Tarihten öğreniyoruz ki tarihten hiçbir şey öğrenmiyoruz. -Hegel |
|
||||||||||
|
ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISININ SİLAHI VAR! “Hatırlayın! Beyrut’tan ayrılırken bana ‘Nereye gideceksiniz?’ diye sormuşlardı. ‘Anavatanıma, Filistin’e gideceğim.’ demiştim. İşte geldim!” sözlerin sahibi, yıllarca sürgünde yaşadıktan sona Temmuz 1994’te topraklarına, Gazze’ye dönen Muhammed Abdurrahman Abdurrauf Arafat el-Kudva el-Huseyni ya da daha kolay olan ve en bilinen adıyla Yaser Arafat’tır. Tarihte, davasıyla özdeşleşebilmiş ender şahsiyetlerden birisi olan Arafat, 1929 yılında kendi deyimiyle Kudüs’te, resmi kaynaklara göre Kahire’de doğmuştur. Doğal önderlik vasıflarına sahip olan Arafat, hayatını adayacağı “mücadeleye” henüz 16 yaşındayken başlar. İlk işi Mısır’dan Filistin’e silah kaçırmak olmuştur. 1948 yılında Yahudilere karşı savaşır. Ancak savaşın başarısız olmasından ve İsrail Devleti’nin kurulmasından duyduğu üzüntü nedeniyle ABD’de okumak için vize başvurusunda bulunur. Bu noktada davası ve kendisi arasında bir seçime gider ve kaçıp gitmek yerine kalıp direnmeyi seçer. Mısır’da mühendislik okumaya başlar; ancak vaktinin çoğunu Filistinli öğrencileri örgütlemeye adar. 1958 yılında, Ortadoğu’nun kaderinde ve tarihinde büyük bir yer tutmuş olan El-Fetih Örgütü’nü Kuveyt’te kurar. Çıkardığı dergiyle ve diğer bütün yollarla Filistinlileri direnmeye-silahlı mücadeleye çağırır. Bu çağrı, halkın bir kısmı tarafından kabul edilse de devlet bazında Arap ülkelerinden gerekli desteği görmez. Örgüt, bunun üzerine silahlanarak uçak kaçırma, bombalama, vur-kaç gibi eylemlerle sesini duyurmaya çalışır. İsrail’e karşı askeri operasyonlarda da bulunan birliğin başında tabii ki Ebu Ammar kod adıyla Arafat vardır. El-Fetih’in basın sözcülüğünü de yapan Arafat, 1969 yılında, bütün Filistinli direnişçi grupları ortak çatı altında toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü(FKÖ)’nün kuruluşuna öncülük eder. O yıldan, uzun ve çetin mücadeleler sonucu Filistin Ulusal Özerk Yönetimi’nin kurulduğu 1993 yılına kadar geçen 24 yıl boyunca da bu örgütün Yürütme Kurulu Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Böylece direnişin merkezi konumuna geçmiş ve simge halini almaya başlamıştır. Ancak, Arafat’a yönelik en büyük eleştirilerden biri de bu konuyla ilgilidir. Direnişin liderliğini ölene kadar bırakmamış olması ve muhalefeti yok sayması, zaman zaman mücadelenin sekteye uğrayıp gerilemesine de yol açmıştır. Tabii, insanlığın özünde bulunan “tek adam olma arzusu”nun Arafat’ta da olmasına pek şaşılmamalıdır. Önemli olan, mücadeleye ne boyutta hizmet ettiğidir ve Arafat’ın da mücadelenin dünya gündemine taşınmasını sağlayan en önemli figür olduğunu söylemek pek yanlış olmaz! Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Arap devletlerince tek yasal temsilci sayıldığı 1974 yılındaki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ve ortaya koyduğu fikirler, Arafat’ın geçirdiği evrimi ortaya koymaktadır. Başta tam anlamıyla bir gerilla lideri olan Arafat, genel kurul sırasında dışarıda “Go home Arafat!” diye haykıran göstericilere “Benim de isteğim bu zaten, bırakın evime gideyim!” şeklinde düşündürücü bir cevap vermiştir. Toplantıda kürsüye elinde bir zeytin dalıyla çıkmış ve “Halkımızın kendi topraklarında ulusal, bağımsız, egemen bir yapı kurabilmesi için yardımınızı istiyorum. Bir elimde zeytin dalı, bir elimde özgürlük savaşçısının silahı var. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin. Tekrar ediyorum: Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin!” sözleriyle Filistin mücadelesine dünya genelinde var olan olumsuz bakışı tersine çevirmeye başlamıştır. FKÖ’yü barışçı bir çizgiye taşıyacak(ya da öyle gösterecek) kadar usta bir diplomat olduğunun en belirgin örneklerinden birisidir bu. Gittikçe artan tecrübesi ve saygınlığı FKÖ’nün 100’ü aşkın devletle diplomatik ilişki kurmasını sağlamış ve mücadelenin kabul görmesinde büyük pay sahibi olmuştur. Tüm bu olumlu havaya rağmen FKÖ bir örgüttü ve İsrail’e karşı silahlı mücadeleye devam etmekteydi. Karşı güç İsrail’in amacı da FKÖ ile Arafat’ı köşeye sıkıştırmak ve yok etmekti. Bu sebepten dolayı yalnızlaştırma politikasına maruz kalan FKÖ, Ürdün, Lübnan, Tunus, Yemen, Suriye gibi ülkelere taşınmak zorunda kalmıştır. Öyle ki hayatta kalmak için, sürekli hareket eden bir araçta yaşamak zorunda kalmıştır Arafat. FKÖ’yü topraklarına kabul eden ülke, otomatikman -o devirden beri anılan adıyla- Siyonist güçleri de karşısına almış oluyordu ve işin gerçeği Arap ülkeleri bu durumdan pek memnun değillerdi. 1988 yılı, mücadele için önemli bir virajdı. Altı Filistinlinin öldüğü 8 Aralık gecesinin sabahında Filistinli bir genç, topladığı taşları yoldan geçen İsrail askerlerine atmaya başlar, arkadaşları da onu taklit eder. Kısa bir süre sonra taş atanların sayısı yüzleri bulur. Bu tuhaf saldırıya geçek mermiyle karşı koymaya çalışan İsrail askerleri yağmur gibi yağan taşlar karşısında geri çekilmek zorunda kalır. Bu olay Ortadoğu'da yıllar boyunca sürecek binlerce benzer gösterinin ilkiydi. Taş, kurşuna meydan okumuş ve kazanmıştı.İntifadanın artık sokağa taştığı bu günlerde sahneye Arafat çıkar, Filistin Devleti’nin kurulduğunu ilan eder. Daha sonra siyasi bir manevra daha yapar ve “terörü” lanetler. Bu sayede Batı dünyası FKÖ’yü Ortadoğu sorununun taraflarından biri olarak kabul eder. Rüzgarı arkasına alan Arafat, bu dönemde büyük bir hata yapmıştır. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalinde, yıllarca ona ve örgütüne ev sahipliği yapan Kuveyt yerine Irak’ın tarafını tutar. Attığı bu zar, onu ve örgütü, petrol zengini Arap ülkelerin maddi-manevi desteğinden mahrum bırakır. Bu desteği tekrar kazanmak uzun yıllarını alacaktır Arafat’ın. Dengelerin değişmesi ile birlikte barış görüşmeleri artar ve 1994 yılında bu girişimlerinden dolayı Nobel Barış Ödülü’nü alır. Tek hedefi bağımsız bir Filistin kurmak olan Arafat, aradan geçen yıllarda. Yanlış kişisel tutumları yüzünden sert eleştirilere maruz kalmış ve saygınlığını yitirmeye başlamıştı. Mücadeleye de zarar veren bu durum, 2000 yılında İsrail ana muhalefet lideri Ariel Şaron’un Kudüs’teki Haremüşşerif’e yaptığı tartışmalı ziyaret sonucunda tersine dönmüştür. Arap dünyası bu olay sonucunda ayaklanmış ve tarihe “İkinci İntifada” olarak geçen olaylar başlamıştır. İsrail Devleti hareketsiz kalmayı becerebilse, büyük düşmanları Arafat zamanla kendi kendini pasifleştirecek duruma gelmişken yapılan operasyonlar, Filistinli liderin kaybettiği desteği yeniden kazanmasını sağlamıştır. Yani İsrail Devleti, en büyük düşmanını kendi eliyle ayağa kaldırmıştır. Arafat, mücadele tarihi boyunca en şiddetli saldırılardan birine bu dönemde maruz kalmıştır. Ramallah’taki karargahı Mukata bombalanmış, İsrail askerleri ile Arafat’ın muhafızları karargahın içinde dahi çatışmışlardır. Son yıllarını Mukata’da bir nevi hapis hayatı yaşayarak geçiren Arafat, gazetecilerle yaptığı her röportajda etrafındakilere manidar bir neşe saçması, muzaffer bir komutan edasıyla demeçler vermesi ve her koşulda gülümseyerek umut aşılıyor olması gibi özellikleri sayesinde, dünyanın gözünde “İsrail’e tek başına meydan okuyan adam” ya da “İsrail’in yenemediği Arap” imajını ölümsüz kılmıştır. 11 Kasım 2004 yılında Fransa’da öldüğü ilan edilen Arafat’ın aslında tam olarak ne zaman ve neden öldüğü gizemini korumaktadır. Tüm ısrarlara rağmen -1990 yılında evlendiği- karısı Süha Tavil’in neden otopsi istemediği de ayrı bir merak konusudur. Bu sorular cevapsız kalsa da bilinen bir şey var: Yaser Arafat, “barış için savaş” olgusunun dünyadaki son büyük örneklerindendir. Bir davanın lideri olarak ortaya çıkmış ve zamanla o davaya dönüşmüştür. Dünyanın büyük bir kısmı onu, bağımsızlık mücadelecisi ya da gerilla olarak tanıyıp kabul etmiştir. Arap halkları ve Ortadoğu ona çok şey borçludur. Hakkında yapılan tüm karalayıcı propagandalara ve terörist/cani yakıştırmalarına rağmen bilinen bir şey vardır ki Arafat’ın durumunu tamamen açıklar ve onu bir “gerçek bir kavram” haline getirir: Birilerinin özgürlük savaşçısı, başka birilerinin teröristidir!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Serdar YILDIRIM, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |