Paul'un Peter hakkında söyledikleri, Peter'den çok Paul'u tanımamızı sağlar -Spinoza |
|
||||||||||
|
Sıcak gün... Güneş; yüksek oranda nemli havayla, insan vücudunu ıslak kavuruyor, terletiyor. Aslında bedenlerden çıkan bildik saf ter değildi. Sanki vücudun deri altı yağı, terle ve havadan etkili nemle yoğunlaşarak akıyordu. Yağlı ve kaşıntı vericiydi. Bu karma salgı; Ad kenti insanının giysisiyle bedenini tutkal gibi birbirine yapıştırıyordu. Kentin yaz mevsiminin özelliğiydi bu... Kuru iklime sahip bölgelerden gelenler için bu kentin insanlarından duyumsadıkları garip kokuya bir kaç haftalık sürede alışmaları ve aynı akıbete uğramaları nedeniyle bu algı yok oluyordu. Has, Hüs, Bes ve Kur isimli onüç, on altı yaşlarında gösteren dört kişi ikamet ettikleri Beylo adlı gecekondu mahallesinden uzaklarda Ad kentinin en seçkin mahallesi Kerbe’nin gözde bulvarında yorulan bacaklarıyla yıkılmadan yürümeye çabalıyorlardı. Ceplerindeki son parayla almış oldukları dört ekmek, ikiyüz elli gram beyaz peyniri; geri dönüş dolmuş parasını nasıl ödeyeceklerini düşünmeden boş kursaklarına indirmişlerdi... Tümü, bu yorgun, bitap halleriyle, artık evlerine kadar yürüyemeyeceklerinin kesin kanısındaydılar.. “Aç kalsaydık!... Ekmek, peynir almasaydık!... Buna sen sebep oldun!...” karşılıklı suçlamaları bile birbirlerine yapmışlardı. . Kaldırım taşlarına oturdular. Her sökükten sonra dikilmekten dikiş tutmayacak konuma gelmiş ayakkabılardan; ayaklarını özgürlüğe kavuş-turdular. Kaşınan ayaklarını ovaladılar... Yağlı ter; su işlevini görmüş, ovaladıkları bölümdeki kirli renk, ayaklarının nispeten beyaz bölümlerinin de kararmasına neden olmuştu. Has, karşılarındaki binayı parmağıyla işaret ederek. "Bir gün zengin olursam," dedi. "Şu karşıdaki binaya benzer bir apartmanın en üst katında oturacağım. Ayağımı balkondan aşağı sallayıp, sigara tüttüreceğim... Ama izmarit değil ha!...". Hüs, "Olum!" dedi, ‘ğ’siz, ‘Oğlum’u’... "Ben senin yerinde olsam soğuk su dolu leğene ayaklarımı koyardım." Kur; "Ya bırakın bu hayalleri eve nasıl döneceğiz? " Lastik ayakkabıdan yer yer zedelenmiş ve şişmiş ayaklarını göstererek, "Ben bittim... Hiç yürüyecek halim kalmadı. Sokakta mı yatsak?... Ne yapsak?.. Akşam olacak!" Bes, saçlarını kaşıyarak "Yav! Burada yatsak; güvenlik ekibi bizi hırsız diye karakola götürür..." dedi. "Ekip görmese mahallede oturanlar telefonla bizi ihbar eder inan ki!.." Hüs, "Bisikletimiz bile yoh lo!..." dedi, yutkunarak. "Olsaydı binerdik, sallardık aşağıya doğru, yarım saatte evlerimize varırdık..." Bes, "Sen sus! ‘Acıktım,’ dedin; bizi de acıktırdın... yoksa dolmuş parası cebimizde olacaktı, paşa paşa evde oturuyorduk şimdi." dedi. Has, "Hadi dua edelim!..."dedi, hafif gülümseyerek. "Yerde para buluruz belkim." Bu söz diğerlerinin acı acı gülmesine neden oldu. Sonra durgunlaştılar, sessizleştiler... Bulvardan geçen arabaların çıkardığı sesleri dinlemeye başladılar. Hüs, "Yav! Ya, Saddam akşam bizim mahalleye füze atarsa?..." diye sordu. Bes, "Yok, yav!.." dedi. Bilgiç tavırlar takınarak. "Kur’un babası bugün ikindiye kadar Beylo mahallesine atacak, demişti... Değil mi Kur’o?..." Sorunun muhatabı Kur, başını öne eğmekle yetindi. Has, "Yav, benim kafam yatmadı bu işe," dedi. "Hangi işe?" diye açılım istedi, Hüs. "Saddam’ın, Halepçe’ye attığı füzelerden Ad kentinde bulunan kürtlere de atacak denmişti," Yanıt beklemeden devamını getirdi. "Beylo mahallesi dışında bizim dili konuşanların yaşadığı başka mahallelerde var... Niye yalınız Beylo?" "Olum!... Kur!... Cevap versene lo?..." Kur, başı önüne eğik vaziyette istifini bozmamaya, renk vermemeye çalışıyordu. Has, yerinden kalkarak Kur’un karşısına çömeldi. Yakasından tutarak sarstı onu. "Söyle lan?... Konuş lan?..." "Beni dövmeyeceğinize söz verin!" "Eeeeee!..." dedi diğer üç çocuk hep bir ağızdan. Kur, zorunlu konuşacaktı. Şimdi konuşması daha yararınaydı. Kendilerinin öğrenmesi halinde daha çok sinirlenebilirlerdi. "Babam, böyle bir şey söylememişti. Yalan söyledim size..." "Neden?" "Neden?" "Neden?" "Neden mi?... Ben bu mahalleyi, ömrümde görmedim." dedi. Apartmanları gözleriyle tarayarak. "Kimse getirmiyordu beni buraya..." sözlerini tamamlayamadı. Has’ın tokadı suratında patladı. Kur ağlamaya başladı. "Lan! Bize doğrusunu söyleseydin seni getirmeyecek miydik." Bes, olgun rolü kaptı ortamdan."Olan olmuş yeter..." dedi. Sessizliğe boğuldular yeniden. Has, aniden yerinden kalktı canlanmış gibiydi. Koşar adımlarla karşı kaldırıma geçti. Arkasından gelen "Nereye!" bağırtılarına kulak tıkadı. Has, adımlarını sıklaştırarak tek başına yürümekte olan otuz yaşlarında atletik yapılı kişinin yanına varmıştı. Yürüyüş hızını düşürmeden ilerleyen adam, yanında biten Has’a "Ne var?... Ne istiyorsun?... sorularını ünlemli yöneltti. Has "Abi! Sana bir şey söyleyebilir miyim?" dedi, parmağını öğretmeninden söz hakkı isteyen bir öğrenci gibi kaldırarak. Adam, elini en nazik tabirle "Çekil git!" gibisinden salladı. "Amca!... Amca!..." diye seslendi, inatla Has. "Biz burada kaldık!... Yol paramız yok abi!..." Adam cümle sonunu beklemeden bir tokat attı Has’a. Arkasından ikincisini yolladı diğer yanağa... Kur, Bes bu görüntü karşısında koşar adım olay yerine vardılar. Nefes nefese kalmışlardı. "Amca! Niye vuruyorsun,"diyerek araya girdiler. Bu fayda etmedi. Ancak tokatlardan kendileri de nasiplen-mişlerdi. Bes, adamın gücü ve görüntüsü karşısında gerekli ve yeterli yanıtı veremeyeceklerini anlamakta gecikmedi. Cebindeki çakı bıçağını çıkararak korkutma amacıyla; adamla kendisi arasında bulunan boşluğa rast gele sallamaya başladı. "Amca!" diyordu bu arada. "Valla seni bıçaklarım! Vurma bize!... " Ses titrekti. Fakat korkunun verdiği etkiyle oluşmuş cesaret içerikliydi. Bu duruş ve hareket adamın geri çekilmesini sağlamıştı. Has, "Hadi kaçalım! "diye bağırdı. Geç söylenmiş bir uyarıydı. Güvenlik ekip otosunun yanlarında acı bir fren yaparak durduğunu fark ettiler. Üçünün de gözleri korku doluydu ve sonuna kadar açılmıştı. Otodan inen görevlilerden biri sorması gereken soruyu yöneltti, "Burada neler oluyor?..." Adam, önce atıldı. "Ben Yalşik!..." diyerek önce kendisini tanıttı. "Bu çocuklar benden zorla para almaya çalışıyorlardı. Onlara karşı koymak zorunda kaldım..." Has’ın burnundan akan kanı seyrederek, "Yetişmeseydiniz beni bıçaklayacaklardı..."dedi. Güvenlik görevlilerinden biri, "Doğru mu, çocuklar?" diye sordu. Çocukların yanıtını beklemelerine gerek yoktu. ‘Söz Uçar, yazı Kalır...’ Sözlü ifadelerin bir yararı yoktu. "Hadi dolmuşa binin," diyerek ekip otosunu işaret etti. "Karakola gideceğiz. Orada anlatırsınız..." Yalşik, isimli kişiye dönerek, "Beyefendi sizinde ifadenizi almamız gerekiyor. Lütfen, sizde bizimle geliniz!" dedi. *** 9 Ber’in heyecanla beklediği gün gelmişti... Bugün cumartesiydi. Özel bir gündü. Markız’la baş başa evde kalabileceği, uzun saatler onu bekliyordu. Etrafı toparlamış, sakal, bıyık tıraşı olmuş, yıkanmış, spor kıyafetlerini giyinmiş, parfüm sürünmüş, dişini fırçalamıştı. Kulağı kapı zilinde bekliyordu... Beklenen zil geldi. Kapıyı açtığında umduğu kişi yerine kapıcı Kap bey’i gördü. "Bir isteği olup olmadığını," sordu, Kapıcı. Olumsuzlama anlamında başını salladı. Kapıyı kapatacağı anda asansör kapısının açıldığını ve Markız’ın çıktığını gördü. Kapıcının inceleyici bakışları arasında Markız’ı içeri aldı. Ber, bir tüm parayı "Çocuklarına bir şeyler alırsın" diyerek kapıcıya uzattı. Kapıcı, bunun sus payı olduğunu anlayacak kadar gün görmüştü. Göz kırparak "Emrin olur," dedikten sonra asansör beklemeden merdivenlere yöneldi. Markız oturmadan bekliyordu. Girişi hayal ettiği gibi gerçekleşmemişti. Olması gereken davranışı sergilemeleri gerekiyordu. Ber, Markız’ı her iki yanağından öperek, "Hoş geldin," dedi. "Teşekkür ederim," diye yanıtladı Markız. ‘Hoş bulduk,’u kullanmadı, çok klasikleşmişti. "Ayakta durma," dedi. Eliyle, boşlukta yarım dairelik bir çizim yaparak, "Ev senin, rahatına bak!” Ber, ağzından dökülen "Ev senin, rahatına bak!" sözlerini çok banal buldu. İş verir tarzı mimiksel hareketlerle dükkanındaki eşyaları gösterip "Abla! Dükkan senin... " diyen tiple özdeşleştirdi kendisini. Markız, salonu incelemişti. İzin isteyerek dairenin tüm bölümlerini de dolaştı. "Ber! bir bekar evi için hem lüks, hem de çok temiz," dedi tatlı gülümsemesiyle. "Sen mi temizliyorsun?..." "Temizlikçi bir bayan var. Her hafta sonu temizliğe geliyor," diyerek yanıtladı. Yel’in, adını anmak ondan söz etmek istememişti. Markız’ın, Yel ile olan ilişkisini sanki sezebileceği kuşkusunu hissetmişti. Bayanların altıncı hislerinin bazen ne kadar güçlü olduğunu okumuştu. Annesinden de bilirdi. Annesi tanık olmadığı halde, bazı hatalı davranışlarından sonra, "Yine, yanlış bir şey mi yaptın?" diye sorardı. ‘Yel’in haftada bir kez ev dışında kendisini de banyoda yıkayarak temizlediğini ve onla yatmak zorunda kaldığını bilseydi tepkisi ne olurdu?..." diye düşündü. "Temizlikçi, hamarat biri olmalı!" dedi Markız. "Bayağı titizmiş Süpürgelikler bile parlıyor." "Hamarattır sağ olsun." dedi, pembeleşen yüzüyle Ber. "Temizlik de..." diyerek de vurguladı. "Eeee!. İçecek bir şeyler ikram etmeyecek misin?" "İkram etmemek ne demek!" Bakışlarını Markız’ın gözlerinin içlerine kadar ilerleterek ."Seni ikramlara boğacağım bugün." dedi. Markız, bu son sözlere gözleriyle, sonra tüm yüz hatlarıyla gülmeye, kahkaha atmaya başladı. Ber’de ona katıldı. Onu güldürmek hoşuna gitmişti. Gülmesinde bundan kaynaklı neşenin payı büyüktü. Ber, Markız’ın sevdiğini bildiği her şeyi, tercih ettiği marka şarap da dahil hazır etmişti. Markız, ortamdan etkilenmişti. Müzik setinden çıkan ses, hoşuna giden sanatçının kasetinden çalınan parçalardı. Ber’in tavırları güven verici ve doğaldı... Pencereler açık olmasına rağmen, perdeler tamamen örtüktü. Bu nedenle gün ortası olmasına rağmen salon hafif karanlıkta kalmıştı. Markız, bunun nedenini soracaktı... Vazgeçti. Yanıtı bulmuştu. Ber, Markız’ın karşısındaki koltuğa kuruldu. Havadan, sudan, işlerden konuştular. Birlikte oturdukları son akşam yemeğinde yaşadıkları korkuyu, endişeyi yorumladılar. Bu arada; içkilerini yudumlayıp birbirle-rini kaçamak bakışlarla süzüyorlardı. "Tanıdığının arabasına binip beni unutman o an çok kızdırmıştı beni!" dedi. Ber’in bozulduğunu duyumsayınca, "Ama, arabadan inerek beni buyur etmen kızgınlığımı yok etmişti." Ber, iç çekerek, "Evet! Heyecandan da olsa bu bir hataydı." dedi. "Beni bağışlamanıza sevindim." Konuyu değiştirmek için, "Özel Konservatuar kursu nasıl gidiyor?" diye sordu. "Hocam, müziğe uygun sese ve kulağa sahip olmadığımı söyleyip duruyor." dedi. "Ama buna rağmen müziğe aşırı ilgi göstermemi takdir ediyor." Eliyle gözlerinin üzerine düşen perçemini yana alarak,"Gerçi hobi olarak yapıyorum. Bir iddiam da yok." diye ekledi. Ber, "Konuşma sesin çok hoş!" diyerek iltifat etti. "Ama şarkı söylerken aynı hoşluk devam ediyor mu? Bilemem." Markız, incinmiş nazlı kız rolüyle, "Bu söylediklerini iltifat olarak mı kabul etmeliyim?" diye sordu. "Bir ara bana bir parça okursun..." "Eee?..." "Müzik sesinin de, konuşma sesin kadar güzel olup olmadığına karar veririm." Markız, esprisel bir yaklaşımla,"Ben her isteyene rast gele parça okusam... İşim iş, yani..." "Ben, 'her isteyen' sınıfına mı giriyorum?" serzenişinde bulundu. "Senin yanında özel bir yer hala edinememişim..." Markız, gülümsedi. "Kızma canım şaka yaptım." dedi. "Sen özellerin özelisin... Hemen de surat asma!" "Bunu duyduğuma sevindim. Yoksa..." Devamını getiremedi. Sözcük bulamadı. "Yoksa?..." "Yoksa..." Bir şeyler söylemesi gerekiyordu. "Yoksa..." sözcüğünü yineledi. "Yoksa rahat uyuyamam!..." "Neden?" "Seni seviyorum ve senin yanında özel bir yerim olmasını arzuluyorum." Ber, rahatlamıştı. Markız, sevgi duyumsatan bakışlarla, Ber'in gözlerine baktı. Sevgi yayan bakışlar karşılıklı on saniye sürdü yaklaşık. Pozitif elektriksel mesajları bu saniyelerde dozajını artırarak birbirlerine sundu-lar. Ortam ısınmıştı. Markız’ın sorusu sessizliği bozdu. "Peki, sen hep böyle bekar mı kalacaksın?" diye sordu. "Evlenmeyi düşünmüyor musun?" Ber, "Tuzak bir soru," diye geçirdi, içinden. Evliliği aklının ucundan bile geçirmiyordu. Bununla birlikte soruyu olumsuz yanıtlamanın da ortamı soğutacağını düşündü. Ya Markız, evlilikle sonlanma olasılığı olmayan birlikteliğe karşı ise?.. "Şimdilik erken... Belki sonra..." politik yanıtını verdi. "Evliliğe kendimi hazır hissettiğimde, galiba ilk teklifim sana olacak,. Buna inanmalısın," diye de ekledi Ber. Bu açıklamayı yaptığından dolayı kendisini kutladı. Ortam yeniden ısınmıştı. Soğutulmadan değerlendirilmesi gerekliy-di. Harekete geçti... Markız’ın yanına oturarak sol kolunu onun ince boynuna yarım ay şeklinde doladı. Ilık bir sıcaklığı kendi içinde, bedeninde ve Markız’ın yanaklarında hissetti. Bu, yabancısı olmadığı bir sıcaklıktı. Davet ve kabulün birbirini onayladığının sessiz diliydi bu. Beklemeye gelmezdi. Markız’ın başını eliyle hafif destek yaparak kendisine doğru çevrilmesini sağladı. Dudaklarına öpücük kondurdu. Evet dudaklar devamını istiyordu... Ber bu isteğe büyük bir arzuyla uydu. Markız'ın sesi ayarsız nefes alış verişleriyle değişmişti. "Çok ileri gitmeyelim," dedi. İçten gelmeyen yalvarır bir sesle. "Ne olur?..." "Merak etme," diyerek yanıtladı Ber. Her ikisi de söylediklerinde samimi değillerdi. Her ikisi de bu işin sınır tanımayacağını biliyorlardı... İki ayrı beden, sürekli artan ritimde kalp çarpıntılarıyla... Ağızdan ağıza geçen salyalarla... Tüm benlikleriyle... Sanki tek bedenleşme. Tek ruhlaşma amacı taşıyarak... Belki de bu amaç için birbirleri içine geçişler yapmaya çabalıyorlar-dı. Zevkli anlar, her ikisi için yaşanmakta olan rüya gibiydi. Birbirlerinin bedenlerini... Her kıvrımını... İnişli, çıkışlı bölgeleri de dahil, uzman kırık-çıkıkçılar gibi hiçbir noktasını, ihmal etmeksizin yokluyorlardı... Ayrıca; birbirlerini koklayarak, yalayarak da tanımaya çalışıyorlardı. İnce ve kalın nefesler; süren eylemlerine, fon müziği oluşturuyor ve ritim sağlıyordu. Ber, heyecanın çabucak noktalanmaması için gayret sarf ediyordu. O an geldiğinde pasif duruma geçiyordu. Hafiften kendisini çekiyor, tıpkı çalışmakta olan bir aracın kontağını arada kapatırmışçasına geçici iptalleri oynuyordu... Giyinmeden, yeme içme tuvalet gibi doğal ihtiyaçlarını arada karşılayarak, kısa süreli dinlencelerle yaklaşık dört saatlik bir beraberlik yaşadılar. Bu onları tüketmişti. Öyle ki; birbirleriyle konuşacak kadar bile enerjileri kalmamış, gibiydi.... Ama bu yorgunluktan her ikisi de şikayetçi değillerdi... Duşu birlikte aldılar... Giyinirlerken, telefonun zil sesi duyuldu. Telefondaki yankılı ses; sert ve ürkütücüydü."Mutlu oldun mu?..." Ber, telefondaki kişinin Med olduğunu anladı. "Böyle biri yok! Sanırım, yanlış çevirmişsiniz." diyerek kapattı. "Ber! Kimdi o?" diye soran Markız'ı; "Yanlış numara çevirmiş şaşkının biri?" diyerek yanıtladı. Markız, saçlarını kuruttu ve taradı. Ruj ve allığını sürdü. Bu evde, bugünkü son sigarasını yaktıktan sonra, "Ber! Yarın ne yapıyorsun?" diye sordu. "Yarın mı?" diyerek kendisine sorulan soruyu yineledi. "Yarrııın... Temizlikçi teyze gelecek... Ev temizliği yapacak..." "Dilersen bende gelip yardımcı olabilirim." Ber, panik atak refleksiyle "Hayır! Hayır!..." diyerek, teklifi reddedecekti. Kendisini zor frenledi. "Teşekkür ederim," dedi. "O, işinin ehli. Sen de yarın dinlen... Senin yorulmanı istemem." "Yine de gereksinim duyarsan beni arayabilirsin." "Teşekkür ediyorum," dedi. "Bugün bir başlangıçtı. Sürekli olması dileğindeyim." "Ben de." diyerek yanıtladı Markız. Başını eğmeden ve gözlerini kırpıştırmadan. *** Devamı: 6.SAYFA'DA
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |