İnsan melek olsaydı dünya cennet olurdu. -Tevfik Fikret |
|
||||||||||
|
Yerinden kalkmış usulca: — Benim babam öldü dostlar, Ondan kaldı bütün mallar. Yerini, yurdunu tuttum, Fakir giydirip, doyurdum... Görüyorsunuz yaşlandım, Her canlı gibi kocadım. Ecel gelip can vermeden, Kan Turalı gel sen evlen... Şöyle demiş Kan Turalı: — Baba, öyle kız bulmalı; Ben kalkmadan o kalkacak. Koç atıma atlayacak, Kâfirlerle cenk edecek, Baş kesecek, kan dökecek... Kanglı Koca demiş: — Oğul, Ne yatarsın hele doğrul. Evlenmek istemezmişsin, Yiğit, bahadır istersin. O kazansın, sen yiyesin, Gününü gün eyleyesin!.. Oğul kızı görmek senden, Mal ve rızık vermek benden... Böyle demiş ya babası. Yiğitlerin ejderhası, Kan Turalı kalkmış yerden, Seçmiş kırk tane yiğitten. Bir kız aramaya gitmiş. İç ve Dış Oğuz’u gezmiş. Geçirmiş ilkbahar yazı, Bulamadan dönmüş kızı. Kanglı Koca ona demiş, Görelim neler söylemiş: — Oğuz İlini dolaştın, Her hal kızı bulamadın. Sen çalış ve malı kazan, Ben de gideyim birazdan. Uğrayayım Trabzon’a Kız bulup geleyim sana... Trabzon’nun Tekfur’unun, Bir kızı varmış ki onun! Öyle güzel yay çekermiş, Oku hiç yere düşmezmiş. Güzel kızın kalınlığı , Üç canavarmış başlığı. Boğa, deve ve aslanmış. Bu üç hayvan çok yamanmış! Tekfur demiş ki meğerse: Kim bu üçünü yenerse, Ona kızı vereceğim, Oğlum gibi seveceğim. Savaşıp da yenemeyen, Kesilecek kellesinden... Birçok yiğit şans denemiş, Hiç kimse de yenememiş. Tümü de ilk savaşında, Kara boğa boynuzunda, Helâk olup can vermişler. Nicesi ölüp gitmişler. Otuz iki can bu yolda, Kellesi asılmış surda... Kanglı Koca o başları, Görünce canavarları, Bitlerin tümü başından, Ayağına inmiş o an . Oğuz İle geri dönmüş, Kafa yorup, çok düşünmüş. At ayağı çabuk olur, Ozan dili çevik olur. Kan Turalı haber almış, Hemen otağa damlamış., Saygı ve hürmet göstermiş, Babasına şöyle demiş: — Dolaştın boy, oymak, oba... Bana kız buldun mu baba? Babası demiş ki: — Oğlum, Evet sana kızı buldum. Gittim Trabzon İli’ne, Sana göre de bir tane; Gördüm ama çok belâlı! Bu iş, hünerle olmalı... Güveniyorsan kendine, Git de şansını bir dene... Şöyle demiş Kan Turalı: — Tekür’ün kızı olmalı. Altun, akçe ve deveden... Baba, ne isterler bizden? Demiş ona Kanglı Koca: — Hünerin gerek ustaca. Kızın var üç canavarı, Oğul görsen sen onları! Bu üçünü yenemeyen, Vuruluyor kellesinden... Kan Turalı demiş: — Ata, Binip gitmek gerek ata. Baba bu sözü sen bana, Demeyecektin oğluna. Bilmeseydim keşke bunu, Belâya çattın oğlunu... Kara cins ata bineyim, Kâfire akın edeyim. Baş keseyim, kan dökeyim. Kalelerine gireyim, Kul, hizmetçi getireyim. Hünerimi göstereyim... Gitmeliyim ben o kıza, Yarın duyulur Oğuz’a. Başımıza kakınç olur, Yüzüme de dokunç olur! Ey bey baba, kadın ana Bolca duâ edin bana... Kanglı Koca çok düşünmüş, Gitmesine pek üzülmüş. Vazgeçirmek için onu, Korkunç haberle oğlunu, Geri döndürmek istemiş. Öğüt verip, şöyle demiş: — Gideceğin o ülkenin, Vardığın yabancı yerin, Yolları çok dolamaçlı, Atın gömülür, balçıklı... Alaca yılan sökemez, Ormanlarına girilmez. Aşıp geçemezsin ki sen, Gökler ile boy ölçüşen, Yüksekçe kaleleri var. Güzelleri hem göz kakar. Cellâtları hay demeden Başları keser gövdeden. Oraları hiç görmedin, Yaman yerlere yeltendin! Ağlar ak bürçekli anan, Gözünden yaş döker baban. Geri dön yola çıkmadan, Oğul vazgeç bu sevdadan... Kan Turalı karar vermiş: — Dönemem bey baba! demiş. Ne söylüyorsun can babam, Ben hiç birisinden korkmam. Alp erene korku vermek, Onu yolundan çevirmek, Ayıp olur baba sana... Güven bu yiğit oğluna. Balçığına kum döşeyim, Kaâdir kor’sa geçeyim. Yılan sökmez ormanını, Kökünü ve dallarını, Ateşlere vereceğim, Kalesine gireceğim... Cellâtlarını keseyim, Güzellerini öpeyim. Ya o canavar hayvanın Boynuzlarında boğanın, İlişeyim, asılayım... Ya o deveye varayım, Ya başını koparayım. Ya da altında kalayım! Hayvanların kralının, Kükremiş azgın aslanın, Pençelerinde öleyim, Ya da başını keseyim!.. Ya gideyim, ya geleyim Ya da varıp dönmeyeyim... Öğüt ona kâr etmemiş. Kan Turalı “dönmem” demiş. Ana, baba demiş: — Yola, Çıktın uğrun açık ola. Git esenle, gel sağlıkla, İşin olsun kolaylıkla... Kırk yiğidini alarak, Geçip gitmişler uçarak. Yedi gündüz, yedi gece Yol yürüyerek böylece. Tam hududa yetişmişler, Çadırlar, tuğlar dikmişler. Kan Turalı haykırırmış Nara atıp, bağırırmış: — Kırk yiğidim, arkadaşım, Size kurban olsun başım. Hakk Tealâ’ya yalvarsam, Yüğrük olsa da yarışsam. Yensem o üç canavarı, Güzelim Selcen Sultan’ı Alıp Oğuz İle dönsem, Hem kıvansam hem sevinsem... Böyle derken Kan Turalı, Gidip Tekür casusları. Olayı haber vermişler, Gördüklerini demişler. Tekür onları çağırmış, Sarayında ağırlamış. Tekür demiş: — Kan Turalı, Derler değilsin buralı. Nerelerden geliyorsun, Ne tarafa gidiyorsun? Alperen, nedir dileğin? Var mı benden bir isteğin? Kan Turalı demiş: — Beyim, Beyim, siz sordunuz söyleyeyim. Karşı kara dağlarını, Akıntılı ırmağını, Aşmak için gelmişim ben. Kızınız Selcen’i sizden, Yaradan’ın emri ile, Peygamberin kavli ile İstiyorum ki alayım, Senin damadın olayım... Tekür demiş ki: — Sözlerin, Hızlı ama ya hünerin... Var ise göstersen bize, Üç canavar gelsin dize. Askerlerim bunu soyun, Boğa ile vuruşturun!.. Kan Turalı soyunurmuş. Kız da köşkten bakıyormuş. Bu yiğidi çok beğenmiş, Elleri, dizi gevşemiş... Yanındaki kızlarına, Demiş: — Yazık bu oğlana! Hakk babamın yüreğine, Merhamet verse gönlüne. Başlık kesip verse beni, Şu Oğuz’un yiğidini, Sevindirse de gönderse, Canavara yenilmese. Korkarım helâk olacak! Ah yazık parçalanacak... Boğa zincirle bağlanmış, Getirilip, bırakılmış. Möğürüp diz çökmüş yere, Boynuzlarıyla mermere Vurunca un, ufak etmiş, Ak peynir gibi didermiş! Kâfirler çok sevinmişler, Birbirlerine demişler: — Tüm yıkılsın Oğuzeli! Bunların hepsi de deli... Bir kız için onlarca can, Kırk yiğidiyle bu oğlan Hepsi birden ölecekler. Az sonra da görecekler!.. O kırk yiğit işitince, Çok ağlamışlar sessizce. Oğlan bakmış ki sağında, Diğer taraftan solunda, Görmüş yiğitleri yaslı, Moral vermiş Kan Turalı: — Kırk eşim, kırk arkadaşım, Yiğitlerim, can gardaşım... Susunuz, ağlamayınız! Kolca kopuzum çalınız... Kırk yiğidi demiş: — Han’ım, Kan Turalı mert sultanım, Arku Bel’i, Ala Dağ’ı Geçtin çayları, ırmağı. Av avladın, kuş kuşladın. Nice boğa boğazladın. Hizmetçinizin sağdığı, Otlamaya yolladığı, Boz ineğin buzağısı Gördüğün Tekür boğası. Yiğit olanlar hasmından, Korkarlar mı savaşmaktan? Selcen Hatun köşkten bakar, Bakışları yürek yakar. Güzel Selcen’nin aşkına, Bir “hu ” çek de saldır ona!.. Böyle deyince yiğitler. Oğlan demiş ki: — Askerler, Boğanızı bırakınız, Sizler kenara çıkınız... İpinden çözülen boğa, Hiç bakmadan sola, sağa Hücum eyleyerek gelmiş. Kan Turalı’ya bindirmiş. Kan Turalı sâlâvatla Vurduğu bir tek yumrukla. Boğayı kıçının üstüne, Yıkmış yerin üzerine. Yumruğu ona dayamış, Sürüp bir başa çıkarmış. Ne oğlan, ne boğa yenmiş. Böylece çok zaman geçmiş... Boğa küt küt soluyormuş, Ağzı köpük saçıyormuş. Fikreylemiş Kan Turalı: Şu boğayı ne yapmalı? Alp erenler bu Dünya’yı Akıl ile kullanmayı Biliyorlarmış eskiden. Ben çekileyim önünden... Arka tarafa geçeyim, Hünerimi göstereyim... Kerim Allah, ya Muhammet Azim, Rahim sen yardım et... Yumruğunu çekmiş birden, Boğa yıkılmış aniden. Kuyruktan tutup sallamış, Kaldırarak yere çalmış. Boğa yerden kalkamamış, Kan Turalı boğazlamış. Yüzüp almış derisini, Ortada koymuş leşini. Postu getirerek sermiş, Tekürden kızı istemiş. Tekür demiş: — Kızı verin, Beğendim bunun hünerin. İster dursun, ister gitsin, Nasıl bilir, öyle etsin... Tekürün oğlu, kardeşi Demişler ki: — Bitmez işi. Canavarların sultanı Yenmesi gerek aslanı. Bir hüner daha göstersin, Kızını sonra verirsin... Bu defa da çıkmış aslan, Bir kükremiş zalim hayvan! O kırk yiğit arkadaşı, Yine akıtmış gözyaşı: — İyi kurtuldu boğadan, Aslan denen şu belâdan, Hiç şansı yok zor kurtulur! Bu hayvanlar yaman olur... Oğlan bakmış ki sağında, Diğer taraftan solunda, Görmüş yiğitleri yaslı, Moral vermiş Kan Turalı: — Kırk eşim, kırk arkadaşım Can yiğitlerim, gardaşım! Susunuz ağlamayınız! Kolca kopuzum çalınız. Beni överek, yüceltin Yaradan’a duâ edin. Selcen Hatun’un aşkına, Saldırayım şu aslana... Kırk yiğit de saz çalarak, Demişler ki haykırarak: — Akça sazların içinden, Aniden çıkarak gelen Tayı, çalıp kanın emen, Kara kılıçtan dönmeyen, Canavarların sultanı, Kükreyen aslan kıranı ... Han’ım büyütme gözünde, Bil ki bir köpek önünde! Köpeklere yiğit eren, Kendini dalatmaz sağken ... Alp erenler savaş günü, Alt ederler gördüğünü. Selcen Hatun köşkten bakar, Bakışları yürek yakar. Güzel Selcen’in aşkına, Bir “hu” çek de saldır ona!.. El açarak Kan Turalı, Demiş ki: — Gönlüm sevdalı. Yardım eyle Yüce Allah, Senden başka yoktur ilâh. Sana sığındım Yaradan, Beni kurtar şu belâdan... Ellerine keçe sarmış, Birini ona uzatmış. Yumruk yapmış ötekini, Bir darbe vurup beynini, Parçalayarak dağıtmış! Boynundan tutup kaldırmış. Fırlatarak yere çalmış, Aslan yerden kalkamamış. Doğruca Tekür’e gitmiş, Ondan kızını istemiş: — Dostum gördün onu yendim, Kızını almaya geldim... Tekür demiş: — Getiriniz! Kızı oğlana veriniz. Gözüm gördü, gönül sevdi Çok beğendim bu yiğidi. İster dursun, ister gitsin Nasıl ister öyle etsin... Tekürün oğlu, kardeşi Demişler ki: — Bitmez işi. Deve ile savaşmalı, Yenerse kızı almalı. Bir de onunla güreşsin, Son defa hüner göstersin... Allah’tan inayet olmuş, Tekür de şöyle buyurmuş: — Kara devenin ağzını, Yedi yerden yularını; Bağlayarak getiriniz. Bu savaşı bitiriniz... Buyruğu yerine gelmiş, Hayvan bağlı getirilmiş. Kan Turalı bir yanından Dolanırken soldan, sağdan, Ayağı kayınca düşmüş. Cellâtlar gelip üşüşmüş! Kırk yiğidi kopuz çalmış, Hıçkırıklarla ağlamış: — Doğrul hele Kan Turalı, Uyan yiğitler kralı... Boğayı, aslanı yendin, Neden öyle sendeledin? Karadağ’dan akan sudan, Bunu haber alsa baban, Büyük-küçük söz ederler. Cellâtlar başında bekler!.. Selcen Hatun köşkten bakar, Bakışları yürek yakar! Uyan, yatma Kan Turalı, Davran yiğitler kralı... Kan Turalı yerden kalkmış, Yiğitlerine bağırmış: — Kırk eşim, kırk arkadaşım Yiğitlerim, can gardaşım. Susunuz, ağlamayınız; Kolca kopuzum çalınız... Beni överek yüceltin, Yaradan’a duâ edin. Ben Allah’ıma sığındım, Yenilmedim ki, yıkıldım. Hayvandan korkup dönemem, Arkamdan da söz söyletmem! Bu deveden korkmuyorum, Uygun anı bekliyorum. Kopuzu çalan yiğitler, Ona şöyle söylemişler: — Kapkayada yuva tutan, Mevlâsına yakın uçan; Cümle kuşların sultanı, Bilmiyor musun kartalı! Asla kargaya boğulmaz, Hiçbir kuş da yıldıramaz. Savaş gününde alp eren, Korkusu olmaz kimseden. Selcen Hatun köşkten bakar, Bakışları yürek yakar... Yiğitler böyle deyince, Bir tekbir getirmiş önce. Tekmeyle vurmuş deveye, O azgın, dönmüş deliye! Bir daha vurmuş arkadan. Yere devrilince hayvan, Bıçağıyla boğazlamış. Yanlarından birkaç kayış, Deriden kesip çıkarmış. Alarak Tekür’e varmış; Deriyi atarak yere, Şöyle söylemiş Tekür’e: — Akıncıların okluğu, Olursa bağı koptuğu, Deriden kayış yapsınlar, Onlar darda kalmasınlar... Tekür demiş: — Dostlar inan Vallâhi yiğitmiş oğlan!.. Gözüm gördü, gönül sevdi. Kızı almayı hak etti... Tekür kızı ona vermiş, Kırk yere otağ diktirmiş. Ozanları coşturunca, Yürekleri kabarınca, Kan Turalı bir haykırmış, Kılıcını yere çalmış: — Yerler gibi kertileyim, Oklarımla delineyim. Toz olayım, savrulayım. Kılıcımla doğranayım... Vallâhi oğlum doğmasın, Doğarsa da yaşamasın! Babamın bir de anamın, Oğuz’un, atalarımın... Yüzlerini de görmesem, Ben güveyliğe giremem... Böyle çok yeminler etmiş, Evini çözüp, yüklemiş. Yedi gece, yedi gündüz Dağ, ova, ormandan dümdüz... Eğlenmeden göç eylemiş. Hudut boylarına gelmiş. Ak otağını diktirmiş, Yiğitlere söyle demiş: — Kırk eşim, kırk arkadaşım Size kurban olsun başım. Yüce Allah nasip etti, Canavarları yendirtti. Selcen kızı alıp geldim, Ak otağı yere diktim. Siz gidip babama deyin, Alıp buraya getirin. Habercileri göndermiş, Selcen’le çevreyi gezmiş. Buraları çok sevmişler, Doya doya seyretmişler. Kuğu, turna, keklik, sülün... Çevresinde çokmuş gölün. Sular çağlayıp akarmış, Ördekler, kazlar uçarmış... Her tarafta güller, çiçek; Üstünde arı, kelebek... Kopuz çalıp, eğlenmişler; Sonra yemişler, içmişler. Çekilmişler otağlara, Uzanmışlar yataklara. Oğuzları tüm kazalar, Hep de uykuda yakalar. Yatacakken Kan Turalı, O ki güzeller sultanı, Selcen Hatun, demiş: — Canım, Sayısız benim aşığım... Bizleri takip ederler, Gizlice bura gelirler. Hep peşimde dolaşırlar, Gece de baskın yaparlar! Sen uyuyorsun korkarım, Öldürürlerse hakanım!.. Kan Turalı işitmemiş, Uykusunu yenememiş. Selcen giyinmiş sessizce, Otağdan çıkmış gizlice. Yüksek bir tepeye çıkmış, Çevrede gözlem yaparmış. Meğer Tekür pişman olmuş, Saçını, başını yolmuş. Mavi demirden kılıçlı, Göndermiş altı yüz atlı. Askerlere emir vermiş, Kızımı getirin demiş. Kılıçlı ve pusatlılar, Çevreyi sarmış atlılar... Selcen burada seslenmiş, Dinleyelim neler demiş: — Yiğidim başını kaldır, Dört bir yanımız düşmandır. O elâ süzme gözünü, Döndür de bir bak yüzünü. Düşmanlarınca pazundan, Elin, kolun bağlanmadan, Karabaşın kesilmeden, Topraklara tepilmeden, Dağlarımız sallanmadan, Kapkayalar oynamadan, Alca kanın dökülmeden, Kalk yiğidim kalk ölmeden. Yanımıza geldi düşman! Yetiştiler arkamızdan... Kan Turalı tez uyanmış. Selcen Hatun’a bağırmış: — Neler diyorsun güzelim? Gelenler kimmiş bilelim... Selcen kız demiş: — Yiğidim, Düşman geldi ben söyledim. Seni uyarması benden, Hüner göstermek de senden... Kan Turalı yerden kalkmış, Yayını, okunu almış: — Amennâ ve saddaknâ , Savaşımız Hakk adına. Pas tutmuştu kılıcımız, İşte oldu maksadımız... Lâilahe illâllah, Yardım et yüce Allah. Adı güzel Muhammed, Ümmetine şefaât... Arı suyla abdest almış, İki rekât namaz kılmış. Kâfirlere karşı varmış. Selcen kız da at oynatmış. Kan Turalı engel olmuş, Selcen’in yoluna durmuş. Selcen demiş ki: — Gideyim, Düşmanın çoktur geleyim. Beni bırak, engel olma; Boşuna kendini yorma. Savaşalım, dövüşelim Ya öldürüp, ya ölelim. Eğer yenilirse düşman, Otağa gitsin sağ kalan... Kan Turalı bir taraftan, Selcen Hatun öbür yandan, Kılıç çalmışlar düşmana. Acımamışlar hasmına. Selcen hasmını bastırmış. Kavga sona erdi sanmış. Kan Turalı’yı aramış, Yakınlarda bulamamış. Kan Turalı’nın babası, Beraber gelmiş anası. Onlar görmüş ki otağdan, Bir kız geliyor savaştan. Kılıcından, kabzasından Kan damlıyor her yanından! Kan Turalı görünmüyor, Akıbeti bilinmiyor... Kan, yaş döküp ağlamışlar, Yaklaşıp kıza sormuşlar: — Güzel kızım, güzel anam, Gadanı , belânı alam... Nerededir Kan Turalım, Esir mi oldu evladım? Ana! diye çağırdı mı, Baba! diye bağırdı mı? Öldürdüler mi kâfirler? Yok mu oğlumdan bir haber? Kız anlamış bu ikisi, Babası ile annesi. Onları otağa almış, Hemen atına atlamış. Görmüş dağın yamacında, Toz kalkarmış bir ucunda... Yere çökmüş Kan Turalı, Elleri, yüzü yaralı! Kan içinde alnı, gözü; Kıpkırmızı, eli, yüzü!.. Koç atını oklamışlar, Çevre yanını sarmışlar. Düşmanları saldırırmış, Kalkıp onları kovarmış. Selcen ona çok acımış, Bir uçtan o da saldırmış. Bir bakmış ki Kan Turalı Düşmanlarını bir atlı, Kılıç sallayıp doğruyor, Kellelerini vuruyor!.. Kan Turalı durup demiş, Görelim neler söylemiş: — Sen ey yiğit! Düşmanıma, İzin almadan saldırma! Destursuzca baş kesersin, Çabuk söyle yiğit kimsin? Kuş olayım uçayım mı? Kollarından tutayım mı? Alca kanın dökeyim mi? Gelip başın keseyim mi?.. İzinsiz girip düşmana, Yakışır mı vurmak sana? Ey belâsı gelmiş yiğit, Düşmanımı bırak da git!.. Selcen Hatun da söylemiş, Bir dinleyin neler demiş: — Hey yiğidim, bey yiğidim Seni savaşta yitirdim. Cins at, tayını teper mi? Seven durup seyreder mi? Yiğitler sevgilisine, Hiç kıyar mı söylesene! Düşmanın bu yanı bana, O tarafı kalsın sana... Kan Turalı kızı bilmiş, Kendi de gayrete gelmiş. Kılıç çalmış, ok atmışlar; Düşmanları bastırmışlar. Dönmek için ak otağa, Tırmandıklarında dağa. Demiş kıza Kan Turalı: — Güzelim bağrım yaralı! Sen Oğuz’a gittiğinde, Ak otağa indiğinde, Oğuz’un güzel kızları, Destan derse bazıları... Oralarda övünürsün, Beni küçük düşürürsün! Kan Turalı perişandı, Gitmesem hâli yamandı, Onu düşmandan kurtardım, Terkime aldım, çıkardım... Oğuz’da böyle diyesin, Sen kızlara övünesin! Çıkamam elin içine, Bakamam kimse yüzüne... Gözüm döndü, gönül gitti, Selcen sana sevgim bitti... Öldüreceğim kız seni, Rüsva ettin ele beni! Selcen demiş: — Kan Turalı, Etme yiğitler kralı. Ben övünsem de kadınım. Sen övün, hakkın aslanım. Alaca yorgan içinde, Sarmaşmadım daha senle... Damak tutup emişmedim, Oturup da söyleşmedim. Tez sevdin, erken usandın! Kan Turalı ne maksadın? Allah biliyor ya sana, Ben mûnisim kıyma bana... Kan Turalı inat etmiş, Selcen Hatun öfkelenmiş: — Bre gavat oğlu gavat! Nedir bu inadın sakat? Alttan alıyorum da ben, Neden inat edersin sen?.. Selcen atına atlamış, Yüksek bir tepeye çıkmış. Sadağından üç ok almış, Temrenlerini çıkarmış. Kan Turalı’ya seslenmiş, Dağ başından şöyle demiş: — Haydi yiğit okunu at. Beni öldür zevkini tat!.. Kan Turalı demiş: — Olmaz, Erkek kızdan önce atmaz. Kızların hakkı ilk hamle, Ok atamam bu nedenle... Selcen okunu yayına, Sürüp atmış ayağına. Kan Turalı koşup gelmiş. Kucaklayıp şöyle demiş: — Vay seni kızıl yanaklım, Yaya benzer karakaşlım. Badem sığmaz dar ağızlım, İpek gibi sırmalı saçlım Sarı gelin, sultan soylum, İnci dişlim, uzun boylum… Sana hiç ok atar mıyım? Öldürmeye kıyar mıyım! Kız ben seni deniyorum, Vallâhi çok seviyorum... Selcen ona cevap vermiş, Görelim neler söylemiş: — Binerdim kara cins ata, Oklarımı ata ata. Ala Dağ’da av yapardım, Yabani geyik yıkardım. Bir ok atışta vururdum, Ben de seni deniyordum. Temrenini çıkarmıştım, Öldürmeye kıyamadım... Sarılmışlar, sevişmişler Damak verip emişmişler. Cins atlarına binmişler, Sürüp otağa gitmişler. Babası oğlunu görmüş, Yanak ve gözünden öpmüş. Kalkıp Oğuz’a gitmişler, Çimene otağ dikmişler. Koçlar, aygırlar kesmişler; Büyük bir şölen vermişler. Ünlü toyla şenlik yapmış, Kan Turalı murat almış. Dede Korkut toya gelmiş, Oğuz’a şöyle söylemiş: — Hani beyler, alp erenler Dünyaya benim diyenler! Yer gizledi, ecel aldı... Fani dünya kime kaldı? Gelimli gidimli dünya, Son ucu ölümlü dünya... Dileyelim ki Rahman’dan Ecel vaktinde imândan, Ayırmasın bizi Âzim, Dostumuz olsun ol Râhim. “Ak alnında beş kelime,” Duâda geldi dilime... Alp erenler, yiğit beyler Duâya amin diyenler, Rahman’ın yüzünü görsün, Günahlarımız dökülsün. Derlensin ve toparlansın, Muhammed’e bağışlansın. Ahmet KARAASLAN 20/09/2000 - Kayseri
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet KARAASLAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |