kadar uğurladı. Kapıyı kapadıktan sonra günlük kıyafetlerini çıkardı. Üzerine rahat bir şeyler giymeliydi. Sonra vazgeçti. "Hava çok sıcaktı ve evde kimse yoktu..." Çıplak haliyle kaldı. Tek başına kaldığı anlarda çıplak kalmayı tercih ederdi. Kendisini daha doğal buluyordu. Bedeni nefesleniyordu. Duş alma, tuvalete gitme gibi durumlarda avantajları dahi oluyordu... Kaliteli sigara paketlerinden birini açtı. Sigarasını yaktıktan sonra kanepeye uzanıp Markız’ı düşünmeye başladı. Düşü bile heyecanlandırıyordu Ber’i. Bir süre sonra mutfağa yöneldi. barbunya pilaki içeren konserveyi açtı. Vakumlu yoğurtla birlikte iştahla yedi. *** Dibi görünmeyen, derin ve karanlık bir kuyunun geniş ağzından bakıyordu. Elleriyle sımsıkı taşlara tutunmuştu. Buna rağmen düşme korkusu esir almıştı sanki kendisini. Başı dolandı. Karanlık; kendisine çekiyordu... İçinden kayan bir şeylerin... Benliğinin, ruhunun karanlığa düştüğü-nü, hissetti. Bedeni hala kuyunun ağzından dip karanlığı gözlüyordu. Aniden bedeni de takip etmeye başladı kendisini... Ruh ve beden yarış halindeydi sanki. .Sürekli aşağı düşüyorlardı. Düşüş bir süre sürdü Yavaşlayan ruh hızlanan beden bir noktada birbirlerini sarmalayıp yoğunlaştılar. Ber’in beden ve ruhtan oluşan varlığı düşme esnasında tutunacak bir şeyler bulabilme amacıyla her iki elini açıp kapatıyordu... Bir türlü dibe varamıyordu. İçinde, bir taşıtın tümsekten inişe geçişi anında bir yolcu kalbinin hoş olması türünden duygular oluşuyordu. Karanlık; arada değişik görüntüler sunuyordu. Korkularıyla yüzleşiyordu. Ve korkuyor-du... Ber, gözünü açtığında yataktan yere doğru düşmek üzere olduğunu fark etti. Kendisini geri çekti. Bu rüyayı küçüklüğünden beri sürekli görüyordu. Buna rağmen ilk kezmişçesine korkutuyordu kendisini. Terden sırılsıklam olmuştu. Uykusu kaçmıştı. Bir sigara yaktı. Sırtüstü uzandı. İçine çektiği dumanı kesik kesik tavana doğru üfledi. İçeriğini hatırlamadığı rüyalar, hatırladıklarından daha çoktu... Hatırladıkları rüyaların içeriği de genelde pek iç açıcı değildi. Gördüğü rüyanın içeriğinin olumlu olup olmaması günsel psikolojisini o doğrultuda etkiliyordu Ber’in. Rüyalar hakkında yeteri kadar bilimsel araştırma yapılmamış olması bilim adına utanç vericiydi. Ölüme benzeyen uyuma ile dirilişe benzeyen uyanış arasında oluşan rüyaların şifresi, kaynağı çözülmeliydi. Elde edilecek bulguların yaşam ile ölümün sırrını anlamaya yararı olabileceğine inanıyordu. . "Ölüm" düşüncesi kendisini irkti. Gece yarısı düşünecek başka bir konu yokmuş gibi... Kendisini eleştirdi. Buna rağmen düşüncelerinin devamını engelleyemedi... "Ölüm" olayının benim içinde gerçekleşeceği kesin. Buna rağmen ölebileceğime inanamıyorum. Ölüm korkusu nedeniyle bu düşünce bende oluşmuş olabilir. Ölüm benim için, belki de herkes için bir israf, mirasyedi harcaması, olmaması gereken bir olgu. Tıpkı güzel bir binayı özene bezene inşa edip yıkma gibi. Ölüm, başka olumsuzluklar dışında en önemlisi emeğin, emeklerin israfıydı... Ölen kişinin anne babasının "Ne emeklerle büyütmüştük," deyişi bunun toplumda da yerleşik bir kanı olduğunun örneğiydi. Kendisine anne ve babası başta olmak üzere pek kimsenin emek vermediğini anımsayarak "Kendi ölümüm, benim emeğimin öncelikle ve çoğunlukla harcanması, boşa atılması..." diye düşündü. Bu yönüyle kendi gelişimiyle ilgili birçok projelerden vazgeçmişti. Ama bir yönüyle "Hayatı anlamlı kılmak ölümü öldürmekten geçer." özdeyişi vardı. Bu özdeyişi ise kendisine hala özümsetememişti. Ölümden aşırı korku ölümü çağırmaktı... Tıpkı bir suçlunun her an yakalanabileceği endişesiyle sonunda dayanamayıp güvenlik güçlerine teslim olması gibi... Hayata aşırı sevgi taşıyan birey yaşamdan istediğini bulamadığında ölümünü çağırır, bazen intihar ederdi. "Mutlaka düşünmem gerekiyorsa başkaca güzel şeyler düşünmeliyim" diyerek silkindi Ber. Markız’ı düşünmek en güzel şeydi. Markız’la ilişkiyi geliştirdiğini, hatta onu yanında hayal etmeye başladı. Çabuk noktalanmayan uzatmalı sevişme sahnelerini kafasında canlandırdı. Bu hoşuna gitmişti. Uyku rehaveti çöktü... Zil sesi duydu. Bakmaya niyeti yoktu. İnadına ısrarla çalıyordu. Ber, gözlerini açtı. Karanlıkta bir çift göz görüyordu. Işık parlaklı-ğında iki göz. İki mavi göz. İrkildi, titredi. Tüyleri diken diken oldu. Vücudunu kabarık ürpertiler sardı. Gözlerini kırpıştırdı. İki eliyle iki gözünü ovuşturdu. Görüntü kaybolmuştu. "Galiba halüsinasyon gördüm," diye düşündü. Fakat o kadar gerçek gibiydi. Bakışlar içine kadar inmişti sanki.... Sakinleşmek için bir sigara yaktı. Telefon hala çalıyordu. Usulca kalktı. Ahizeyi hışımla aldı. Telefonda ki bayan sesi tanıdık gelmedi. "Kiminle görüşüyorum?" sorusuna; "Siz kiminle görüşmek istiyorsunuz?" yanıtını verdi. "Avukat Ber beyle görüşmek istiyorum." "Buyurun benim! Siz kiminiz?" "Size kendimi bir anda anlatamam!" Ber, telefonu sinirle kapadı. Kısa bir an sonra telefon yeniden çaldı. "Lütfen kapatmayın... Sizinle konuşmam gerekiyor," dedi, önceki bayan sesi. "Kendisini tanıtmayan biriyle görüşmek istemiyorum!..." dedi Ber. "Yoksa telefonla erkek tavlama turlarında mısın?" "Lütfen... Ber! Bu ağızlar sana hiç yakışmıyor!" "Ortama yakışan sözler kullandım, sanıyorum!" Telefondaki kadın sesi bir an kesildi. "Telefon numaramı nasıl buldunuz?" diye sordu merakını gidermek için. "Bilinmeyen numaralar servisinden." "Ama telefon benim adıma kayıtlı değil..." Karşıdan yanıt gelmeyince Ber, sözlerine devam etti. "Çok yakın tanıdıklarım dışında hiç kimse bu numaranın bana ait olduğunu bilmiyor," dedi Ber. Sesini yükselterek "Gerçeği söylemezsen telefonu kapatmak zorunda kalacağım." "Her ne ise... Gerçek olan şu an konuşmakta olduğumuz..." dedi yumuşak ses tonuyla. "Benim adım Med. Senin hayranınım. Bu yeterli değil mi?" Ber, sinirli bir tonuyla, "Tanımadığım insanlarla gevezelik yapmaya ayıracak zamanım yok! " dedi. "Kapatmak zorundayım. İyi akşamlar!" Kadının sesi önceki az önceki soğukkanlılığını kaybetmişti.. Aceleci, panik ve titrek sese dönüşmüştü. "Ber!... Ber!... Lütfen telefonu kapama! Sen!... Sen!... Şu an çırılçıplaksın. Sol tarafında televizyon bulunuyor, Sig marka sigaran sehpa üzerindeki mavi küllük içinde yanar vaziyette duruyor. Bu akşam bir bayanla karşılıklı kahve içtiniz!..." Ber, vücudunun ürperdiğini, saç ve beden kıllarının dikleştiğini hissetti. Şaşkınlık, korku, şüphe, utanç ve merak duygularının karması içselinde oluştu. Sağ eliyle cinsel organını kapattı. Perdelere baktı. Hepsi çekiliydi. “Sen!... Sen!... Kimsin?... Evime kamera mı yerleştirdin?..." dedi. Alnından soğuk terler boşalıyordu. Kadın merak çekerek diyalogdaki hakimiyeti eline almanın vermiş olduğu rahatlıkla, "Seni şaşırtmak istemezdim," dedi. "Ama, ilgini bir şekilde çekmek zorundaydım..." Ber, soğukkanlı olmaya çalışıyordu. Buna rağmen endişe ve heyecandan kaynaklı sıklıkla soluk alıp vermelerini gizleyemiyordu. Telefon ahizesi, bu soluk alışverişlerini karşıdaki kadının kulaklarına ulaştırıyordu olanca netliğiyle. "Beni aramanızın nedenini söyler misin?" Alnında biriken teri sildi. "Amacın benim ve dairenin görünümünü bana aktarmak değildi sanırım?" "İyi bildin... Ama bu sorunuzu bir çırpıda yanıtlamam olanaksız.". Ber, bu gizemli kadınla ilgili oluşan merakını giderme fırsatı da yakalamak için; "O halde yarın ofisime buyurun!" dedi. "Yüz yüze konuşur tanışmış olurduk," teklifini getirdi. Kadın, kısa bir duraksamadan sonra, "Belki bir gün... O gün geldiğinde..." dedi. "Ancak..." dedikten sonra devamını getirmedi. "Evet! Ancak?...” "Benden ima yoluyla da olsa bir başkasına söz edersen bir daha sizi aramayacağımı da bilmiş olun!" Ber, için için güldü. "Tamam! Öyle olsun." dedi. " Hiç olmazsa adınızı ve telefon numaranızı rica edeyim." "Bana Med diyebilirsin!... Telefon numarasını ise vermeme gerek yok... Seni sürekli ben arayacağım. Neyse... Bugünlük bu kadar... Tekrar görüşmek üzere!" Ber’in "dur kapatma!" ısrarına rağmen telefonu kapattı. Bir tuhaf olmuştu. Vücudu hala titriyor ve beyni zonkluyor, komediyi ve gerilimi birlikte harmanlıyordu. Kendisine iyi gelebileceği kanısıyla duş almak için banyoya girdi. *** 5 Restseyh restoranı, nihayet bulabilmişti.. İçeri adımını atmak üzereyken kapıda bulunan görevli kendisini engelledi. "Beyefendi! Özür dilerim, bugün servise kapalıyız!" Ber, bu akşamki yemeğe kendisinin de davetli olduğunu belirtmeden önce diliyle dudağını ısladı. Yanlarına yaklaşan uzun boylu, çakır gözlü birinin, "Hoş geldiniz Avukat Bey!" diyerek içeri buyur etmesiyle görevliye dil dökmesine gerek kalmadı. Giyim ve tavırlarından Maf’ın özel elemanı olduğu anlaşılan şahsı takip etti. Orta alan boşluğu yaratılıp, dikdörtgen şekli oluşturacak şekilde dizilmiş masalarda yirmiden ziyade kişi yer almaktaydı. Bu grupda bulunanlar dışında restoranın başka müşterisi yoktu. Grup bireylerinin kendi aralarındaki koyu muhabbeti uğultu düzeyindeydi. Maf; elemanın kulağına eğilerek Ber’in geldiğini fısıldamasıyla ayağa kalktı. Ber’e solundaki boş sandalyeyi işaret ederek yanına çağırdı. Ber, Maf’la tokalaştıktan sonra oturanları selamladı. Gösterilen sandalyeye ilişti. Uğultu kesilmişti. Ortama sessizlik hakim olmuştu. Bu sessizlik Maf’ın sesiyle bozuluncaya kadar sürdü. "Bu genç, sözünü ettiğim yeni avukatım!..." dedi, yüksek sesle. "Zehir gibidir... Girdiği davalarda bizi sürekli mutlu kıldı. Ağzı da iyi laf yapar. Kentimizin istikbal vaat eden kişilerinden biri diyebilirim." Ber’i kısa ve övgülü tanıtımından sonra, bu kez sırasıyla masada bulunanların isim ve mesleklerini sıraladı. İsmini belirttiği kişi hafiften başını sallayarak kendisi olduğunu ima ediyordu. Mimikler birbirine benziyordu. Bu grupta her kesimden üst düzey insan mevcuttu; ’XY Ulusal Medya Kuruluşunun Yerel Temsilcisi... Yerel Güvenlik 9.Müdürü G9Güv... Anti-Hafif 8.Yargılama Grubunun iki Üyesi... Ad kentinin İşveren-Sermaye Grup Başkanı... Hava Enerjisi İşçi Sendikası İl Başkanı... Yerel Yönetim 3.Başkanı... Değişik Partilere üye olan ve Halkı Merkezde Temsil eden üç kişi... Ses sanatçısı... Birkaç Sivil Dernek Başkanı ile birkaç Bürokrat,’ dan oluşuyordu. Maf, sağ kolu ile sol kolunu tanıtma gereği duymadı. Çünkü Ber, onlarla daha önceden tanışıyordu. Ber; "Çeşitlilik yönünden zenginlik barındıran bir grup," diye düşündü. Yerel Güç temsilcileriydi bunlar. Bunlarla ilişkileri geliştirmek, sıcak tutmak karşılığında elde edebileceği sonuçları sezebiliyordu. Para, ün, güven, geleceğe emin bakma, meslekte ilerleme... ve daha birçok güzel şeyler. Hayali bile içini bir hoş etti. Bireysel geleceğinde olduğu gibi yerel halkın geleceğini tayinde az veya çok belirleyici olabilecekti, belki de. Buda kendisinin yüce varlığın gücüne yakınlaşması demekti... Evet!... Geçmişin acısını almaya ramak kalmıştı. Bunu hissediyordu. "İnanıyorum, okursun, ama adam olamazsın!" diyen babasına, "Senin deli olduğundan şüpheleniyorum," diyen annesinin ruhuna, "Bu kafayla sen zengin olamazsın!" diyen Mer Kentinde bulunan avukat Artsa’ya, parasızlığına dayanamayıp kendisini terk eden Mer Kentindeki sevgilisi Iş’a en güzel yanıtı yakın gelecekte büyük bir zevkle sunacaktı... Kendisi için dünya cennetine açılan kapının anahtarlarıydı burada bulunanlar. Bu akşam özeldi... Sürekli iyi puanlar almalıydı ayrı ayrı, tümünden. Ses düzeni önemliydi; boğazını hafiften öksürerek temizledi. Dik ve güven veren duruş göstermeliydi; sırtını iyice sandalyeye yasladı, göğsünü ve omuzlarını dikleştirdi. Bakışlarının yumuşak ve pırıltılı olması gerekiyordu... Masadaki yiyeceklerden ne çekingen ne de saldırgan tavırlar sergilemeden almalıydı. Ortaçağ şövalyelerinin silahlarını kullandıkları hünerde bıçak ve çatal kullanmalıydı... Rakı bardakları tazeleniyor, boşalan tabaklar yerlerini daha değişik mezelerle dolu sunumlara bırakıyordu. Bu akşam restoran sahibi başta olmak üzere garsonlar, aşçılar, tüm yeteneklerini aşırı yalakalık çeşnisiyle birlikte sergilemeye çalışıyorlardı. İstekleri yerine getirmek için hareket eden garsonların sırtlarına hafifçe vurarak “Hadi oğlum!...” sözleriyle onlara hız kazandırmaya çalışan şef garson başrol oyuncusu gibiydi. Ber, grubun tek yabancısının kendisi olduğunu Maf’la daha önceki konuşmalarından biliyordu. Vereceği ilk görüntü önemliydi. İlerideki ilişkilere ölçü teşkil edecekti. Oluştabilecek kötü izlenimi sonradan yok etmek çok zordu. Maf, grupla tanışması ve ayrıca kendi yeğeniyle ilgili yakın günlü yargı duruşmasına ön hazırlık da bulunulması için bu geceyi düzenlemişti. Kısa süren sessizliği, kısa boylu, tıknaz, kalın ve siyah kaşlı Yargılama Grubu 2.Üyesi bozdu; "Ber bey’i geçen hafta vekil olarak bulunduğu bir duruşmadan anımsıyorum," dedi. "Çok komik bir davaydı. Ber bey, ilginç bir şov sergilemiş ve iyi bir sonuç almıştı. Tutuklu sanık müşterisini oy birliği ile serbest bırakmak zorunda kalmıştık." Maf, dudaklarını yalayarak bu övgüden kendisine de pay çıkartmak istercesine ayrıntılara girilmesini rica etti. Ne de olsa kendi avukatıydı, Ber. Yargı 2.Üyesi, biraz da gruba hakim olma istek ve edasıyla kendi alanına giren bir olayı ayrıntılarıyla anlatmaya başladı. "On altı yaşındaki kızı zorla kaçırma, alıkoyma ve tecavüz etme suçundan... Yanlış hatırlamıyorsam; yedi aydır tutukluydu. Yargı üyeleri olarak aramızda anlaşmıştık; suçluya yasada yazılı en yüksek cezayı verecektik. Son duruşmaya Ber Bey, girmişti. Kızın isteyerek sanık-müşterisine geldiği ve zorla kaçırma olmadığı, yönünde açıklamalarda bulundu. Şikayetçi olan kız ve babası ise önceden olduğu gibi iddialarında ısrarlıydılar. En son kahramanımız bize ve bulunanlara iyi bir sürpriz yaptı; cebinden bir zarf ve zarfın içinden bir bez mendil çıkardı. Mendili, neredeyse kızın gözüne soktu.... Mendilden yayılan ağır parfüm kokusu hala burnum da tütüyor sanki... Ber’in; ‘Bu mendil ve üzerindeki <seni çok seviyorum,> yazısı sana mı ait?’ sorusu üzerine kız bayağı bocaladı... Bizlerde cevap vermesi konusunda ısrar edince; kız çözüldü. Gerçekleri anlattı. Meğer aslında kız erkeğe kaçmış, babasının korkusu ve dayatması sonucu şikayetçi olmuş, yalan ifade vermişti. Bizde bunun üzerine şüphelinin serbest bırakılmasına karar verdik," dedi. Birinin, "Desenize tutukluyu bir sümüklü mendil kurtardı," demesi üzerine tümü katıla katıla gülmeye başladı. Ber, kendisinin de bir şeyler söylemesi gerektiği inancıyla, "Evet!.. O mendil olmasaydı gerçek anlaşılmayacak, müşterim haksız yere bayağı ceza alacaktı!" dedi. Ber, ortamın bu kadar samimi ve sıcak olabileceğini tahmin etmemişti. Konu gündem de olan ‘Körfez Krizine’ gelmişti. Maf, Güvenlik 9.Müdürüne, "Sizin kulağınız deliktir. Bu krizde bizde savaşa girecek miyiz?" diye sordu. Sorunun muhatabı da halkın bildiğinden fazlasını bilmiyordu. "Sanırım Irak, bizim ülkeye saldırmaya cesaret edemez. Birleşik Devletin tepkisinin daha sert olacağını öngörüyordur. Ayrıca bir başka cepheyi, özellikle komşusu olan bir ülkeye karşı açması akıllıca değildir." Maf, gülerek "Adam benim gibi delinin teki. Hiç belli olmaz." dedi. "Bakarsın benden sonra tufan anlayışıyla; Saddam, kuyruğu sıkıştığında kimyasal, biyolojik füzelerini damlarımıza atar." Maf’ın bu esprisi grupta buz etkisi yaratmıştı, gülümsemeler zorakiydi. XY Medya Temsilcisi, soğuyan havayı ısıtma amacıyla, "DevMalDen-Y.Dom isimli holding, ülke tarihinde görülmemiş bir beceriyle milyarlarca parayı iç etti." dedi, ağzından iştahlı sesler çıkararak. "Valla helal olsun! Tereyağından kıl çeker gibi... Burunları bile kanamadı. Bir iki gün tutuklu kaldılar, şimdi dışarıda keyiflerini sürüyorlar." İç çekerek "Götürene helal olsun! Ne diyelim?... Alan memnun satan memnun." dedi, Maf. TW Partisinin Halk Temsilcisi, avını görmüş avcı gibi atıldı; "Baba Maf, kaç kez söyledim; burada hayat yok, diye. Birkaç senet tahsilatıyla, birkaç firmadan, kişilerden alınan aidatlarla, ufak beyaz işleriyle, haraçlarla veya kesilen ufak değerde sahte karşılıksız faturalarla bahar gelmez ," dedi. Nefeslendikten sonra devam etti. "Gel büyük kente, bazı Bankaların Yönetim Gruplarına mensup tanıdık arkadaşlar var, bir şeyler yapalım... Hep yanıtın olumsuz. DevMalDen-Y.Dom isimli holding den ne eksiğimiz var?..." Maf, üstte açılmış, yanlarında kırlaşmış saçlarını, sonrada kırışık yüzünü işaret ederek. "Yaş geldi elli beşe. Yoruldum... Başka kentlerde her şeye sıfırdan başlayacak gücüm yok... Olanla idare ediyoruz," dedi. Çevresini eliyle tarayarak işaret etti. "Bu kadar dostumu da öksüz bırakmak vefasızlık olmaz mı?..." Maf, farkında olmadan söylediği son sözlerden dolayı kendisini içinden tebrik etti. Yine hoşuna gitmeyen muhabbette kendisine yararlı bir şeyler bulmuş ve söylemişti. Konular, konuyu açtı ve en son asıl konuya gelindi. Başlangıcı Maf yaptı. "Son olay nedeniyle bazı çevreler öldürmeye azmettirdiğim yönünde dedikodular üretmeye başladılar. Bir kısım basında da bu yönde haberler çıkıyor, halbuki sizlerde bilirsiniz ki -burada hafiften gülerek- benim bu tür şeylerle bağlantım yok," dedi. Güvenlik 9. Müdürü, hafif alaycı ses tonuyla "Biliriz... Biliriz... " dedi. Maf, anlatısına devam etti. "Bu nedenle, kendimi ve yeğenimi aklamak için suçu işleyen kişiyi bireysel uğraşımla buldurdum..." Çevresini gözleriyle taradı. "Yarın güvenliğe teslim edilecek... Hak yerini bulsun! Yeğenimin ailesi de beni çok arıyor... Mağdur durumdalar... Serbest kalsın artık," dedikten sonra tekrar 9. Müdüre döndü. Ses tonunu yumuşatıp, alçaltarak; "Sizden ricam; güvenliğe teslim edeceğimiz şahsın işkence, kötü davranış, baskı görmemesi... Kötü muamele olmayacağına dair kefil oldum, mahcup olmayayım." Güvenlik 9.Müdürünün başını sallayarak olumlu yanıt verdi. "Ayrıca teslim edilecek şahsın avukatı; Ber olacak," derken hazırda buluna iki yargı üyesine bakışlarını dikti. Üyeler, bakışın anlamını iyi biliyorlardı. Yanıtlamakta gecikmediler. "Başkanın olumsuz oy kullanacağı kesin." dedi Yargı 2.Üyesi. "Başkan hariç Kurulun iki üyesi biziz, geriye kalan sekiz kişiden üçüne de nazımız her türlü geçer. Bir kişiyi daha ikna edebildik mi, çoğunluğu elde etmiş oluruz. Bunun anlamı da yeğenin hemen dışarıda olacak demektir," dedi. Yargı 3.üyesi başını sallayarak onaylamakla birlikte kuşkusunu "Karşı tarafın, yargıdan birkaç üye arkadaşla bağlantı kurmaya çalıştığını duydum, haberiniz olsun," diyerek dile getirdi. Güvenlik 9.Müdürü: "Bi bok yiyemezler! O grubun birçok üyesini içeri aldırdım. Devlet avukatından bir hafta daha gözetim süresi koparırım, elleri kolları bağlanır," diyerek ortamı rahatlattı. Ber, sahte sanığın vekili olarak davaya katılmayı içine sindiremedi. "Yeğeninizin adına savunman olarak girseydim..." Devamını getiremedi. Maf, sert ve acımasız bakışlarını gözlerine dikti. Ber, ısrar edemedi. Hatta söylediğine pişman olmuştu. Ama, zamanı geriye döndüremezdi. Ayrıntılarda konuşulduktan sonra, Güzel fiziğe, berbat sese sahip SeksSan adlı bayanın okuduğu üç müzik parçasını dinlediler. Geri kalan saatler ise havadan, sudan konuşmalar ve bol bol yemeler, içmelerle geçti. Saat 23.00 sularında ‘Artık yeterli...’de anlaşmışçasına ‘Bir daha görüşmek...’ dilekleriyle topluluk bireyleri Restoranı terk etmeye başladılar. Maf, Ber’in otomobilinin olmadığını bildiğinden evine kadar bırakabileceklerini teklif etti. Ber; “Hayır!” demenin uygun olmayacağını bilecek durumdaydı. Maf ile Ber arka koltuğa oturdular. Maf, yolda Ber’in yüreğine su serpen birçok sözler sarf etti. Ona göre “Böyle giderse, özel otosu da olacak, ev ve büro kirasından da kurtulacak ve yeşil paralarla oynayacaktı...” Ber, apartmanın önünde indi Maf’ın arabasından... Son günlerde, her daireye girişinde oluşan korkuyu yeniden duyumsadı. Bu kez daha derinden hissediyordu. Dört gün önce gece uyandığında gördüğü iri, parlak gözleri... O derin bakışları... Telefonda kendisiyle konuşan sesi; Med’i unutamamıştı. Özellikle eve dönüşlerinde daha yoğun anımsıyordu... Ve korkuyordu. Med kimdi?... Tanıdık bir sese ait olmadığı kesindi. Evini ve ev telefonunu bilen bir kaç kişinin yönlendirdiğine ihtimal vermiyordu. Çünkü tanıdıklarının tümünün kendisi hakkında bildiklerinden fazlasını biliyordu. Şimdiye kadar kimseyle paylaşamadığı; ama paylaşma gereksinimi duyduğu bir olaydı. En yakınlarına dahi anlattığında kendisine hangi gözle bakacaklarını, ne tür bir konuşma sunacaklarını tahmin ediyordu. Bu durum ise ürkütücüydü ve doğmak üzereyken ölmekti bir anlamda Ad kentinde. Elinin titremesinden dolayı zor bela açtığı kapıdan içeri usulca adımını attı. Koridorun ışık düğmesine beklemeksizin bastı. Geri dönerek kapıyı kapadı. Sırasını beklediği esnada dinlemek zorunda kaldığı yargılama duruşmalarında, hırsız sanıkların anlatımlarının etkisiyle kapıyı anahtarla kilitlemesi gerektiğini düşündüyse de uygulamaktan vazgeçti... Hatta, demir kapıyı da açık bırakmalıydı. Başına bir şey geldiğinde dışardan gelecek yardımseverlerin tahta kapıyı omuzlayarak açması kolay olacaktı. ‘Saçmalama!’ diyerek kendisine kızdı. Salonu inceledi. Sırasıyla tüm odaları gezdi. Dairenim tüm bölümlerinin ışıklarını yaktı. Tuvalet dahil, dairenin tüm bölümleri ışıl ışıldı şimdi. Telefonun fişini çekti. Sabahtan kapalı unuttuğu kalın perdeleri çekti. Tül perdeler yeterliydi. Nasıl olsa içeride özel biriyle birlikte değildi ve çırılçıplak olmaya da niyeti yoktu. Saat yarımdı. Yarın erken saatte boşanma konulu yargı duruşması vardı. Üstündekileri çıkardı. İç çamaşır ve atletiyle kaldı. Sadece şort giyindi. Yatağına uzandı. Işıklar gözünü alıyordu. Aldığı alkolün etkisini yeni yeni hissediyordu. "En iyisi soğuk bir duş almaktı..." Duş iyi gelmişti. Kurulanmadı. Tüm ışıkları söndürdü. Yatağına uzandı. Gözlerini yumdu. Uyku, en iyi alkoldü. Acıları geçici de olsa unutturan... Ama bir de kabuslar olmasaydı... Ber, uyumak için düşüncelerini rahat bırakır. İrdeleme yapmaz. Ve genel de uyurdu. Şimdi de uykuya dalmak üzereydi. "Çıt!... Çıt!... Çıt! Çıt!... Çıtçıtçıtçıt!...." "Rüyadayım!..." "Çıt!... Çıt!... Çıt! Çıt!... Çıtçıtçıtçıt!...." "Rüyadayım!..." "Çıt!... Çıt!... Çıt! Çıt!... Çıtçıtçıtçıt!... Çıtçıtçıtçıt!..." "Rüyadayım!... Rüyadayım!... Rü-ya-da- yııııııımmmm!" Ber, yazma esnasında elektronik daktilodan çıkan seslere benzer duyumlar alıyordu. Ama inanmıyordu. "Galiba rüyadayım," kanısındaydı. Devamı: 3.SAYFA'DA
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |