Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Eğitsel açıdan öğrenmede çok duyuya hitap etmesi bakımından materyal çokluğu her zaman avantaj sağlar. Öğretmenin işini de kolaylaştırdığı gibi kısmen zorlaştırdığı da olur. Ancak materyali işleten de öğretime destek haline getiren de öğretmendir. Öğretmen eğitim öğretimde başat konumda iken materyale yüklenen anlam ve beklenen katkı her zaman öğretmenin önünde gösterilmeye çalışılıyor. Eleştiri noktamızdan birincisi burasıdır. Örneğin Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu “Hiç kuşkusuz, eğitim ve öğretimin teknolojik gelişmelerle desteklenmesi ve yaygınlaştırılması eğitimde niteliğin yükseltilmesi bakımından büyük önem arz ediyor. Akıllı tahtalar da bunlardan birisi.” Bakan, aynı konuşmasında akıllı tahtaların maliyetlerinin yüksek olduğunu da belirtmiş. Konu akıllı tahtadan açılmışken bu noktadan devam etmekte fayda var. Teknik olarak akıllı tahta, projeksiyon aleti, bilgisayar ve beyaz tahtayı bir araya getiren bir aparattan oluşur. Kalem hareketleri Bilgisayardaki Programla Projeksiyona aktarılınca tahtada yazı görüntüsü oluşur. Uluslararası Öğrenci Başarılarını Değerlendirme Projesi olan PISA çalışmalarına Türkiye 2003 yılından beri katılıyor. Bu sınavda öğrencilerin okulda uygulanan müfredat kapsamında ele alınan konuları ne dereceye kadar öğrendikleri değil, gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumlarda sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanabilme yeteneği, akıl yürütme ve fen ve matematik kavramlarını kullanarak etkin bir iletişim kurma becerisine sahip olup olmadıkları ölçülüyor. Türkiye 2003 yılından bu yana sınavda son sıralarda yer almakta, Finlandiya ise hep ilk sırada yer alıyor. Finli öğrencilerin elde ettiği başarıların arkasındaki tek faktör öğretmenin niteliğidir. İlginç olan nokta da Finlandiya’da bizim ilkel, demode olarak gördüğümüz karatahtanın öğretmenlerce hala kullanılmasıdır 1980 li yıllardan sonra küreselleşme ve neo liberal politikalar sonucu eğitimin ticarileşmesi ve pazarlanması için yeniden yapılandırma çalışmalarına gidilmiştir. İkinci eleştirimiz de bu noktadan hareketle olacaktır. Daha önce okulla, eğitimle ilgisi olmayan birçok firma, eğitim odaklı faaliyetlere başlamıştır. Çünkü sermaye grupları eğitimdeki özellikle materyal döngüsünü önemli birer ticari faaliyet olarak görüyorlar. Örneğin TÜSİAD ın yayınladığı eğitim ile ilgili raporlarda okul öncesini doğru başlangıç olarak belirtmesi, bu öğretim kademesini yaygınlaştırmanın etkilerini her şeyin temeli olarak belirtmesi dikkat çekicidir. Çünkü okul öncesinde kullanılan materyal oldukça pahalıdır ve veli bu öğretim kademesine para yatırmaktan kaçınmıyor. Aynı şekilde son yıllarda her tarafta açılan vakıf üniversitelerinin belli sermaye gruplarınca açılması da bir başka dikkat çekici noktadır. 1980 lerin ikinci yarısından itibaren her sınıfa bir televizyon, takip eden yıllarda her sınıfa bilgisayar, internet bağlantısı vs. gibi sermayeye para aktaran “projeler” oluşturuldu. Ancak ne yazık ki eğitimde istenen niteliğe ulaşılamamış, Türkiye PİSA sınavında yine de son sıralarda yer almıştır. Eğitimde akıllı tahta kullanımı, Fatih projesi vs. gibi çalışmalar sermayeye para aktarımının son uygulamalarıdır. Bundan sonra da niteliğin artmayacağı tecrübeyle sabittir. Bu tür projelerin eğitimde fırsat eşitliğini sağladığı özellikle Fatih projesi ile de sıkça dile getirildi. Ancak fırsat eşitliği yalnızca materyal sunumu ile sağlanan bir kavram değildir. Herkese en üst basamağa kadar belirli düzeyde asgari öğrenim imkânın sağlanması, her bireyin yetenek ve gizilgücünün ortaya çıkarılması eğitimde fırsat eşitliğinin içini dolduran tanımlamalardır. Eğitimde yeni proje üreteceklere ve onları betimleyecek akademisyenlere âcizane birkaç önerim olacak. Türk-iş verilerine göre Türkiye de her yıl yaklaşık 1 milyon 200 bin kişi çalışmak amacıyla hareket halindedir. Bunların büyük çoğunluğu mevsimlik işçidir. Mevsimlik işçi çocuklarının geneli ilköğretim çağında ve okullar açık olduğunda aileleri ile birlikte göç ediyorlar ve eğitimden uzun süre uzak kalıyorlar. İlköğretimde okullaşma oranı 2010 verilerine göre %98. Yani ilköğretim çağ nüfusunun %2 lik kesimi eğitimden yoksun kalacak ömürleri boyunca. Eğitimden uzak kalanların fırsat eşitliği nasıl tanımlanır. Yüksek öğretime başvuranların yalnızca dörtte biri bir programa yerleşebiliyor. Geri kalan dörtte üçünün eğitim hakları sağlanamıyor ve fırsat eşitsizliği doğuyor. İlköğretimden yüksek öğretime test ile tost arasına sıkışmış çocuklarımızın bilgiyi ezberleyerek diploma almaları hangi eğitim anlayışına uygundur. 250.00 e yakın atama bekleyen öğretmenlerin yaşadıkları buhran nasıl dinecek. Türkiye de eğitimin asıl sorunları bir tarafa atılıp yalnızca işin cafcaflı kısmı ön plana çıkartılıyor. Yapılması gereken asıl sorunlara yönelmek ve öğretmenin niteliğini arttırmaktır. Çünkü başarının yolu akıllı tahtadan değil iyi yetişmiş öğretmenden geçer. Dünya örnekleri ve eğitim tarihimizdeki başarılı modeller bunu gösteriyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Sadık Kartal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |