Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile mesela zeytin dikeceksin. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Yeni çıkmış kurultaydan. Ala gölgelikler dikmiş, İpek halıları sermiş. Kara gözlü, örme saçlı, Eli bilekten kınalı, Esir kız almış düşmandan. Toplantıda şen şaduman, Kızlar şarap sunuyormuş. Alp erenler coşuyormuş. Han, oradaki beylere, Yiğit ve alp erenlere Çadır, otağ, elbiseler Kaftanlar ve daha neler... Herkese çok bağış yapmış, Oturup çevreye bakmış. Kara Göne sağ tarafta, Aruz Koca sol tarafta. Bunları görünce gülmüş. Uruz’a bakıp üzülmüş. Bu hâl Uruz’a dokunmuş, Kalkıp Kazan Han’a koşmuş. Demiş: — Hiç saklama benden. Babam Kazan, bilmem neden? Sağa baktın keyiflendin, Sola bakıp neşelendin. Bana bakınca yakındın! Sebep nedir ki ağladın? Bana söylemezsen eğer, Yiğitleri alıp gider, Akbaza İl’e varırım. Altın haça el basarım. Papaz cüppesi giyerim, Kâfir kızını severim. Bir daha gelmem karşına, Hiç uğramam çadırına. Ey Han babam söyle bana, Karabaşım kurban sana... Kazan burada kızarmış, Oğlu yüzüne bakarmış: — Beri gel ey tayım oğul Kılıcım ve yayım oğul. Sağa baktım Kara Göne. Bu kardeşim, onca sene Kan dökmüştür, baş kesmiştir. Sağımdaki garındaşım, Solumdaki benim dayım. Her ikisi kan dökerek, Düşman başını keserek Bu dünyada ün almıştır, Çok ganimet kazanmıştır. On altı yaşına bastın, Daha bir ün alamadın!.. Ok atmadın yay çekmedin, Baş kesmedin, kan dökmedin. Ben ölürüm, sen kalırsın Korkarım çok zorlanırsın. Tacımı, tahtımı sana, Vermezler ki anlasana!.. Sonumu andım, ağlarım. Bu yüzden yaş akıtırım. Uruz demiş: — A bey baba, Sen göstermedin ki çaba! Hüneri kim öğretecek? Sen var iken belletecek... Beni alıp hiç gitmedin, Kılıç ve ok belletmedin. Kazan, burda gülümsemiş, Beylerine şöyle demiş: — Sizler devam edin beyler. Uruz oğlum doğru söyler. On günlük azık alayım, Oğlanla dağa çıkayım. Kan döküp, baş kestiğim, Ok atıp, kılıç çektiğim, Cızığlara, Gökçe Dağ’a, Ağlağan’a, Ala Dağ’a; Gidip biraz av yapalım. Yabani geyik yıkalım. Ben dünyadan ayrılmadan, Oğlan öğrensin babadan... Yağız atını çektirmiş, Sıçrayarak ona binmiş. Uruz’u alıp yanına, Çıkmış dağların başına. Avlamışlar, kuşlamışlar Çimenlere uzanmışlar. Tatyan ve Saka Kalesi, Ah o ömrü kesilesi! Casuslar gitmiş Tekür’e Bu durumu haber vere: “— Köpeğini havlatmayan, Kedini miyavlatmayan,” Alplar başı o Kazan Han, Yanında da Uruz oğlan. Sarhoş olmuş yatıyorlar, Kaygısızca uyuyorlar... On altı bin kara dinli, Kara kara elbiseli, Dörtnala savaşa gitmiş, Kazan Han’a hücum etmiş. Uzaktan görünce tozu, Han, uyandırıp Uruz’u. Kalkan tozu incelemiş, “Bu gelen düşmandır”, demiş. On altı bin üzengili, Kızgın dilli, azgın dinli, Toz içinden kâfir çıkmış. Uruz, babasına bakmış: — Ağam Kazan, ışıldayıp Yıldız gibi parıldayıp Denizler gibi kabaran, Ormanlar gibi kararan... Gördüğümüz bu şey nedir? Ağız dilden bana bildir. Kazan demiş: — Oğlum Uruz, Düşman geldi vuruşuruz. Çalkanıp gelen asker, Işıldayan başta miğfer. Parlayıp gelenler mızrak, Kara dinli kâfire bak! Uruz demiş: — Düşman nedir? Ağa, düşman kime denir? Kazan demiş: — Dinle Uruz, Yetişirsek biz vururuz. Tutarsa öldürür onlar, Uyanık ol saldırırlar!.. Uruz demiş ki: — Baba can, Alp yiğitten akıtsam kan, Kandavası güderler mi, Beni dava ederler mi?.. Kazan demiş: — Oğul dinle, Keşke olmasaydın benle. Güzel yerde geldi zındık, Ayak bağı oldun yazık! Uruz demiş: — Babam Kazan, Bekliyordum geldi o an. Böyle güne cins atımı, Ejder dilli mızrağımı, Kara çelik kılıncımı, Bedenimdeki başımı, Saklıyordum geldi zaman, Karabaşım sana kurban! Şimdi içine dalayım, Kellelerini alayım... Kazan demiş: — Canım evlât, Savaşmak istersin fakat, Kâfirlerin okçuları, Acımasız cellâtları, Sana göre değil yavrum, Ben gideyim Han Uruz’um. Kılıç nasıl çalınırmış, Mızrak nice atılırmış, Hayle alınırmış kelle, Babacığını seyret belle... Uruz da Han’a söylemiş, Dinleyiniz neler demiş: — Arafat’da erkek kuzu, Sen de oğlun Han Uruz’u, Başın için eyle kurban, Bırak gideyim baba can... Ona şöyle demiş Kazan: — Oğlum, şimdi çık aradan. Evlat sen hiç baş kesmedin, Şimdiye dek kan dökmedin. Kırk yiğidi al yanına, Yüce dağların başına, Çık pusuya yat orada. Ben savaşayım burada... Uruz yiğitleri almış, Dağın başında saklanmış. Davullar çalınmış, dan dan. Cenk havası tunç borudan... Kazan Han abdest alarak, Namaz kılıp yalvararak, Salâvat çekip haykırmış, Düşmanlara kılıç çalmış. Uruz seyretmiş savaşı, Toplayarak arkadaşı: — Gelin görün arkadaşım, Size kurban olsun başım. Gördünüz ya, babam Kazan; Baş keserek döküyor kan. Biz de bir uçtan düşmana, Saldıralım şu sağ yana... Yiğitlerle at tepmişler, Düşman içine girmişler. Düşman iyice bunalmış, Oklar havada vınlamış... Uruz Han’a saldırmışlar, Üzerine çullanmışlar. Atını yere yıkarak, Yiğitleri oklayarak, Hepsini şehit etmişler, Uruz’ tutsak etmişler. Urganlarla bağlayarak, Ak etinden kan akarak Sürükleyerek çekmişler, Onu alarak gitmişler. Kazan Han, öyle zannetmiş, Düşman yenilerek gitmiş. Demiş ki: — Alplar, beyler Uruz nerede, yarenler? Beyler demiş ki: — Kazan Han, Kuş yüreklidir o oğlan. Biz başlayınca savaşa, Onu korkutmuş kargaşa. Oğlan gitmiş anasına, Girmiş kanadı altına... Kazan demiş ki: — Vallahi, Hayırsız evlat billâhi. Ben gidip onu alayım, Kılıcımla doğrayayım! Altı parçaya ayırıp, Altı yol ağzına atıp, Kıyım kıyım bırakayım, Âleme ibret kılayım... Derhal atı ökçelemiş, Dönüp Oğuz İl’e gitmiş. Burla Hatun boyu uzun, İşitmiş oğlu Uruz’un, Babası savaştan gelir, Kurbanlar keser, sevinir... Kocasına karşı gitmiş, Gelenlere göz gezdirmiş. Bakmış Uruz yok ortada, Çok üzgünmüş Kazan Han da. O an kara bağrı yanmış, Bütün yüreği oynamış! Burla demiş Kazan Han’a: — Karabaşım kurban sana. Beri gel başımın bahtı, Gidişinizde sabahtı. Anacığımın sevgisi, Han babamın güveyisi. Gözümü açıp gördüğüm, Bu ne biçim bir kördüğüm? Atlanarak ava gittin, İki vardın ve bir geldin! Bey yiğidim ey Kazan Han, Bana haber ver oğlumdan. Onu gecede bulmuştum, Doğunca mutlu olmuştum. Kayalardan mı uçurdun, Azgın suya mı kaptırdın? Kâfire mi yakalattın, Ellerini mi bağlattın? “Ana!” diye bağırdı mı, “Baba diye çağırdı mı? Kara dağımın yükseği, Güçlü belimin desteği. Aydınıydı gözlerimin, Dermanıydı dizlerimin. Aman, kulağım çınlıyor! Ciğerim yaman yanıyor. Yılan sokmadı da tenim, Şişiyor bütün bedenim! Göğsümde sütüm oynuyor, Oğlum yok, bağrım yanıyor. Dervişlere adak verdim, Kuru çaya su gönderdim, Açlar bularak yedirdim, Çıplak görerek giydirdim. Oğul bulmuştum dilekle, Büyüttüm bin bir emekle. Hizmetkâr ve nâip geldi, Han Uruz’um görünmedi? Oğlumdan haber ver bana, Bedduâ ederim sana... Kara dağdan uçurduysan, Taşkın suya kaptırdıysan Kazma ile yıktırayım, Damarlarını tıkayım. Kâfirlere tutturduysan, Tutsak edip aldırdıysan, Han babama ben varayım, Asker, hazine alayım. Kol but olup düşmeyince, Dönmem oğlu görmeyince. Yanağımı yırtayım mı, Yurda feryat salayım mı? At gibi kişneyeyim mi Koç gibi meleyeyim mi? Ak otağlar dikecektim, Mürvetini görecektim, Bana gelin getirtmedin, Muradıma erdirmedin. Ahüzarda koydun beni, Bedduâlar tutsun seni!.. Hatun böyle söyleyince, Kazan düşünmüş sessizce. Fikreylemiş esir oğlu, Tutmaz olmuş eli, kolu. Kan yaş dolmuş gözlerine, Şöyle demiş evdeşine: — Oğul gelseydi güzelim, Sana sorar mıydı dilim? O avdadır kaygılanma, Gözlerini sil, ağlama. Yedi gün mühlet ver bana, Bulup getireyim sana. Yerde ise çıkarırım, Gökte ise indiririm. Buldumsa alır gelirim, Bulamadımsa bilirim: Allah verdi, Allah aldı Döner ederim feryadı!.. Askerlere haber vermiş, El altından şöyle demiş: — Doksan tümen asker gelsin, Oğlan esir, beyler bilsin!.. Savaş yerine yetişmiş, Cesetlere göz gezdirmiş. Oğlunun atı oklanmış, Kan içinde yatıyormuş. Uruz’un kırk arkadaşı, Şehit yatar kesik başı! Anlamış ki oğlu esir, Kâfirlerin elindedir. Düşmanın izini sürmüş, Derbent’de onları görmüş. Han’ım meğerse kâfirler Kara keçe giydirmişler. Ak elini bağlamışlar, Çaprazlama yatırmışlar. Gelen geçen çiğniyormuş, Ayağıyla eziyormuş. Kazan haykırmış o anda, Ürkmüş gören düşmanlar da. Kimi ata biniyormuş, Kimi zırhlar giyiyormuş. Uruz demiş: — Kâfir ne var? Neden bunlar telâştalar? Kafirler demiş ki: — Oğlan, Yardımına gelmiş baban. Şimdi onu yakalarız, Sizi birlikte bağlarız. Hele seni bırakalım, Kazan Han’ı da tutalım. İpten çözmüşler oğlanı, Göstermişler babasını. Uruz, Han’a karşı gitmiş, Babasına şöyle demiş: — Baba nereden işittin, Kim söyledi, nasıl bildin? Benim tutsak olduğumu, Kâfir ilde kaldığımı?.. Baba, kâfirler derler ki: “Kazan da geldi iyi ki, Babasını da tutalım, Yakalayıp, bağlayalım. İkisini öldürelim, Ocağını söndürelim. Al kanını akıtalım, Kazan Han’dan kurtulalım...” Çok korkuyorum han babam, Esir olsan dayanamam. Ağlatma hatun anamı, Sızlatma güzel obamı. Geri dön de obana git. Anacığıma ol ümit. Validem beni ararsa, “Nerede” diye sorarsa, Tutsak olduğumu söyle. İki ay beklesin böyle. Gelemezsem bu zamanda, Boğazlayın atımı da Hayır için aş yedirin, Nişanlıma izin verin. Esen olsa kanlı sular, Derelerde coşar çağlar. Sağ olsa kara koç atlar, Kısraklar tay doğururlar... Esen olsa alp erenler, Analar oğlan verirler. Anam ile esen olun, Allah’tan çok oğul bulun. Ak sütünü hatun anam, Helâl etsin kurban olam. Oğuz il yasımı tutsun, Başım sana kurban olsun... Kazan demiş: — Uruz oğlum, Belimin kuvveti yavrum. Şafak vakti erken kalktım, Nerde diye sana baktım. Bulamayınca ağladım, Davul bile çaldırmadım, Ulu divan toplamadım. Beyler hep kara bağladı, Anacığın çok ağladı. Anana ne cevap verem, Oğlun esir nasıl diyem! Namusuma ar geliyor, Esir olman zor geliyor!.. İhtiyarsa kara dağlar, Üzerinde bitmez otlar. İhtiyar olsa koç atlar, Kısraklar tay doğurmazlar. Kocamışsa er yiğitler, Analar neler eylerler? Anan yaşlı, baban koca, Nasıl çocuk doğsun bolca! Daha çocuğumuz doğmaz, Olsa da yerini tutmaz. Bulut olup yağdırayım, Şimşek gibi şakıyayım, Ateş olup yandırayım, Dokuzunu bir sayayım. Yaradan Allah’tan medet, Uruz oğlum, çekil seyret... Deyip atından atlamış, Abdest alıp, namaz kılmış. Peygambere salâvatla Kalkan, gürz, kılıç, pusatla Düşmanlarına saldırmış. Nara atarak haykırmış. Savaş etmiş uzun zaman, Düşmana vermemiş aman... Gözüne bir kılıç değmiş, Kan fışkırmış, görememiş. Meğerse han’ım bu sıra, Burla Hatun bağrı yara, Kırk güzel kızı alarak, Kazan Han’ı arayarak, İzini sürerek gitmiş, Gelip kocasına yetmiş. Kazan, onu bilememiş, Hatununa şöyle demiş: — Bindiğin kara atını, Elindeki mızrağını, Mavi çelik kılıncını, Oklarını ve yayını... Yiğit hemen ver de bana, Kale, ülke verem sana. Burla demiş ki: — Han Kazan, Ne bağırırsın durmadan! Kalkıp doğruldun yerinden, İnmezsin atın belinden. Kara dağlarımı yıktın, Kanatlarımı da kırdın! Beklemeden at koşturan, Tek Uruz oğluma kıyan... Belin ölmüş belli senin, Tutmaz olmuş artık dizin. Tanımadı beni gözün, Kaybetmişsin, kendin özün! Ben helâllin Han kızıyım, Kaderim neyse razıyım. Çal kılıncını Kazan Han, Bak yetiştik biz arkandan... Tam bu sırada kudretli Güçlü, kuvvetli, haşmetli, Oğuz beyleri gelmişler, Şimşek gibi yetişmişler. Kara taşları kül eden, Bıyığını on yerinden Ensesinde düğümleyen, “Yiğit ejderha” denilen, Yardım için kardeşine, Çıkıp gelmiş Kara Göne: — Vur kılıcını kardeşim, Ben yardımına gelmişim... Mızrağına taktığında, Erler böğürten ucunda. Pehlivanlar pehlivanı, Bir güreşte Kazan Han’ı Üç kere atından yıkan, Taşı sıksa su çıkaran Selçuk oğlu Deli Dündar, Gelmiş ta yanına kadar: — Çal kılıcını, vur beyim! Ben yardımına gelmişim... Ak, boz atın yelesinde, Kar, buz durduran üstünde; Destursuzca Bayındır’dan Altmış bin kâfiri basan; Yiğit ve deli-doludur, Gaflet Koca’nın oğludur. Şir Şemsettin de dörtnala O da gelmiş boz atıyla: — Çal kılıcını Han Kazan! Ben de yetiştim arkandan... Han’ım bunların ardından Bayburt’ta surlardan uçan, Oğuz’un sevilenidir, Yedi kızın ümididir. Yola çıkmış sabahleyin, İnançlısı Kazan Bey’in, Boz aygırlı Bamsı Beyrek, O da dalmış kükreyerek: — Vur kâfire Han Kazan! Ben de geldim arkandan... Han’ım bunların ardından Nice kâfirleri kıran, Atından beyleri yıkan, Hasmını kovarak yoran... “Dönüp bakarsa çalımlı, Beli de eklem kuşaklı,” Alıcı, kartal hünerli, Kulağı altın küpeli... Kara çelik demir kolu, Kazılık Koca’nın oğlu, Yardıma gelmiş dörtnala. Seslenerek Kazan Han’a: — Vur hele ağam Kazan! Ben de geldim arkandan... Onun ardınca han’ım, Niceler gelmiş sultanım! Sayıları hiç bilinmez, Sayılmakla da tükenmez... Abdest alıp arı suyla, İkişer rekât namazla, Allah’ı zikreylemişler... Sâlâvat, hamd şükretmişler. Gümbür gümbür davulları, Çalınmış tunç boruları. Kâfirlere at salmışlar, Kılıçlarını çalmışlar... Kıyamet bir savaş olmuş, Her yer kesik başla dolmuş. Dündar ile Dış Oğuzlar, Sağ tarafından tutmuşlar. Yiğitlerle Kara Budak Sol tarafa saldırarak, Düşmana kılıç çalmışlar, Doğrayıp parçalamışlar. Kazan merkeze at sürmüş, Orada Tekür’ü görmüş. Tekür yenilmiş ve kaçmış. Askerleri hep saklanmış. Gazası mübarek olmuş, Kazan Han Uruz’u bulmuş. Baba-oğul görüşmüşler, Sarılarak öpüşmüşler... Akça Kale Sürmeli’ye, Hep dönmüşler Oğuz İl’e. Yedi gün ve yedi gece Şölen yapılmış güzelce. Kırk kulunu, kırk köleyi Kırk tane de cariyeyi, Sevgili yiğit oğlunun, Hatırı için Uruz’un Salıvermiş, azat etmiş. Çobanları bey eylemiş. Koçyiğitlere de ülke, Vermiş şalvar, çuha, cüppe... Birçok kişi sevindirmiş. Oğuz ili şenlendirmiş. Korkut Ata’mız gelerek, Bir de destan söyleyerek, Oğuzlara öğüt vermiş. Dinleyiniz neler demiş: — Hani o beyler, erenler “Dünya benimdir” diyenler? Ecel erişti de, geldi. Onları da yer gizledi. Ölümlü dünya kalmadı, Hiç kimseye yâr olmadı. Gelenler gidimli dünya, Son ucu ölümlü dünya... Bir duâ edeyim Han’ım, Kabul buyursun Allah’ım. Dağlarınız yıkılmasın, Sularınız kurumasın, Ağacınız kesilmesin, Kılıncınız çentilmesin, Atınız sendelemesin, Ümidiniz kesilmesin, Allah imândan ayırmasın, Ecdâdınız bağışlansın. Hep yalvaralım Mevla’ya, Adı güzel Mustafa’ya Azim, bizi bağışlasın, Esirgesin ve saklasın... Ahmet KARAASLAN 05/12/2003 – Talas/Kayseri
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet KARAASLAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |