Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
BİZ HİKAYEDEN… Gitmek… My Marlon And Brando İstanbul Film Festivali, 15. Adana Altın Koza Film Festivali, 14. Sarajevo Film Festivali’nde “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerini kazanan “Gitmek – My Marlon and Brando” filminin başrol oyuncusu Ayça Damgacı ile - şu anda çalıştığı “Güldünya” isimli dizinin setinde bir araya geldik - aşkının içinden çıkan filme dair söyleştik… Zeliha Demirel : Oyunculuk serüveniniz nerede ve nasıl başladı? Ayça Damgacı : 1995 den beri aktif olarak tiyatronun içindeyim. İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi’nde tiyatro çalışmalarına katıldım ve tam da o zamanlar oyunculuğun bana göre olduğunu fark ettim. Şahika Tekand “Stüdyo Oyuncuları’nda” üç yıl oyunculuk eğitimi aldım. Sonra Mahir Günşiray’ın “Tiyatro Oyunevi’nde” çalıştım. İktisat Fakültesini yarım bıraktıktan sonra tüm bunları yaptım. 2006 yılında “Gitmek…” i çektik. 2005 ten bu yana da “Göçebe Şarkıları” adlı müzik grubumuz-dayım. Yeni yayına girecek olan “Güldünya “ isimli dizi de sığınma evindeki sekreteri oynuyorum. Zeliha Demirel : Bu filmin sizin gerçek aşk öykünüz olduğunu biliyoruz. Ve aşkın bir insana neler yaptırabileceğini de filmi izleyince görmüş olduk. Aşkınız yaşam öykünüze nasıl dahil oldu? Ayça Damgacı : 2001 yılıydı. Sokakta yürüyorduk. Yanımıza bir adam geldi “Bir filmde oynamayı düşünür müsünüz?” dedi bana. Benim gibi tombul bir kıza ihtiyaçları varmış. Kabul ettim ve çekimler için Adıyaman’a gittim. Orada tanıştık Hama Ali ile. O da filmde oynamak için Kuzey Irak’tan gelmişti. Çok iyi arkadaş olduk, birbirimizi çok sevdik. Sonra aramızda aşk başladı. Çekimler süresince yaklaşık bir ay birlikteydik. Çekimler bitince herkes kendi yaşamına geri döndü. Sonra telefonlar mektuplar derken aşkımın peşinden Kuzey Irak’a gitmeye karar verdim. Çünkü hayatımda ilk defa bu kadar kuvvetli bir aşk hissediyordum. ..Ve gittim… Ve Gitmek… Zeliha Demirel : Hemen hepimiz belki aşkın belki hayallerimizin belki de bilinmeyenin peşinden sürüklenir gideriz ya da hep gitmek isteriz. Fatih Akın’ın Temmuz’da filmini hatırladım Gitmek’i izlerken. Orada aşk kazandı, Gitmek de aşk kaybetti… Sizi gitmeye iten yalnızca kuvvetli bir aşk hissediyor olmanız mıydı? Filmi izlerken insan bu anlamda ikileme düşüyor. Yalnız bir kadın olarak yaşamanın getirdiği zorluklar ve baskılar da var sanırım. Ayça Damgacı : Bazen basit bir güdü kendi amacını aşabiliyor ve bir süre sonra, aşktan da öte kendine konulmuş sınırları ihlal etme eylemine dönüşüyor. Belki bizim filmde aşkın kaybedeceği aşikardı... Sonuçta filmin sonu gerçek hayattaki gibi bitmiyor... Biz İran’da buluştuk ve güzel ama kısa bir zaman geçirdik. Şimdi, bırakın Türkiye vatandaşı olmayı, bir dünya vatandaşı olarak kim bana nerete gidip nereye gidemeyeceğimi söyleyebilir ki? Kim bunu yasaklayabilir? Bence insanlığın doğasına aykırı bizler göçebe yaratıklarız. Bu sebeplebazı kendimizin de bellediği ön yargılardan kurtulmalıyız. Bir büyüğüm bana hikayeyi yaşadığım dönemde, ‘kızım sen deli misin, Betty Mahmudi’nin hikayesini hiç mi duymadın” die sordu. Yani aslında bilgiler hep bize ulaşan malumatla sınırlı. Iran denince, kızım olmadan asla, Irak denince el kaide fidyeciler, Kürt bölgesi deyince ‘terör’. Etrafımızdaki bilgi kirliliğiyle hareket etmeye kalkarsak, en fazla internette gezinecek ceasreti bulabiliriz kendimizde. Yani gücünü aşktan alan isyankar bir yolculuk diyebilirim özetle. Tek başına gezen yaşayan bir kadın olmanın hem avantajları hem de dezavanyajları var. Türkiye’nn güneydoğu bölgesinde özellikle çok rahat hissetmiştim, halk çok sıcak, yardımcı olmak için kendi işini bırakıyor neredeyse. Tabii İran biraz daha gergindi... Filmde de izlediğniz üzere. Zeliha Demirel : Gitmek… filmi hem bir bağımsız sinema örneği, hem de deneysel sinema tadında. Bağımsız filmlerde rol almak aynı zamanda işleyişe isyanı, karşı duruşu da barındırır, ruhunuz protest mi ya da sizin için oyuncu olmak bir çatışma unsuru mu, uzlaşma arayışı mı? Ayça Damgacı : Aslında her ikisi birden içimde var. Her şeyin içimizde karşıtı var. Zaten her kavram ya da duygulanım tersini çağrıştırmaz mı? Protest olmak aynı zamanda diyalogu barındırır. Tabi ki benim ya da bizim gibilerin hayatla diyalog kurma biçimi belki de karşı duruştur. Zeliha Demirel : Bağımsızlığın bir koşulunun da yıldız oyuncuların filmde oynamaması olduğunu düşünüyorum. Herkesin tanıdığı yüzler filmin gerçekliğini bozar ve anlatılan öyküyü zedeler. Siz hem hikayenizin hem de filmin başrol oyuncususunuz bu konuda ne düşüyorsunuz? Ayça Damgacı : Kendi hikayemi oynamak elbette oyunculuk adına filmi güçlendirdi. Fakat bu hikayeyi tanıdık yüzler oynasaydı izlenme rekoru kırardı. Bu da bir gerçek, ha nasıl bir film olurdu bu çok tartışılır... Her kadın kendi aşkının başrolünde, ona ‘esas kadın’ olma rolü tanıyor hatay. İş ki bunu anlatmak fırsatı olsun. Genelde benim fiziğimde oyunculara hep matrak kadın, mahallenin çatlağı, kahya kadın giib rolleri verirler, sinemada, dizller de ve hatta çoğu zaman tiyatroda da...Bunun sebebini hep merak ederim. Neden Filiz Akın esas kadındır da, Suna Pekuysal kahya, Adile Naşit Anne? Zeliha Demirel : Bağımsız sinema adına kültürün sponsora ihtiyacı yoktur, sponsorun kültüre ihtiyacı vardır diyebilir miyiz? Ayça Damgacı : Bağımsız sinema her zaman zorlu bir yolculuk izler. Ama sonuçta bağımsız ya da değil, sinema yapmak için fonlara ihtiyaç var. Ne mutlu ona ulaşabilenlere.. Zeliha Demirel : Aşkınızı herkesle paylaşmak bir anlamda kendini deşifre ve pek de kimsenin cesaret edemeyeceği bir durum. Özellikle de kadınlar açısından. Erkeğin aşkı flört olarak adlandırıldığı, kadının aşkının hala tabulara takılı olduğu bir toplumda yaşarken, bu paylaşımın yankılarından korktunuz mu? Ayça Damgacı : Yazdığımda paylaşmayı hayal ettim. O dönem yazmak, anlatmaktan başka yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Ben de o umutsuzluk içinde yazdım... Ama çekim aşamasına gelince, çok korkutucu olmaya başladı benim için, hani derlar ya “hayatta en trajik şey hayallerinin gerçekleşmemesi, ve hayallerinin gerçekleşmesidir” diye. Biz de klasik 80 darbesi çocuğuyuz. İş eyleme gelince yorganın altında 48 saat uyuyası geliyor insanın. Yine de yaşadığım ta başından politik bir bilinçlenme süreciydi aynı zamanda. Ayrıca biz kadınlar daha çok anlatmalıyız. Anlatmamız gerekir düşüncesi ağır bastı. Zeliha Demirel : Çocukluğumuzdan beri toplumumuzda kültürümüzden olmayan herkes için “yabancı”, “başkası cehennemdir”, “alevi”, “Sünni”,… gibi kavramlarla daraltılıp adeta dokunmamızın bile yasaklandığı yaşam biçimimizde duvarları yıkmak hepimiz için tabi ki zor. Fakat bir de hiçbir engelin karşısında erimediği, biz insana dair aşk kavramı var. Burada şunu sormak istiyorum. Aşkın milliyeti, vatanı, toprağı, dili, dini, rengi,… olur mu? Ve bunun kamudaki yankısı? Ayça Damgacı : Kamudaki yankısından önce aile içindeki yankısından söz edebiliriz belki. Toplumun en küçük birimi aile. Ailemde içinde bulunduğum durum ve gitme isteğim endişeyle karşılandı. Doğuyu her zaman literatür ; istenmeyen, hor görülen, kimsenin gitmek istemeyeceği, taşra olarak işledi. Çünkü yıllardır savaşlar var , acı ve ızdırap oradaydı ve hala orada. Fakat bir kadın olarak mutluluğu bulmak da çok zor… İçinin sesini dinleyince insan o aşkın peşinden gitmek istiyor. Zeliha Demirel : Tek ırk, tek dil, tek din anlayışı aşk da kuraklığa mı neden oluyor? Ayça Damgacı : Bilmem… Belki… Hama Ali’yle benim ortak dilimiz İngilizce idi. Aslında kendi dilinden başka ortak bir dilde anlaşmak, kendi dilinin klişelerinden kurtulmak adına daha avantajlı. Kendi dilindeki gibi sansürlemiyoruz kendimizi. ( Beckett klişelerin getirdiği sansürden kurtulmak için İngilizce değil de Fransızca yazdı bütün oyunlarını…) Öte yandan da öyle bir an, öyle bir nokta geliyor ki duygularını kendi dilinden başka dilde anlatamıyorsun. Bu çatışmalar hep oldu. Zeliha Demirel : Dünyanın farklı kimlik, kültür ve inançları zenginlik olarak sahiplendiği bir süreçte kültürler ve kimlikler bahçesi olan Türkiye’de bazı şeyler hala tabu. Gitmek filmi bu anlamda sansüre takıldı ve Kültür Bakanlığı filmi İsviçre’deki Culturescape festival programından çıkarttırdı. Bu konuda ne söyleyeceksiniz? Ayça damgacı : Bazı medeniyetlerin kendi zenginliklerini fark edebilmesi için çok zaman geçmesi gerek. Osmanlı, Yunan ve Roma medeniyetini yıktı kendi egemenliği döneminde. Şimdi o yıkımlar el üstünde tutunarak korunuyor ki her zaman korunmalı. Şimdi yıktığımız uygarlıklar da zaman geçince korumaya alınacak diye düşünüyorum. Fakat bu durum orada yaşayan medeniyeti yok etmek üzerine uygulanan politika olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Filme gelince ; Gitmek kaderine boyun eğmeyecek… Basel, Zürich ve Bern’deki sinemalar sansür çabasına tepki olarak “Gitmek” i programına aldı. Film adı gibi yolculuğuna devam ediyor… Filmin yapım aşamasında, festival aşamasında Kültür Bakanlığı hep destekledi. “Bir Türk kızı Kürt’e aşık olur mu” diye itiraz edilmiş. Bu yanlı ve kırıcı bir tavırdı bana göre. İşin iç yüzüne baktığımızda sorunun bir bürokratın başının altından çıktığını anlıyoruz. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz hala ve içinden geçtiğimiz bu çağda bile bir kadın aşkının peşinden şehir şehir, ülke ülke gidemez!… Hikayede aşık olan bir Türk erkeği olsaydı yine aynı şekilde eleştiri alır mıydı? Neden duyarlılık, onur, haysiyet, namus gibi kavramlar hep kadınlar üzerinden tartışılıyor? Neden biz kadınlar hep bu kemikleşmiş zihniyetin öznesiyiz? Zeliha Demirel : Brecht’in dediğine inat ( Brecht herkesin birbirine benzer düşünmesini istiyordu.) popüler kültürle üretilen değerler (aynı tarzda giyinen, aynı düşünen, neredeyse aynı duygulanan) yapay ruhlar çoğaltmakta. Sizin bu kalıpları yıkan yanınız da var. Biçimsel kaygıların taşınmadığı bir çalışma “Gitmek” filmi. Modern dünya her alanda global bir prototip üretirken sinema bundan nasıl etkilendi? Ayça Damgacı : Brecht’in sözünü şöyle okuyorum. Birbirlerini kimlikler ve ideolojilerden sıyırarak insanın kendisiyle vereceği çaba… Bu, savaşın tek çözüm yolu… Kendi önyargılarını karşı tarafa biraz daha açabileceği bir duruş sergilemek… Sinema da diğer sanat dalları gibi popüler kültürden oldukça etkilendi. 80 li yıllardaki filmlere baktığımızda bu filmlerin neredeyse hiç olmayan bir Türkiye’den bahsettiğini görürüz. Bu dönemde işlenen karakterle yaşayan insanlar arasında önemli ölçüde zıtlıklar vardır. Popüler kültür bu olumsuzlukların yanında farklı açılımlar da sağladı. Son yıllarda bizim sinemamızda çok başarılı bağımsız sinema örnekleri görmekteyiz. Zeliha Demirel : Film Üç ülke, üç dil, üç kültür üzerinden işleniyor. Aşkın peşinden giderken karşılaştığınız durumlar mı daha zordu, bu filmde çalışırken yaşadığınız zorluklar mı? Ayça Damgacı : Aşkı yaşadığım yıllar tam da Amerika’nın Irak’a müdahalesinin olduğu yıllardı. Savaşın ortasına gittim bütün sınırları zorlayarak. Filmin çekim aşamasında çok büyük zorluklar yaşamadık. Yönetmen Hüseyin Karabey daha önce o coğrafyada belgeseller çekmiş olduğu için bölgenin şartlarını ve elverişli dönemi biliyordu. 2006 Kasım-Aralık ayları savaş yıllarıyla ve de şimdiki zamanla karşılaştırıldığında daha dingindi. Yine de filmin çekim aşamasında en büyük zorluğu Türkiye’nin Güneydoğusunda yaşadık. Ayrıca İran’da izin belgelerimiz olmasına rağmen biraz zorlandık. Zeliha Demirel : Farklı kültürlere yönelik biçimsel kaygılarımızın ve önyargılarımızın kırılmasında da bu filmin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu filmi izledikten sonra kimseyi dış görünüşüyle değerlendirmemeyi öğreniriz umarım. Hiç ummadığımız biri karşımıza ressam ya da şair ya da bir başka sanat üreticisi olarak çıkıverir… Ayça Damgacı : Çok önemli bir konu bu. Her zaman önyargılıyız toplum olarak. Ne insanlar var kafamızı çevirip baktığımızda… Hama Ali de böyle göbekli, bıyıklı, saçları dökük bir adam. Kim ona oyuncu ya da yönetmen der. Kim onun için Shakespeare’i, Baudelaire’ i ezbere bilir diyebilir… Ayrıca aşk filmlerinde de benim gibi tombul kadınlara ve Hama Ali gibi göbekli, kel adamlara başrol verilmez. Film bu anlamda da bir karşı duruş sergiliyor ki benim gibi kadınlar da işlerini iyi yaparlarsa ödül alabileceklerini kanıtlıyor. Yaşam filmlerden ibaret değil… Herkes kendi hayat hikayesinde esas kadın, ya da esas adam… Herkes başrolde… Zeliha Demirel : Ben filmdeki mektuplardan, günlüklerden çok etkilendim. Günlükler aşkınızı yaşarken yazdığınız mektuplar mıydı? Günlükten bir bölümü bizimle paylaşır mısınız? Ayça Damgacı : “Sen benim Marlon Brando'msun”... Zeliha Demirel : Gitmek… Batıdan Doğuya…Aşkın peşinden…Hiç görmediğiniz bilmediğiniz ülkelere…uzaklara… savaşın ortasına… Susanna Tamaro’nun dediği gibi; Sevgili Ayça : Yüreğinin götürdüğü yere git…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Zeliha Demirel, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |