Tüm insanlık bir tutkudur; tutku olmadan din, tarih, romanlar, sanat, hepsi etkisiz olurdu. -Balzac |
|
||||||||||
|
Dicle gözünü açtığında sabahın güzel türküsüyle uyandı. Evleri binyıllardır kahpeliğe,zulme,acıya ve ölüme baş eğmeyen ama yorgun surların karşısındaydı. Odasındaki küçük penreceden surlara derin bir bakış atarak merhaba günaydın umudun kalesi dedi, hersabah kalktığında surlara günaydın der,akşam ise yattığında iyigeceler derdi,çünkü surlara baktıkça kendini tanıyor,kendini buluyordu ve kendini görüyordu. Surlarda onun gibi acı çekmiş ve çekiyordu,tüm tanrısal güçlerin vazgeçilmez konaklama yurduydu burası,her gelen yüreğinden bir parça koparıp gidiyordu,ama o hala dimdikti zalime inat hala başı dik ve onurluydu. Dicle daha 17 yaşındaydı ama bu yaşına kadar surların üzerine hiç çıkmamıştı,hep uzakta bakmak istiyordu,platonik bir aşktı onunkisi,surların güzelliğini ondan esen rüzgarın esintisi yüzüne vurdukça tanrıçalaşıyor,saçına dokundukça özgürleşiyordu. Surlar ve Dicle birbiriyle bütünleşiyordu. Dicle yüzünün yandığını hisetti,ayna’nın karşına geçmekten korkuyordu,eliyle yanaklarına dokuntu çok acıyordu hemen elini yanağından çekti. Dicle’nin odasındaki ayna sadece yüzünü görebilecek boyuttaydı. aynanın karşısına geçti,yüreğinde derin bir acı hissetti,gözleri dayanamayıp ağladı,Dicle’nin yüzü ve gözü mosmor olmuş ve şişmişti. O bunu hak etmemişti,o bunu hak edecek hiçbirşey yapmamıştı,birden aklına surların güzeliğini,gizemliliğini bozan yıkıp ve çümürüş taşları aklına geldi,oda şimdi öyledir,masum güzelliğini ve gizliliği bozulmuştu tahrip edilmişti. Gözlerinde yaş akmaya devam ediyordu,farkında olmadan annesi odasına gelmiş onu izliyordu. Annesi orta boylu,yüzü yılların verdiği acı ile kendini bırakmış,gözaltları yıkık bir bina gibi çökmüş,elleri ise buruşmuş bir kağıt gibi kırış kırış olmuştu,ama halen sıcacaktı yüreğinde beslediği sevgi ellerine yansıyordu,dokunduğu yerler bir cennet havası alıyordu,gözleri derin bir kuyu gibiydiler ama ışık saçıyordu o kuyuda umutsuzluk şaçan yerde gözlerinde umut akıyordu,sevkatli yüreğiyle sevgi saçıyordu. Annesi elinin sıçaklığı ile Dicle’nin uzun ve ve narin saçına dokundu. --Ne oldu kızım neden ağlıyorsun? Dicle gözlerinden akan yaşlarla annesine baktı gözleri bir kristal gibi parlıyordu,yüreği buruk ve ağır cümlerlerle konuştu. --Nasıl ağlamayım anne görmüyormusun bu yüzümün halini,ben artık küçük değilim büyüdüm,bu kaçıncı oldu. Annesi küçük kızının güzel gözlerinde akan yaşları yaşlı ve sıcak parmaklarıyla silmeye çalışıyordu. Dicle’nin kafasını yüreğine bastırdı,yüreği alev alev yanıyordu,Dicle’nin uzun saçını okşamaya başladı,bir an kendi gençliğini düşündü daha küçük yaşta görücü usulü ile evlendirilmişti,hemde hiç tanımadığı bilmediği ve görmediği biri ile evlenmişti. Mutsuz bir şekilde evlenmiş ve mutsuz bir evliliği yıllarca sürdürüyordu mecburu birakılan bir yaşam ve kölelikti onunkisi. Kızınında böyle olmasını istemiyordu ama dün akşam eşinden duyduğu bir söz ile kızının aynı kendi kaderini paylaşacanını öğrenmesi yıkmıştı onu,bu duruma karşı çıkamıyordu,tüm gücünü feodal erkeksi zihniyet alıp götürmüştü güçsüz bırakmıştı onu yaşama karşı,kendini savunamıyor ve koruyamıyordu. Eşi dün akşam. --Artık bu kızı evlendirme zamanı gelmiştir,baksana boş bıraksak Allah bilir evden kaçar şerefimizi iki paralık eder,zaten kaç gündür kulağıma vuruyorlardı amcasının oğlu memet’e vereceğiz yarın haber ver gelsinler bu işi bitsin.Sende kızla konuş haberi olsun istemiyorum gibi laflar kulağıma gelmesin senide mahfederim kızınıda. Eşi bunları bunları söylerken onun içinde volkanlar kopuyordu,kızı ile aynı kaderi paylaşacaktı,buna izin veremezdi ama yapabileceği birşey yoktu.Ve bu onu kahrediyordu. Bunu nasıl Dicle’ye söylerdi bilmiyordu Dicle bir başkasını seviyordu Dicle saklasa dair annesi bunu biliyordu kaç defa Dicle ile dolaylı yoldan durumunu anlatsa dair bir işe yaramayaacağını iyi biliyordu. Çünkü Dicle asi bir kızdı,akafasına koyduğunu yapardı,onurlu ve gururluydu,mücadele etmeyi çok severdi,babasının bukadar katı uygulamaları bile Dicle’yi durduramazdı. Ama bunu söylemek zorundaydı her ne pahasına olursa olsun. --Dicle baban dün akşam benimle konuştu. Dicle annesinin ağlamaklı bas sesinin ne anlatacağını sanki biliyordu.Ağlamayı durdurdu pür dikkat annesini dinlemeye başladı. --Baban seni amcanın oğluna verecek. Dediğinde Diclenin yüreği ağır toplarla bedeninde tarihi çalınan ve bir kara leke gibi harabeye dönen onurlu Sur’lar gibi param parça oldu. Hep bundan korkuyordu birgün gelecek tarihin tekerrür edeceğini,aynı oda arkadaşları gibi sevmediği,yüreğinin kabul etmediği bir ile yaşamını sürdüreceği korkusu ila yaşıyordu. Ama o başkasına gönül vermiş kalbi sadece biri için atıyordu,umutsuz kaldığı bu dünyada umudu olacak biri oda Fırat’ı.Fırat onun için bambaşka bir anlam ifade ediyordu,ilklerini hep onda yaşadı,ilk güzel sevgi sözcükleri,ilk bakış,ilk dokunuş,ilk sevgi kokusu ve ilk umut filizlenmesi onunla yaşadı. Dicle ve Fırat yenilenmiş,ölüm zincirini parçalamış,ihanete,yokoluşa ve zulme başkaldıran ben varım yaşıyorum diyen Bahar gibiydiler. Dicle ve Fırat yakınlaştıkça ölüm korkuyor,karanlık kendini aydınlığa teslim ediyor suskun ve umutsuz tohum toprakla bütünleşip filizleniyordu. Dicle gözleri artık aydınlığı değil karanlığı ağırlıyordu. Gözleri parıl parıl parlarken karanlık öfke kusan laneti ile gözlerindeki parlaklığı karanlığa dönüştürmüş umutsuzluk yaratıyordu.Dicle ağır ve anlaşılması zor cümlerle. --Anne ama ben başkasını seviyorum,nasıl olurda amcamoğluna eş olayım,yüreğim başkası için çarparken bana amcanoğlunu al diyorsunuz.Bu nasıl adalet hiçmi Allah korkusu yok sizde bunun vebalini nasıl verirsiniz. Annesi yüreğindeki dayanılmaz acısı ile --Kızım biliyorum biliyorum ama elimden birşey gelmez .Buralara sevgi uğramaz uğrarsa bile adı ölüm olur,barışın adı geçmez barış diyen dil koparılır. Ben senden çok küçüktüm beni evlendirdiklerinde çok mücadele ettim ama yine kazanan onlar oldu,ondan ötürü hep susuyorum. Annesinin bu sözleri onu birkez daha yıkmıştı çünkü annesine sığınmıştı ama annesine onu itti,sustu yerinde kaldı.Annesi saçında öperek odasından çıktı. Yine odasıyla başbaşaydı odasının kapısını kilitledi yatağına uzandı ve sayısız sorularla boğuşmaya daldı. Serdar ÖZDEMİR 7 Nisan 2011/Perşembe Saat:17:29
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © serdar özdemir, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |