Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
Adam sol tarafına uzanıp abajurun lambasını yaktı. Yaylı açma kapama düğmesinin çıkardığı “çıt” sesini severdi. Bir şeyler düşünürken, sıkıntılıyken eli kendiliğinden oraya gider, sol elinin işaret parmağıyla habire açıp kapatırdı. “Çıt” “çıt” “çıt”... “ - Yapma şunu”, derdi kadın. Öylesine dalıp gitmişken suç üstü yakalanmış gibi korkar, elini hızla geri çekerdi. Sonra lafa dalınca bir ara yeniden uzanırdı; “çıt!” O zaman kadın, şakacıktan ayaklarını tekmeler ya da hafifçe bir tos vururdu kafasıyla... Yatağın içinin aksine oda epey soğuktu. Abajurun solgun bir sarı ışıkla aydınlattığı komodinin üstündeki sigara paketine uzanıp içinden bir tane çekti. Çakmak biraz geride kalmıştı; ona yetişebilmek için yataktan yarı beline kadar sarktı. Altına kıvrılan yorgan da kendisiyle birlikte gelince kadının üstü açıldı. Çıplak omuzları üşüdü. Yorganı hızla kendine çekti. “ - Hey, yavaş biraz!” dedi adam. Altından kurtulan yorganın ucu eline çarpmış, yakmaya hazırlandığı sigarayı yere düşürmüştü. Abajuru biraz eğip düştüğü yere baktı, göremedi. Karyolanın altına kaçmış olmalıydı. Yeni bir tane çekti paketten. Başının altına bir yastık daha alıp yükseltti. Yorganı da göğsüne doğru çekti. Sigaradan aldığı ilk nefesi üflerken keyfi yerine gelmişti. Ancak birkaç nefes sonra biriken külü dökmek için komodinin üzerinde kül tablası arayıp da bulamayınca canı sıkıldı tekrar. Kalkmaya üşendi. Etrafına bakınıp uygun bir yer arandı, bulamadı. Boştaki avcuna mı dökseydi? O kolunu da çıkarırsa üşürdü. Hem bitince nerede söndürecekti. Vazgeçti. “ - Şimdi bana bir kül tablası getirenin kırk yıl kölesi olurum!” dedi, ortaya doğru. Mesajın adresi belliydi ama kadın hiç oralı olmadı. Aslında oldu da belli etmedi. Yatakta sigara içmesinden rahatsız olduğunu söylemişti kaç kere. Yine de aklı sigaranın ucundaki küle gitti. Düşürecekti şimdi. Biraz bekler, adam kalkıp almazsa mecburen kendisi getirirdi. “ - Bir daha tablaların ucuna bir iplik bağlayacam. Nerde olursam olayım çekip yanıma getiririm. Aslında sigara paketlerinin bir tarafına küçük birer küllük takıp vermeleri lazım” dedi adam hınzırca. Cevap vermedi kadın. İnadı tutunca kimse hiçbir şey yaptıramazdı. Kül düşmesin diye sigaranın ucunu yukarı doğru çevirip yavaş hareketlerle kalktı. O giderken göz ucuyla baktı kadın. Yürürken sigaraya bakarak elini kıpırdatmamaya çalışıyor, bu durum da yürüyüşünü komikleştiriyordu. Bi ara ayağı halıya takılıp tökezledi. Ama yine de dökmedi külü. Yatağa döndüğünde sigara bitmek üzereydi. Birkaç nefes daha çekip küllüğe bastırarak söndürdü. “ -Uyudun mu?” dedi kadına. “ - Çalışıyorum” diye cevapladı kadın, biraz gecikerek. Hani tam dalmak üzereyken uyandırılmış gibi. “ - Neye çalışıyorsun?” “ - Üff! Kötü espri yapma günün mü bugün?” Hızla dönüp pozisyon değiştirdi kadın. Uykusu yoktu. Bir süre adamın tekrar konuşmasını bekledi. Konuşmadı. Ona doğru döndü. Adam kollarını başının altında birleştirip gözlerini tavana dikmişti. Pişman olmuştu söylediğine ama özür falan da dilemedi. Sırt üstü döndü. “ - Ebru’lar yazlık almış” dedi birden. Ayaklarıyla yorganı düzeltti. “ - Öyle mi, nerden?” diye sordu adam. Bilerek gecikmişti karşılık vermekte. “ - Ayvalık’ın yakınlarında bir yerdeymiş, söyledi de aklımda kalmadı şimdi.” “ - Sevindim. Hayırlı olsun.” Aslında pek de sevinmemişti. Aksine, konuşmayı hiç sevmediği bir konuydu açılan. “ - 'Tatile çıkarsanız gelin orada kalın' diyor, Ebru?” “ - Çıkarsanız mı dedi?” Şart kipini vurgulamıştı bunu sorarken. “ - Evet. Neden?” Bir an şaşırmıştı kadın. “ - Bildiğim kadarıyla biz her yıl çıkıyoruz tatile de ondan!” Zor gizleyebildiği bir kızgınlık sinmişti sesine. “ - Dur hemen, alındın mı, o niyetle söylemedi ki kadıncağız.” “ - Bilirim ben Ebru’yu. ‘Bahçeyi peysaj mimarına yaptırdık. Fayansları da ithal’ falan!” Adı geçenin sesini ve konuşma tarzını taklit etmişti; beklenmedik bir şekilde epey benzeterek. “ - Üff. Ekşidin sen de iyice haa! Her şeyde bir art niyet arıyorsun” kaşlarını birbirine yaklaştırmıştı kadın. “ - Aramıyorum, ortada zaten.” “ - Tamam tamam. Bişey söylediğine pişman edersin insanı.” Sırtını dönüp yorgana gömüldü kadın. Az bir süre sessiz kaldı öyle. Dayanamadı tekrar döndü: " - Ha, unuttum; iki hafta sonra Taner'lerin düğünü var." " - Düğün mü!? Yav ne zaman barıştı onlar, hani ayrılıyorlardı?" " - Yalvarmış Taner, ayaklarına kapanmış Mine'nin. Mine de 'ya nikah ya da herkes yoluna' demiş." " - Ben gidemem valla, sonra eve davet ederiz." " - Saçmalama! Ne demek gidemem, ikisi de en yakın arkadaşlarımız!" " - Yav biliyorsun, öyle kalabalıkları sevmem ben." " - Canın çıkmaz birkaç saatte ya. Hem niçin sevmiyormuşsun?" " - Çünkü zurna sesine alerjim var. Kaşınıyorum zurna sesi duyunca!" dedi adam, bir çocuğun hiç yoktan huysuzlanması gibi. " - Davul zurna mı kaldı düğünlerde allasen? Zaten nikah töreni, düğün değil" " - Şart değil, nikah düğün otomatikman zurnayı çağrıştırıyor bana! Bak başladım bile kaşınmaya! Neyse tamam, bakarız; o gün gelsin hele" Gerçekten de adamın sol bacağının bileğine yakın bir yeri kaşındı. Sağ ayağının başparmağıyla kaşımaya çalıştı. Birden şiddetlenen kaşıntıya karşı koymak için sert ve biraz uzunca tırnağını bastırınca derisini acıttı. Ordaki biraz dinince bu kez sırtı kaşınmaya başladı. Tam kürekkemiğinin üstünde, elinin yetişemeyeceği bir noktaya geçmişti şimdi. Sanki iğneler saplanıyordu. Birkaç saniye içinde derisinin üstünden bezelye tanesi büyüklüğünde bir sivilce uçvermiş gibi hissediyordu. Onun başını koparmak için şiddetli bir istek duydu ama elinin oraya yetişmesi imkânsızdı. Zaten sivilce mivilce de yoktu. Yüzükoyun döndü. Kolunu kıvırıp o noktaya erişmeye çalıştı. Ama hem tam olarak yetişemiyor hem de bükülen dirseği acıyordu. Bıraktı. Kaşıntının geçmesini bekledi. Ancak hem orası daha da şiddetlenmiş hem de elinin dokunduğu başka yerler de kaşınmaya başlamıştı. “ - Şurayı kaşısana biraz” dedi sessizliğe gömülen kadına. Kadın hiç tepki vermedi. Az önceki konuşmaya canı sıkılmış, gözlerini kapatmıştı. Onu kızdırdığının farkına varmıştı adam. Israr etmedi. Sırt üstü dönüp yatağa sürtündü biraz. Ama yumuşak çarşaf kesmek şöyle dursun daha da arttırmıştı kaşıntıyı. Hızla sağ tarafına döndü. Kolunu çevirip nafile bir çabayla tekrar kaşımaya başladı. Olmadı. Komodinin üzerine baktı. Bir sigara paketi (kısa, filtreli), çakmak (plastik, "kullan at" tipi, ucuz), saat (gösterişsiz, basit bir şey) gözlük (gri çerçeveli, camı biraz çizilmiş), telefonlar (iki tane, biri onun biri kadının), bir kitap (J. D. Salinger- Dokuz Öykü)... Kitabı aldı. Sayfaların açıldığı taraftan tutup bir köşesini kaşınan noktaya denk getirmeye çalışarak ileri geri sürdü sırtına doğru. Biraz hafifletebilmişti. Geçici bir serinlik yayıldı cildine. Kadın, adamın bulduğu kaşınma yöntemine için için gülüyordu. Karışmayacaktı. “Uğraşsın biraz” diye geçirdi içinden. Adam o sırada yeniden sırt üstüne dönüp kitabı yerine bıraktı. Ama ondan önce acaba cildine temas eden yeri yağlanmış mı diye baktı. Öyleydi. Canı sıkıldı. Kitapların temiz kalmasına çalışırdı. Üstünde durmadı. Rahatlamış ama nefes nefese kalmıştı. Bir sigara daha çekti canı. Tam uzanacakken vazgeçti. Ertesi gün Pazartesiydi. Vakit geceyarısını çoktan geçmiş ama uyuyamamıştı. Üstelik çoğu Pazar gecesi olduğu gibi uyku tutmayacak gibi görünüyordu. Uykusuzluk, alel acele kalk traş ol, duş al, kahvaltıda aceleyle içtiğin için sıcak çayla gırtlağını yak... Trafik, aynı yüzler, aynı işler, aynı laflar. Şimdiden yorulduğunu hissetti. Gözlerini kapattı. Kaşıntı merkezi karnına geçmişti bu defa. Neyse ki elinin yetişebileceği bir yerdeydi bu. Hafifçe, göbek deliğinin etrafında küçük daireler çizerek tatlı tatlı kaşıdı. Hoşuna gitti. Elinin yetebileceği bir yerdeyse kaşınmak fena bişey değildi. Kadın uzanıp adamın göbeğini kaşımayı düşündü. Hatta sağ kolunu kaldırıp uzattı ama sonra nedense aniden geri çekti. “ - Seymour Glass neden intihar etti biliyor musun?” dedi adam, çok doğal bir şey soruyormuşçasına. “ - Seymour Glass kim?” diye sordu kadın. Kitaplarla arası pek de hoş sayılmazdı. “ - Boşver.” “ - Yaa!. Söylesene, neden intihar etmiş?” İki dirseğini destek yaparak yarı doğrulmuştu yatakta. “ - Ben de bilmiyorum. Boşver” dedi adam. Ağzını sağa ve biraz yukarı doğru büzüp burnunu çekti. Oysa burnunu çekmesini gerektirecek akıntı falan yoktu. Tikiydi bu. " - Galiba onun beyni kaşınıyordu" dedi, biraz bekledikten sonra... ......... Celal Çelik. 10 Mart 2008 - İstanbul
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Celal Çelik, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |