Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
*** Deklanşöre bastığı an esasında sürekli yaşadığı andı. Sürekli gördüğü dünyanın en güzel yüzünün fotoğrafını neden çekmişti o gün? O en güzel gülen kadının gençliğini ilerde hatırlamak için mi? Ama yaşlılığında da şimdiden daha güzel olacağını bildiği ve onunla yaşlanmak için dua eden, neden böyle bir resim çeksin ki? Neydi, yakaladığı poz onda sürekli görmek istediğimiydi yoksa? Ama her anı ayrı bir güzelliği olana tek poz yeter miydi? Neydi ve neden bu tek kare kalmıştı elinde, sakladığı? Ve yakamadığı… *** Alevler sardı duygularını. Ağlayamadı, hiç ağlamadı zaten korktu gözyaşlarından, yanmak istediği ateşi söndürürler diye. Sadece derin bir nefes aldı ve verdi. Alevleri çoğaltan gardiyanları hareketlendiren bir nefes oldu. Ve nefes alamadığı o zamanı hatırladı. Saniyelerin asırlar olduğu, zamanın ilerlemediği, yutkunacak bir şeyin olmadığı; kuru bir boğaz, kuru dil, kuru damakla, kuruyan bir adam gibiydi o an. Beyine sitem etme zamanıydı. Beyine; kulağı duysun diye açmış ama ses tellerine sus emrini verdiği ve bir asır gibi hissettiği o konuşamadığı birkaç dakika için sitem etmeliydi. Ve sonrası sorgulama zamanıydı; “değer verensem değeri hak eden o ise; iyide beni değersiz yapan ne?”, ”Değer vermekte haksız mıydım, haklıydım” dedi adam kendi kendine. Haklıydım dedi; “sevdiğine değer vermeyen mi var?”. Ama değersizmiş hiç diyemedi ona, kabullenemedi, işte esareti buydu alevlere bakan adamın. Değersize bir türlü değersiz diyememeydi gölge gardiyanların arasındaki mahkûmun. İtiraf etse ateş sönecekti ama o resim olduğu sürece itiraf olamazdı… İşte o pozu çeken değil de çektirendi, ıstırap veren. Hatırladı o anı, demişti çektiren; çeker misin bir kare ve yalnız. Diğer bütün resimlerde ikisi vardı ama bunda tekti, çektiren. Yine gülüyordu o resimde de. Gülüşün yaz mevsimini ve çocukluğumu hatırlatıyor, senden önce mutluluğu hatırladıklarım; biri çocukluğum diğeri yaz ayları demişti. Daha neleri hatırladı ateşini denize atmak isteyen adam. Neler demişti; nefesin bazen poyrazı, bazen meltemi… Konuşman bazen dalga sesi, bazen martı sesi… Bakışın sabah güneşi ve yelkenler arasındaki mehtabı… Yaşatana yaşadıklarını söylemişti. Ama sonrası; gidişi karayel gibiydi çektirenin, giderken o ıssız bir adada ki, lambası sönmüş bir deniz feneri gibi kalmıştı adam. Ve alev gölgeleri gardiyanlar arasında, ateşe bakan adamın gözleri ateş gibi olmuştu. Elindeki resme baktı, gözlerini yumdu. Gözlerini tekrar açtığında alevlerin azaldığını fark etti, gardiyanlar kayboluyordu. İki odun daha atıverdi ateşe, mahkum kalmak isteyen adam. (GÜRSEL ÇOLAKOĞLU)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © gürsel çolakoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |