"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
Burada çalışmaya başladığı günden iki yılı aşkın bir süre geçmişti. Göreve ilk başladığında, izlemiş olduğu filmlerin vermiş olduğu etkilerle, bankaya her giren müşterinin soyguncu olabileceği şüphesini taşıyordu. Bakışları da çevreye bunu olduğunca yansıtıyordu. Banka müdürü tarafın-dan bir çok kez uyarılmış, paylanmıştı. Gelenler soyguncu bile olsa bu şekilde incelememeliydi. Çünkü bankaya her türden ve her kesimden soyguncu insan da gelebilirdi. Yeter ki, bankanın izni dışında soygun gerçekleşmesindi. Aksi halde bankanın ‘İstersemSoyulurum’ ünvanı ayaklar altına alınmış olacaktı. Hareket kabiliyeti ve sınırları tam olarak belirlenmişti. Bunu kavraması için ayların geçmesi gerekiyordu. O aylarda geçmiş ve kısa sayılmayacak bir süredir istenilen yapıyı sunan bir görev-liydi. Kendiliğinden durumdan vazife çıkarmamalıydı. Vazife alanı, Ban-ka Düzenleme Grubu tarafından ayrıntılı olarak düzenlenmişti ve kendisi-de onların emri altında çalışan dar bir alanlı görevde, izlemek ve kuralları uygulamak gibi iki başlı görevi bulunan bir kişiydi. Aksine hareket, işinden olması sonucunu doğuracaktı. Gerçi aldığı aylık maaş hala asgari ücretti. Yükseltilmemişti. Kendisinin ve ailesinin sağlık sigortası yapılmış, evdeki çocuğuyla eşine ekmek götürebiliyordu. En ucuz filtreli sigaradan içebiliyordu. Öğlen iki çeşitten oluşan tabldot yemekten yararlanabiliyordu. İşsizliğin diz boyu olduğu bu ülkede işsiz bir insana serzenişte bulunduğunda "Belanı mı istiyorsun?... Bundan iyisi can sağlığı," dedirtecek konumdaydı. Yine de bankada çalışmak asgari ücretle çalışanı yıpratıcı nitelik-teydi. Binlerce adet yeşil paraların ne iş yaptığı belli olmayan insanlar tarafından siyah poşetlerle bankaya getirilmesi, bazen daha fazlasının götürülmesi karşısında eline ayda bir tutuşturulan onbir adet yeşil para kendisinde garip duygular oluşturuyordu. Bu içsel duyumsamaları Banka Düzenleme Grubu tarafından bilinmesi halinde herhalde, en azından uyarılırdı. Artık kendiside bu gurubun talimatlarıyla hareket ettiğine göre, onlar gibi düşünmeli, onlar gibi tavırlarda bulunmalıydı... Bu duyguları her duyumsadığında kendisine, "kendine gel!" diyerek uyarıda bulunuyor-du. Bu uyarı oluşan veya oluşturulan vicdanını rahatlatıyordu. Midesi acıkma sinyalleri veriyordu. Öğle yemeğine az bir vakit kalmıştı. Biraz daha sabır, dedi içinden. Yirmi beş yaşlarında yüzü kırmızılaşmış birinin, "Vezne nerede?.." sorusunu yanıtladı. Soruyu soran kişiyi ilk kez görüyordu. Gördüğü yüzleri hiç unutmazdı. Fotoğraf hafızası güçlüydü. Bu kişinin, panik hali dikkatini çekmişti. Kötü birine benzemiyordu, Bildik soyguncu tipi sunmuyordu. Yinede tavırları hoşuna gitmemişti. "Aman sen de!" dedi kendi kendisine içselinde. "Yine şüphecilik hastalığın nüksetti." "Eller yukarı!" "Ne?" "Ellerini yukarıya kaldır! Yoksa mideni mermi manyağı yaparım!" Güvenlik görevlisi, elinde silah bulunduran kendi yaşıtının emrini isteksizce yerine getirdi. Bir başkasının, bankada bulunanları bir yere toplayarak yüzükoyun yere yatırdığını, elinde siyah poşet bulunan gencin veznedarı ölümle tehdit ederek, boş poşeti dolu olarak iade etmesini emrettiğini izledi. İzleme görevini yerine getirebiliyordu. Ama; bu yeterli değildi. Banka Düzenleme Grubu, bu tür izinsiz soygunlarda silahını kullanması gerektiğini düzenlemişti. Bu kuralı uygulamaya yetkili ve görevli olan tek insan şu anda kendisiydi. Bir şeyler yapmalıydı. Sessiz kalmak, soyguna onay vermek olarak algılanabilirdi. Bu olasılıkta, eve götürdüğü ekmekten kendisi ve ailesi; içtiği sigaradan sadece kendisi olacaktı. Dört yaşındaki YetKız isimli çocuğunun sağlık sorunları vardı. Bankanın sağlık sigortasının devam etmesi zorunluluğu vardı. Bir şeyler yapmalıydı. Zaman hızlı geçiyordu. Bir an sonra soygun-cular, bankayı terk edecekti. Bir süre sonra işinden olabilirdi. En azından direk Güvenlik Merkezine bağlı masaüstünün hemen altında bulunan kırmızı renkli tehlike düğmesine basmalıydı. Sağ elini hafifçe indirdi. Karşısında bulunan soyguncunun bakışları kendisinde değildi. Düğmeye bastı. Bu yetmeyecekti. Güvenlik gelinceye kadar onları oyalamalıydı... Hatta teslim almalıydı. Bu davranışı maaşının zamlanmasını doğurabilirdi. Biraz cesaret, biraz daha para olarak kendi-sine geri dönecekti. Meşhur olacaktı. Filmlerdeki artistler gibi, basına ayrıntı demeçler verecekti. Belki de bankanın Ad Kenti Merkez binasına güvenlikçi olarak atanacaktı. Oranın imkanları daha iyiydi. Silah kabzasının çıtçıtını açtı. Silahını kılıfından çıkardı. Bacaklarını dirseklerinden hafif kırarak, ata biner pozisyonda, silahın kabzasını her iki eliyle tutarak, "Kıpırdama!" diye bağırdı. Bağırtı, yüksekti. Karşısında bulunan, başı vezneye dönük KursEviEğitmen tarafından duyuldu. Bağırtı yüksekti, duyulmaması imkansızdı. Veznede bulunan Bes, yere yüzü koyun yatmış olan insanlar, onları göz hapsinde tutan Kur ve Banka görevlileri tarafından da duyuldu. Ses, soyguncularda şaşkınlık ve hüzün, diğerlerinde umut duyguları oluşturmuştu. Bankanın kapı ve pencereleri kapalıydı. Hüs, bankanın karşısında motor kaputu açık arabayla uğraşıyor görüntülerindeydi. Hüs, "Kıpırdama!" bağırtısını duymamıştı. Duysa onda da hüzün oluşacaktı. Ayrıca aşırı korku ka-de-ve si olacaktı. KursEviEğitmen'in on bir yıl önce yine bir banka soygunu teşebbüsü olmuş ve yakalanmıştı. Yargı Grubunun vermiş olduğu on beş yıllık cezasını tamamıyla çekmeden, aftan yararlanarak Tut-Bırakma KursEvin' den salıverilmişti. Tekrar yakalanıp, içeri tıkılmak istemiyordu. Televiz-yonda izlediği magazin programlarındaki yaşamın içine girmek istiyordu. Buradan kendisine düşecek parayla, Kont kentine gidecekti. Kırmızı şarap içerken, kırmızı tenli piliçlerle birlikte olacaktı. Yanıp sönen ışıklar altında onlar gibi kıvıracaktı. Dansözlerin sutyenlerine yeşil para tıkıştırır-ken, onların göğüsleriyle ellerinin temas etmesini sağlayacaktı. Bu görüntüleri kursevindeki televizyonda yayımlanan magazin programlarında bol bol seyretmişti. Soygun konusunda tecrübesi vardı. Bu yönde bilgi ve birikimlerini Tut-Bırakma KursEvi'nde bulunan başkaca birbilen bireylerle de paylaşa-rak ilerletmişti. Ayrıca; Bes ile Kur'un eğitmenliğini üstlenmişti. Şimdi hareketsiz kalmak racona tersti ve eğitmenlik etiketini karala-yacaktı. Bu konularda BirBilenSoy olarak çevrede nam salmıştı. Namını yürütmeliydi. On beş yaşlarındaki yeğeninin kendisini her gördüğünde gıpta ile bakarak, "Büyüdüğümde bende senin gibi olmak istiyorum," deyişini anımsadı. Yeğenini mahcup etmemeliydi. Onun kendisinden söz ederek hava attığı arkadaşlarına karşı başını eğdirmemeliydi. Onun kendi-sinden, deneyim ve bilgilerinden yararlanma hakkı vardı. Onu çok seviyordu. Çok zekiydi, cesurdu, ataktı, gözü pekti... Rahat yaşamın kaynağının para olduğunun farkındaydı. Parayı çok seviyordu. Onu öyle bir yetiştirecek ve öyle bir ortam sunacaktı ki; banka şubeleri yerine tüm şubelerin paralarının toplandığı banka genel merkezlerinde soygun yaptı-racaktı. Bunlara tek engel karşısında duran, titrek elleriyle silahı kendisine yöneltmiş Güvenlik görevlisiydi. Engel aşılmalıydı. Engel yok edilme-liydi. KursEviEğitmen'i, elindeki silahı ateşledi. Bir yetmeyebilirdi, ikinci kez de ateşledi. Engel aşılmıştı. Acı bağırtı sesleriyle güvenlik görevlisi sırtı camlara temas edinceye kadar gerisin geriye gitmiş ve yıkılmıştı. Kurşunların ve sonra camın bedeniyle temasından kendisine zimmetli tabancası da elinden yere düşmüştü. Beyni, kendisindeydi. "Tabancayı düşürmemden dolayı uyarı cezası verirler mi?... Belkide bir maaş ödememe cezasıyla geçiştirir*-lerdi..." diye düşünüyordu. Uyarıyı kendisine, öncelikle kendisi yapma-lıydı. Öğreti ve düzenleme bunu gerektiriyordu. Düzenlemenin oluştur-duğu benlik, "Sakarsın!... Sakarsın!... Sakarsın!... " diye içinden üç kez bağırdı. Soyguna kan karışmıştı. Siyah poşetin tam olarak dolmasını beklemeye zaman yoktu. Bes, Kur ve KursEviEğitmen bankadan koşar adım çıktılar. Hüs, silah seslerini duyduktan sonra bedensel titremelerini önlemeye çabalıyordu. Motorun kaputunu kapatmış, kontak anahtarını çevirmeye çalışıyordu. Ama marş bir türlü basmıyordu. Yolun yarısına kadar gelen arkadaşlarının çevresinin tümüyle güvenlik ekip arabalarıyla çevrildiğini gördü. Bes, Kur ve KursEviEğitmen'inin teslim olmaya niyetleri yoktu. Güvenliğin uyarı atışlarına hedef gözeterek karşılık verdiler. Değişik sesli, kulak paralayıcı silah sesleri arasında gerçekleşen ölüm ve yaralanma bilançosu ertesi günkü gazetelerde yer alacaktı. Televizyonlarda ise; birkaç saat sonra... Güvenlik görevlilerinin tabancalarından çıkan kurşunlarla Bes, Kur ve KursEviEğitmen'i hayalleriyle birlikte öldürülmüştü. KursEviEğitmen'inin tabancasından çıkan kurşunlarla iki güvenlik görevlisi ağır yaralanmıştı. İstersemSoyulurum bankasının Şube Düzenleme Grubu Başkanı, güvenlik görevlisinin başında donuk izlemelerdeydi. Bu soygun; hesapta olmayan bir soygundu. Yerel düzenleme raporlarında sapma meydana gelmişti... Güvenlik görevlisi, gözlerini araladı. "Öleceğimi hissediyorum," dedi. Ses yumuşaktı, duygusaldı, yürek paralayıcıydı. Acı ağlatmıyordu onu... Onu ağlatan, geride bırakacağı sağlık sorunları olan ve sürekli tedaviye gereksinimi olan YetKız ile ilk birlikteliklerinin sıcaklığını birbirlerine karşı hala korudukları eşi DulKadın'dı. Eşi DulKadın sevgi boşluğuyla ne kadar süre yokluğuna dayanabilecekti. Başkan, "Son bir arzun var mı?" diye sordu. Biçim ve üslup idama giden bir hükümlüye son soruyu yönlendiren bir cellat’ı çağrıştırıyordu. "Kızımın tedavisini sürdürün!" Dilek, emir içerikliydi. Banka üst düzey görevliyle ilk ve son kez bu ünlemde konuşuyordu. Ruh; bedeni terk etti. Bedende; düşünce, duyumsama, vicdani muhasebe sağlayacak mekanizma kalmamıştı. Ruh özgürdü ve yaşıyordu. Beden ölüydü ve gelen ambulans otopsi için onu hastaneye kaldıracaktı. Otopsi sonrası üzerine ölü toprağı serilecekti. Gömülü olacağı yer; bedenini için Tut-Bırakma KursEvi olacaktı... Kabri, görev şehidi mezarı olarak adlandıracaktı... Beden; hiçbirini ve hiçbir şeyi duyumsamayacaktı... *** Hüs, çalıştıramadığı arabadan çıkarak soygun mahallini hızlı adımlarla terk etmiş, sonra koşmaya başlamıştı. Hedefi belirsiz bir koşuy-du. Silah sesleri yankılanıyordu hala kulaklarında Bes, Kur ve KursEviEğitmen'inin kanlar içinde düşüşünün görüntü-leri gözlerinin önünde sürekli yineleniyordu. Kaçması bunları yok etmiyordu. Yakalanabilirdi... Yakalanmak istemiyordu. KursEvin'de yıllarca önce üç ay civarında kalmıştı. Kendisine uygun bir yer değildi. Yakalanmaktansa; ölmeyi tercih ederdi. Sağ tarafında bulunan güzergahtan bulunduğu yöne hızla yaklaş-makta olan arabayı gördü. Denk getirmeliydi, adımlarını taşıtın hızına göre ayarlamalıydı... Evet, çarpışma noktasını iyi ayarlamıştı... Ama; çarpışma istenen sertlikte gerçekleşmemişti. *** Hüs'ün ayrıntılı anlatımlarını soluğunu tutarak dinlemişti. Ad kenti merkezinden uzakta göle nazır bir tepede otomobil içinde bulunan Ber ve Hüs birbirlerine sonraki diyeceklerini kurgulamaya çalışıyorlardı. Yasaya göre, kamu hizmeti yapıyordu. Kamu Görevlisi sayılırdı. Bu görevin sorumluluklarından biri de, suçluyu ihbar etmek, teslim edilme-sini sağlamaktı. Suçluyu gizlemek, ona yardımcı olmak, bir yerden bir yere götürmek, yemek vermek, sigara ikram etmek suçtu. Şu ana kadar bu suç maddesini kalem kalem işlemişti. İkilemde kalmıştı. Hüs'ü teslim ederek süregelen suç işlemelerini sonlandıracak, ya da duygularına yenilerek, Hüs'ün saklanmak için gitmek istediği yere kadar götürecekti. İkinci olasılığı gerçekleştirdiğinde kendi mesleğiyle çelişecekti. Ülke de meslek, kişilikle birleşikti. Meslek, kişiliği içine alır ve eritirdi. Mesleğin gerektirdiği kıyafeti giyinmek, mesleğin gerektirdiği şekilde konuşmak ve hatta bakışlarda, mesleğin gerektirdiği şekilde olmalıydı. Bu kadar ayrıntı içeren meslek kimliğine çok büyük bir suç işleyerek aykırı davranmak, kişilik bozumunu da beraberinde getirebilirdi. "Ne düşünüyorsun?..." diyerek, düşünsel yoğunluğunu bozan Hüs'e kızgınlıkla baktı. Normal yaşamı, olumsuz anlamda bozan kim olursa olsun, öfke oklarını kendisine çekerdi. Ber'de bu anlamda bakmıştı kendisine... "Hiç konuşma!... Sus!..." dedi, Ber. "Düşünüyorum..." Net bir yargı oluşturmadı. Daha fazlası lazımdı. Ayrıntılara girmeliydi. Karşılaştırmalar yapmalıydı. Hüs, diğerleriyle organize bir şekilde soygun eylemine karışmış, izleyici olarak görev almıştı. Soygun; indirim nedeni sayılabilecek; ‘teşebbüs aşamasında’ kalmıştı. Ama bir ölü, iki ağır yaralı vardı. En azından gasp eyleminden yirmi sene ceza alabilirdi. Cezasını Tut-Bırakma KursEvin'de geçirecekti. Bunun yararı ne olacaktı?... Şu anda ölü olan üç ortağı da KursEvi'nde uzun yıllar kalmışlardı. Cezalarının bitmesine çok az kala siyasi olmayan aftan yararlanarak bırakılmışlardı. Yattıkları süre de ıslah olmamışlardı. Bes ve Kur, gerçekte işlemedikleri bir suçtan aldıkları ceza nedeniyle kaldıkları KursEvi'nde bu kez gerçekten suç işleme eğitimini almış, suçlu insan özelliklerini tamamıyla edinmişlerdi. Kendiyle bu tartışması üst düzey tartışmalara kendisini yönlendiri-yordu. Engellemek, içselini rahatsız edecekti. Düşünselini, koşulsuz serbest bıraktı. Hukuk eğitimiyle ve mesleğini sürdürürken elde ettiği ceza hukuku genel prensiplerini irdeliyordu şimdi. Çağdaş Ceza hukuku ilkelerinde; suçu cezalandırmanın bir çok amacı vardı. Anımsadığı kadarıyla bunlar; kamu vicdanını rahat ettirme, toplum-sal barışı sağlama, intikam ve kini önleme, suç işleyen kişileri veya suç işleyebilecek kişileri bu anlamda korkutarak suç işlemeden caydırma, cezalarını çektikleri Tut-Bırakma KursEvlerinde terbiye etme, ıslah etme ve topluma kazandırma... KursEvlerine giren ıslah olacağına, suç işleme konusunda bilgi, deneyim ve yetilerini birbirleriyle paylaşarak daha keskinleşiyorlardı. Alınan eğitim; daha ileri düzeyde suç işleme eğitimiydi. Islah olan çok az insan çıkabiliyordu, aralarında... Onların da oradaki etkilerden kaynak-lanan psikolojik bozuklukları söz konusu oluyordu. İşlemedikleri gasp suçundan hüküm giyen Bes ve Kur, bu kez gerçekten gasp eylemini gerçekleştirmişlerdi. Son eylemlerinin cezasını, suçsuz yere aldıkları gasp cezasıyla önceden KursEvi'nde kalarak çekmişlerdi. SodGom ülkesinin tarihinde garipliklerden biri daha gerçekleşmişti sanki. Eylem gerçekleşmeden önce güvenliksel ve hukuksal sezgilerle onların cezaları kesilmişti. İkinci ceza; öldürülmeleriydi... Güvenliğin bunda günahı yoktu. Öldürmeselerdi, kendileri aynı akıbete uğrayacaktı... Cezalarından biri fazlaydı, son suç ölümle cezalandırılmıştı. önceki ise gerçekte yürürlükteki yasaya göre suç teşkil edecek eylemlerden değildi. Birinden dolayı, Bes ve Kur kamu vicdanından alacaklı konumun-daydı. Alacaklının ölümü halinde alacak mirasçılara geçerdi. Mirasçıların da mirası ret etme hakları vardı. Kuvvetle muhtemel olan mirasçıların bu mirası reddetme iradesinde bulunacaklarıydı. Kamu vicdanı kavramını algılamaya çalıştı. Soyut bir kavramdı, içeriği doldurulmamıştı. Bir isteği, yerine getirmek için istekte bulunanın isteğinin ne olduğunu öğrenmek gerekiyordu. Doğal yasa bunu böyle düzenlemişti. SodGom Ülkesi Düzenleme Grupları bu konuda şimdiye kadar herhangi bir kamunun yani devlet ile birey ve bireylerden oluşan toplumun asgaride birleşen isteklerinin ne olduğu konusunda psikologları, sosyologları ve diğer ilgili bilim adamlarını görevlendirmemişti. Bilim adamlarına bazen güven olmazdı. Bilimsel sorumlulukları nüksedebilir, sapma meydana getirebilirlerdi. Onların bulgularıyla kendi raporları arasında çelişki doğabilirdi. Çelişkileri resmileştirmek en hoşlanmadıkları sonuçlardan biriydi. Kaldı ki; kamu vicdanının sesi olan medya araçları vardı. Çoğunluk-la ellerinde bulundurdukları bu güç sayesinde kamunun, toplumun, bireyin nabzı tutulabiliyor, anket formlarıyla, birkaç kişi ile yapılan görüşmeler-den kendilerinin de hoşlarına gidecek olanlar, yan kolları olan bazı görev-lilerce bu iletişim araçlarıyla yansıtılıyordu. Toplum ve birey kendi içse-linde bu sesi benimsemese de, ses çıkaramazdı. Çünkü duyurulan ses genelin sesi olarak lanse ediliyordu bir kısmı medya tarafından. SodGom yurttaşının en büyük korkusu, toplumla zıtlaşmak, toplum-dan soyutlanmak, yalnız kalmaktı. Bu korkuyu yenenlerde birkaç elin parmakları kadardı. Parmak koparmak, kesmek ise ülkede en kolay ameli-yatlardan biriydi. Ya Bes'in, Kur'un psikolojileri... Birkaç KursEvi ziyaretlerinde onlarla yapmış olduğu görüşmelerde haksız yere aldıkları cezanın verdiği kin ve nefreti taşıdıklarını kendisine hissettirmişlerdi. Cezalandırmanın amaçlarından biri olan; korkunun gözlerini taşımıyorlardı. "Abi! Çıktığı-mızda ses getireceğiz," diyorlardı. Ses getiremeden, sesleri kısılmıştı. Toplumun çok az bölümünü teşkil eden gece magazin grubuyla bütünleşemeden, onlara kendilerini; kendilerini onlara kazandıramadan, bir daha geri gelmemek üzere soyutlanmışlardı. Olayda ölüm de vardı. Ekmek parası için çalışan bir güvenlik görevlisi öldürülmüştü... Görevini yapmaya çalışan iki güvenlik görevlisi yaralanmıştı... Bunda Hüs'ün kabahatinin olmadığı anlaşılıyordu. Kaldı ki Hüs'ün silik ve korkak kişiliği bu suçu işlemeye de müsait değildi. Bes'in, Kur'un geçmişini acaba Hüs yaşar mıydı?... Belki de ceza hukukunun genel cezalandırma amacına yönelik yararları onda gerçekten uygulama alanı bulabilirdi... Hüs'ün avukatlığını da üstlenirdi. Olayı parçalar ve sadece 'gaspa eksik teşebbüsten ceza alması,’ sağlanabilirdi. Başını, Hüs'e çevirerek, "Hüs!" diye seslendi. "Seni adalete teslim edeceğim." Hüs, on beş yaşında yüzleştiği, adalet kavramını duyunca ağlamaya başladı. "Teslim olmayacağım!... Yanlış yapıyorsun!" Ber, buz gibi bir ses tonuyla aldığı yanıttan korkmuştu. Hüs, az önce ve senelerce önce tanıdığı Hüs değildi, sanki. "Ber, bu düşüncesini belli ederek onu daha fazla cesaretlendirmemeliydi. Sert bir sesle, "Beni tehdit mi ediyorsun?..." diye sordu. Bağırtısından ağzından çıkan birkaç tükrük damlası, Hüs'ün yüzüne sıçramıştı. Eliyle yüzünü silen Hüs, "Hayır abi!... Haddime mi düşmüş," dedi. "Kendimi öldürürüm!..." Bu da bir tehditti ve tüm tehdit seçeneklerinden en güçlüsüydü. Ber, "Dışarı çıkalım!" dedi. Temiz havayı içine daha iyi çekebilecekti. Gerinecekti. Oturmaktan yorulan bedenini açacaktı. Hüs, isteği yerine getirdi. Ber, bulundukları tepeden karşı tepenin ufkuna gözlerini dikti. Bir taraftan da Hüs'ü dinliyordu.. "Abi! Benim çevrem, param yok. Beni kim kurtaracak?... kursevine sigara getirenim bile olmaz.... Abi! Bana yirmi yıldan az vermezler!... Başkaları yapıyor, birşey olmuyor..." özet cümlelerdi bunlar... Kelimeler, cümleler yetersiz ve yıkıkken, anlamı dimdikti. Ber, konuşan Hüs mü?... dercesine başını ona yönlendirdi. Konuşan Hüs'tü. Acılar, gelişen olaylar insanları bir şekilde eğitiyordu. Yanıtladı onu. "Başkalarına tabi birşey olmaz çünkü onlar soygunda silah kullanmı-yorlar, kimseyi öldürmüyorlar." Hüs, irdelemediği daha bir çok SodGom Ülkesi ceza hukuku genel prensipleri olduğunu bilmeden anımsatmıştı kendisine... Irk dil, din, meslek, mezhep, sermayedar, emekçi, işsiz, medya temsilcisi, politikacı, bürokrat, ajan, x görevliler, yeğenler, resmi kıyafetliler, sivil kıyafetliler, dansözler, yabancılar, yerliler, kızılderililer, devlet avukatları, yargı grubu üyeleri... Sivil ve gayrı sivil mafya üyeleri... her kim olursa olsun her ne şekilde olursa olsun suç işleyenlere karşı; yasaların eşit uygulanması yönünde cezalar yeniden düzenlenmeli ve ceza Yasasında yerini almalıydı. Aksi halde; bunda yargı grubu üyelerinin yapabileceği hiçbir şey yoktu. Onlar, sadece varolan ve düzenlenmiş yasalara göre karar vermekle yükümlüydüler. Soygun, bir eylemdi. Suça konu olan özellikler taşıyan bir eylemdi. Birilerinin, bilinen demir silahlarla işlemesi yanında, birileri; ellerinde tuttukları güçle somutlaşan ve kesici, delici veya ateşli olmayan silahlarla aynı sonucu alabiliyorlardı. Yargı grubuna, İkinciler için en fazla 31 gün ile 62 gün arasında cezalandırın diyen yasa maddesi, birinciler için ölüm cezasından daha yüksek ceza verin, diye buyuruyordu bazen... Suç ve cezada, gruptan gruba, kişiden kişiye değişen ayırımlı eşitsizlik, adalet kavramını gerçek kamuoyu vicdanında tartışılır hale getirmişti. Kur, Bes ve diğer şahıs onlar gibi soygun yapabilme imkanı elde etmiş olsaydı bu yolu tercih etmeyeceklerdi. Ülke de suç işleme anlamında fırsat eşitliği de yoktu. Bu ekonomik alanda suç işleme eşitsizliğini de beraberinde getiriyordu. Bu da; Çağdaş Ceza Hukuku genel prensiplerine aykırılık teşkil ediyordu. Bakalım, LeftKol, SağKol, RigtKol gibiler bu aykırılıkları giderebilecekler miydi?... Bu sorusunu olumlayabilecek veriler elinde yoktu Ber'in. "Fikrimi değiştirmeden, gözümün önünden kaybol!" Talimatı alan Hüs, elini öpmeye yeltendi. Engellenen Hüs, bu kez zorla sarıldı Ber'e. Birliktelikleri süresince arada akan gözyaşı damlasının sonuncusu Ber’in boynuna akmıştı. *** 32 TerKazMaf isimli politikacının, medya'dan emekli taşıt sürücüsü MedMaf'ın, arka koltukta bulunan Kamusal Mafyalıktan emekli olduktan sonra özel Mafya'lık yapan MaşÇet, Güvenlik emeklisi İçDışGüv ve Silah ve Uyuşturucu Marketler zinciri olan iş adamı SilUyMar isimli kişilerin ölümüyle sonuçlanan Trafik kazası SodGom Ülkesinde üstsel, daha sonra altsal tepkiler doğurmuştu. MedMaf haberciydi. Her kesimden insanla oturup kalkması normaldi. Diğerlerinin birlikteliği ise toplumda infial yaratmıştı. Maşçet, İçDışGüv, SilUyMar isimli şahısların görevleri belliydi. Bir mafyanın, bir politikacıyla bir güvenlikçiyle işi ne olabilirdi?... Rapor bunun yanıtını önceden vermişti. Üçgen oluşturuldu... Üçgenin çizimi, küp çiziminden daha kolaydı. El kaldırılmadan anında çizilebilirdi. Rapor pratik hazırlanmıştı. Üçgenin üst ucunda mafya, alt uçlarının birinde politikacı, diğer ucunda ise güvenlik bulunuyordu. Tüm medya araçlarında aylardır sunulan ilk haber buydu. Arada birbirine muhalif haber ve yorumlarda bulunan medya araçlarının tümü bu kez tek seslilikteydi. Aykırı davranan, mafya destekçisi damgasını yiye-cekti. Yaşamsal kader, ağlarını özenle örüyordu. Trafik kazası, SodGom Ülkesinde aniden oluşan sivil ve kamusal özellikli örgütlerin bir çoğunun toplumsal tepkili eylemlerini sundukları bir döneme rast gelerek bu eylemlere yeni bir enerji ve kan vermişti. Toplumun, bireylerin, medya araçlarının, partilerin, partililerin, sivil toplum örgütlerinin, kurumların bir çoğu, temiz ve mafyasız toplum istiyordu. Demokrasi, insan hakları, insanca yaşam ve özgürlük istiyorlar-dı. Kirlenmeler temizlenmeliydi. Şeffaflaşma süreci başlamalıydı. Yolsuz-luklar, düzenbazlıklar, soygunlar ve talanlar sona erdirilmeliydi. Karanlık çağa geri dönüş olasılığı tamamıyla ortadan kalkmalıydı. Medya üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyordu. Ber, ilk kez medya'yı bu kadar iştahla, sevgiyle ve güven duyarak takip ediyordu. Toplumsal tepki güzeldi, yerindeydi, uygun zemindeydi. Toplumun potansiyel enerjisi buna karar vermişti. Ortam; toplumun ve bireyin gücünü ortaya çıkaran bir arenaya dönüşmüştü. Toplumu kendi istek ve arzusuna göre yönlendirenlere büyük bir irade gösterimi vardı... Onlara karşı simgesel, etkin ve risksiz bir darbeyi gerçekleştiriyorlardı. Simgesel eylem, sivil bir örgütün geliştirdiği bir eylem olması nedeniyle sivil damgalıydı.Bu bir sivil darbeydi ve SodGom ülkesi bu anlamda bir ilki yaşıyordu. Ülkede süregelen yanlışlara karşılık toplumun tepkilerini bir şekilde göstermesi için otuz üç gün boyunca sürecekti. Bu süre içinde, her akşam saat 20.00 de ev ve işyeri ışıklarının beş dakika kapalı tutulması, beş saniye boyunca ise ışıkların yakıp-söndürülmesi şeklinde gerçekleşiyordu. Bu nedenle yapılan eyleme "Beş dakika karan-lık ve ikibuçuk saniye aydınlık," adı verilmişti. Katılım yüksekti. Sodgom Ülkesinin tüm kentlerinde olduğu gibi Ad-Kentinde de bireylerin çoğunluğu tarafından benimsenen bu eylemi gerçekleştiren bireylerden biri de, Ber’di. Eylem on birinci akşamındaydı. Bu eylem, Ber’in yabancısı olmadığı bir eylem türüydü. Çocuklu-ğunda lamba düğmesini yak, söndür olayını gerçekleştirmekten hoşlanırdı. ‘Yak söndür; söndür yak,’ davranışı nedeniyle annesinden çok bağırtı işitmişti... Bu davranış; yanlışa, dolandırıcılığa, despotizme, yönlendirmeye, insanın ve insanlığın geleceğini isteklerine göre tayin edenlere ve tüm kötülüklere karşı oluşmuş negatifsel enerji boşalımı sağlıyordu. Her düğme indirip kaldırma olayı nerdeyse bu enerjinin boşalımı nedeniyle açığa çıkan orgazmı yaşatıyordu kendisinde. Bu nedenle bir odanın düğmesi yalama dahi olmuştu. Bu akşam on birinci hazzı, bilmediği ve tanımadığı yerlerde bulunan yüzbinlerce kişininde aynı duyguları taşıdıklarının bilinciyle almıştı. Negatif boşalım enerjisinin yeryüzünü terk ederek gökyüzüne yükseldiğini bir kez daha duyumsamıştı. Bireyler, içsel öfkelerini dışavurumla, gökyüzü çöplüğüne göndermenin verdiği rehavet içindeydiler. Ber, uzandığı kanepede bunu gram gram özümsüyordu. Beyninde hafif elektriklenmeler hissetti. Yumuşak ve okşayıcıydı... Med'in kendisiyle bağlantıya geçeceğinin ön sinyalleriydi, bu... "Merhaba Ber!" "Merhaba Med!" "Kaç gündür görüşemedik, kusura kalma... Ne yaptın bu arada..." "Bunları anlatırsam; bilineni, tekrar bildirmiş olurum... Sanırım..." "Aynı tarzda ukalaca konuşmalar..." "Bu senin yorumun." "Yak söndür, söndür yak, eyleminde de bulunuyorsun. Bu konuda hiç ters duyumsamalar yaşamadın mı?" "Güzel ve rahatlatıcı duyumsamalardayım." "Bazı eylemlerin kaynağını keşfedecek kadar yeti kazandığını sanı-yordum. Beni yanılttın..." "Bu da ne demek oluyor?..." "Bunun anlamı; Kendini daha da geliştirmen gerekiyor...." "Sana gündem de olan ve benim de benimsediğim bir sloganla karşılık vereceğim;.'‘Konuş! Konuşmadıkça sıra sana gelecek!' " "Konuş! Konuşmadıkça sıra sana gelecek! sloganı güzel ve benim de benimsediğim bir slogan olmasına rağmen, gerektiği anlarda kullan-dırılmayan, ama Düzenleme grubu, toplumsal tepki arzuladığı anlarda bireyleri etkilemede kullandığı bir slogan... Rapor gerektiğinde susmayı, gerektiğinde konuşmayı ve tepki göstermeyi düzenler... Birey ve toplum bu eylemi; figüran rolünü oynadığını fark edemeden kendi iradesiyle gerçekleştirdiğini sanır... Neyse bu konuyu kapatalım, bu yapınla seni ikna etmekte zorlanacağım galiba.... Sana bir müjdem var. Seni, benim çevrem-den ve benim yetilerimden fazlasını taşıyan iki kişi ile tanıştıracağım... Tabi ki kabul edersen." "Neden olmasın, memnun olurum." "Yalnız bir koşulum var; lütfen onların yanında saygısız hareketlerde bulunma!" "Okeydir..." Ber, bu tür seanslarda nasıl davranması gerektiğini bir yemek yeme kadar iyi öğrenmişti. Gözlerini yumdu, içselini açtı. Birkaç dakikada transa geçebilmişti. Med’le buluştu. Med, takip etmesini işaret ediyordu. Loş ışıklı bir odaya girdi, Med’in peşisıra. Ber, gözlerinin loş ışıklı karanlığa alışması için birkaç saniye bekledi. Orta yaşlarda oldukları anlaşılan biri bayan, diğeri bay iki kişiyi oturdukları koltuklarından kendisini izlerken gördü. Med, oturanları, "Bayan Neson ile Bay Deson." diyerek Ber’e tanıttı. "Ziyaretçilerin fazla zamanları yok, Ber. Önemli konulara geçile-cek... Seninle ilk ve son kez bu şekilde diyalog kurmuş olacaklar... Saniyelerin bile boşa harcanmamasını tavsiye ediyorum..." "Memnun oldum; Bayan Neson, bayan Deson!..." diyerek selamladı. "Bizler, sizi gıyabınızda tanımamıza rağmen Med’in anlatımlarından dolayı size karşı pozitif duygular beslemekteyiz... Değil mi Bay Deson?" dedi Bayan Neson. "Onaylıyorum Bayan Neson ve bence tanışma faslını kapatıp, konuya derhal girelim..." Ber, önemli bir anın heyecan dolu gerginliğindeydi şimdi. Merak doluydu. "Med’in de yardımlarıyla ne kadar yol aldığınızı biliyoruz. Med, nedense hazır olmadığın düşüncesiyle bazı önemli iletileri sana sunma-mıştı. Hep geleceğe bıraktı... Ben ve Neson ise aynı kanıda değiliz." Ber, "Zaten Med beni hep küçümsüyor,"diyecekti ki; Med’in ‘saygı-sızlık yapma!" uyarısını anımsayınca vazgeçti. "Teveccühünüz... Teşekkür ederim," dedi. Karşılarında bulunan koltuğa, onların buyur etmesiyle oturdu. Sözü Deson aldı. "İnsanlar doğar, büyür ve ölür. İnsanlığın tarihi, bireylerin bu sürecine milyonlarca kez tanıklık yapmıştır ve yapmaktadır. Bunlardan birçoğunun tarihsel izleri kalmamıştır. Azınlıkta olanlar ise, kötü veya iyi izler bırakarak halen yaşıyormuşçasına etkilerini devam ettirmektedirler. İz Bırakanlar grubunda, etkisel yoğunluk kötü olan grupta... İnsanların varoluş amacı ‘evrim’dir. Bu kavram bazı bilim adam-larının belirttiği biyolojik anlamdaki ‘evrim’ kuramını çağrıştırmasın sende... Ben ‘Ruhsal, beyinsel, düşünsel, duyumsal evrimden söz ediyorum...’ Ölüm hiçlik ve yokluk değildir. Her ölüm; yeni bir doğuşa başlan-gıçtır. Birçok kez değişik kabuklarla, değişik cinsiyetlerle, konumlarla farklı ortamlarda yeniden var edilen “beyin, düşünce, duyular içerikli; Ruh cevheri” inişli, çıkışlı evrimini bireylerde ve bireylerden oluşan top-luluklarda sürekli geliştirerek, değişimlere uğratarak bazen de törpületti-rerek yenilemektedir... Kötü ruh veya iyi ruh cevheri taşıyıcısı öldüğünde, yeniden dünya’ ya gelen cevheri, yetişme tarzı, edindiği yeni izlenimler, ortamlarla önceki yapısının tersi değişim gösterebiliyor. İyi ruh cevheri kötü ruh cevherine, kötü ruh cevheri, İyi ruh cevherine dönüşebiliyor. Bu durum; tekrarı çok olanlardan... Biz bu tür ruhlara, ‘Evrimini Tamamlayamamış Ruhlar” diyoruz. Kötü ve iyi ruh cevheri doğum-ölüm-doğuş.. şeklinde yenilenen gel-git döngülerinde sayısını bizim de bilmediğimiz yenilemelerle önceki iyi veya kötü cevher özelliğini kaybetmeden ve aksine daha da ilerleterek belirli bir aşamaya gelmiş ruhlara da ‘Evrimini Tamamlamış Ruhlar” diyoruz. Bu niteliğe ulaşmış evrimini tamamlamış iyi ruhlar ve kötü ruhlar edindikleri tüm yetilerini bu kez bulundukları fizik ötesi dünyada insanları kendi yandaşları olmaları yönünde etkilemeye çalışarak ezeli mücade-lelerini devam ettirmektedirler. Fiziksel dünya’da olduğu gibi Fizik ötesi dünyada da bu savaşımda kazanım elde eden, genelde kötü ruhlar grubu olmuştur şimdiye kadar. Dünyanın geçmişi ve günümüzde yaşananlar da bu kötülerin zaferini kanıtlamaktadır..." Deson'un anlatısının devamını getirmesini, Neson engelledi "Deson!... Kanımca konuyu çok dallandırıyorsun. Ber, anlatıları özümse-mekte zorluk çekebilir," dedi. Deson bu uyarıyı mimiksel hareketlerle olumlayarak, "İstersen sen devam et,"diye Neson’a teklif getirdi. Neson, teklifi reddetmediğini, konuşmaya başlamakla ifade etti, "Med’in bir ara sana sözünü ettiği Düzenleyici, Denetleyici, İzleyici, Uygulayıcı grupları ile bunların üst merkezini benzerlerinin tümü fizik ötesi dünyada da mevcuttur. Fiziksel dünyada olduğu gibi, o alemde de egemenlik hala kötü ruh grubunda... Zaten, her iki aleminde birbirine direk veya dolaylı yansımaları, etkileşimleri olmaktadır. Bu asırda fizik ötesi dünyanın iyi ruhları ile Fiziksel dünyanın iyi ruhları elele vererek, onlara karşı mücadeleyi kıyasıya savaş haline getirdiler, bu asır da dizginleri ellerine alabileceklerine inanıyorlar..." "Sözünüzü kesmek istemezdim, beni bağışlayın. Ama takıldığım noktalar çözülmeden devam edilirse korkarım anlatılarınızı kavramakta bayağı zorluk çekeceğim," dedi Ber. "Rica ederim, buyurun!" "Sizler bu varsayımlarınızı ispatlayıcı hiç bir kanıt sunamıyorsunuz.... Sanırım, anlatılarınıza inanıp inanmadığımı sizler de Med gibi algılıyorsunuzdur... Bunu bir kenara bırakarak ve anlatılarınızı bir an gerçek kabul ederek sormak istiyorum... Söyler misiniz tarihin akışı içinde çok az süren dönemler hariç fizik ve fizik ötesi alemlerde egemenliğini sürdüren kötü ruh grubu nasıl ve ne şekilde alt edilebilinir.?..." "Kötü Ruh egemenliğinde; İyi Ruhların yapabileceği çok şey var aslında... En azından Kötü Ruhlara ait Düzenleme Raporlarını önceden sezerek, insanlığa zararlı olan öğelerde bu düzenlemeleri boşa çıkarmak; en azından düzenlerini bozacak yani ‘Sapmalar’ meydana getirerek... Bunun sonucunda Düzenleme raporlarını yeniden gözden geçirme, yeniden düzenleme uğraşına girecekler ve bu sapmalar dolayısıyla boş-luklar sürekli yinelendiğinde iyi ruhların bu boşlukları doldurma ve yararlanma şansı olabilecektir. Bu sapmaların sürekli tekrarlanması halinde kötü Ruh Grup üyeleri birbiriyle çelişkiye düşecek, birbirlerinden ayrık yeni görüşler sunmalarını ve sonuç olarak bütünlüklerinin bozulması sağlayacaktır. Bu, yansımasını Düzenleme raporların da gösterecektir. Sürekli düzenleme raporlarının değiştirilmesi, boşlukların doldurulması için acilen hazırlanacak raporların birbiriyle çelişkili olacakları nedeniyle Uygulama, Denetleme ile İzleyici Grupları kendi içlerinde ve birbirlerine karşı, kargaşa, kaos yaşamaya başlayacaklardır. Kanımızca bunun sonucunda iyi ruhların fazla efor sarf etmesine gerek kalmadan kötü yapı kendi kendisini bozacak, iç düşman-lıkları nedeniyle bazılarının desteği de sağlanarak olan boşluğu, iyi ruhla-rın grupları dolduracak... Tabi ki bu benim varsayımım..." Deson, burada araya girerek yeniden sözü aldı. "Ben bu aşırı sapma sonucu oluşacak kaos ortamının iyi ruhlara yararlı olabileceğine tamamen katılmıyorum. Aşırı kaos, fiziksel dünyanın iyi ruhların da bazılarının bozumunu sağlayabilir. Ayrıca aşırı sapma boşluğu, daha aşırı kötü düzen-leme raporlarının insanlık aleyhine hazırlanmasını sağlayabilir,"” dedi. İlk kez bu kadar suskun kalan Med, söze girdi, "Bunlar güzel tartış-malar, ama biraz gerçekçi olalım. Bireysel ve toplumsal psikoloji nabzını elinde tutan ve bu konuda her türlü ikna gücünü ellerinde bulun-duran, akı, kara; karayı ak gösterecek kadar kıvrak zekalı, bazen melek bazen şeytan görünebilecek derecede bukalemun özelliğinde olan kötülerin çöze-medikleri sorunları, engelleyemedikleri sapmaları gerektiğinde aşırı şiddet de kullanarak bir şekilde yararlarına kullanmaları sürekli kullandıkları bir döngüdür. Kötü gücün egemen olduğu; bu dünyada güçsüz iyi insanların-dan diğer deyimle, Fiziksel dünyanın iyi ruhlarından çok fazla bir şey beklemek hayal değil mi?... Kanımca, önce yanlış bilgi bombardımanlarından kurtulmaları, doğru bilgiler edinebilmeleri, sezgilerini, algılama yetilerini geliştirmeleri sağlanmalıdır. Bu gelişimleri az çok sağlayan bireylerin, elde ettiklerini kendi aralarında iletisel yolla paylaşımlarıyla aydınlanma evresini tamamlayarak açığa çıkaracakları pozitif enerji ile kötü ruhların yaydığı negatif enerji akımlarına karşı koymaları sağlanabilecektir. " Ber, soru yönlendirmekten kendisini alamadı. "Bu nasıl gerçekleşe-cek peki?.." "İnternet sayesinde..." diye yanıtladı Med. Ber, gülme isteğini zorlukla frenleyerek, "Yaşın kaç?.. Evli misin?... Bekar mısın?... Sanal seks yapalım muhabbetleriyle mi?..." dedi. "Ayrıca; interneti sözünü ettiğiniz gruplar da kendi yararlarına kullanabilir." Med'in korktuğu başına gelmişti. Ber, saygısızca saçmalıyordu. Muhabbeti sulandırmaya çalışıyordu. "İnterneti sen o amaçla kullanıyor olabilirsin... Ama farklı anlamda kullanmaya başlayanlar da var. Diğer araçları pek kullanamayan iyi ruh grup ve bireyleri en azından interneti kullanabilme olanağına sahip. Onların ise kullanması buna engel değil. Savaş biraz daha eşit koşullarda internette devam edecek. Savaş, internette devam edecek ve zafer iyilerin olacak." Deson, Med ile Ber'in konuyu kişiselleştirerek, karşılıklı tartışmaya başlayacaklarını sezinlemişti. Fazla zamanları kalmamıştı. "Med haklı," dedi. "Bu asırda fizik ötesi dünyada bulunan ‘Evrimini Tamamlamış İyi Ruhlar’ en çok netsel iletişime güveniyorlar..." Ber'in kuşku dolu bakışlarını görünce açıklama gereği duydu. "Her iki alemde hemen hemen tüm iletişim ağlarının çoğu Kötü Ruhların elinde... Fiziksel dünyada bilerek veya bilmeyerek onlara alet olan iyi ruhları da katarsak, bu kaleleri ele geçirmek şimdilik neredeyse olanak-sız... Ekonomik, siyasi, hukuki, psikolojik ve bir çok yönden yetersizlik söz konusu... Bu nedenle ilk etapta kullanılabilecek uygun aracın internet ortamı olması sizce de mantıklı değil mi?... Ayrıca iyi ruhların, insanları beyinsel ve ruhsal etkilemesi için salgıladıkları pozitif enerjileri daha hedefine ulaştıramadan, kötü ruhlar negatif enerjileriyle yok etmekte. Hatta bazen bu enerjiyi kendi enerjilerine dönüştürerek güçlerine güç katmaktadırlar. Netsel iletişimde kullanılan kablolar ve uydusal bağlantılar da bu risk çok fazla gerçekleşmeyecektir. Fiziksel dünya insanları, fizik ötesi alemden gelen mesajlar olduklarını bilemeyeceklerinden korkup net bağlantılarını koparmayacak, e-mail haber grubu üyeliklerini iptal etmeye-ceklerdir..." Ber, bir müdahalede daha bulundu. "Sözünü ettiğiniz fiziksel dünya ve ötesi dünyada bulunan iyi ruhların egemenliği elde ettiğini düşünelim... Bu durumda bile bireyin ve toplumun kendi geleceğini tayin etme ve belirleme özgürlüğü, iradesi yok etmiş sayılmayacak mı?" Sorunun muhatabı Deson iken, Neson yanıtladı. "Ayrıntılı yanıt vermek gerekiyor. Bunun için zamanımız kısıtlı... Bir yere davetliyiz... Ama şu kadarını söyleyeyim; tek bir bireyin geleceğini düzenlemede bile o şahsın görüş ve düşüncesi önemli olacak. Başkalarına zarar verici, iradesini yok edici olmadıkça geniş özgürlük alanı sağlanacak her yönden ve her anlamda... Yani genel düzenleme raporu hazırlamada ilgili olan kişi, kurum, topluluk ve insanla ortak hareket edecek... Tatlı birlikte hazırlanacak ve birlikte yenecektir." Deson, kolundaki saate baktı. "Çok az zamanımız kaldı Ber!" "Takdir sizin efendim!" diyerek centilmence karşılık verdi. "Birlikteliğimizi sonlandırmadan çoğunluğun ulaşamayacağı bazı duyumsamalar yaşatacağız sana." Ber, heyecan dolu bir ses tonuyla, "Ne gibi?.. "diye sordu. Med, tebessüm eden güzel yüzüyle, "Yıllardır bana yönelttiğin bir soru vardı... Olmuşlardan, yaşanmakta olanlardan ve olacaklardan verdi-ğim haberleri nasıl edindiğimi sürekli merak eder, dururdun." "Bu merakım hala sıcaklığını koruyor." "Bu gece belirttiğin sıcaklık birazda olsa soğutulacak." "Nasıl?..." "Bunun yanıtını biraz sonra alacaksın. Yeter ki panik yapma! Daha önceki seanslarla ilgili uyarılarımı anımsa... Aykırı hareket etme!..." "Ben hazırım!" *** Devamı: 18.SAYFA'DA.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bahattin YILDIZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |