"“Kitaplar, hayal gücünü açtırmak için yazılır; gerçek dünyayı ise çoğunlukla kahvaltıda unutursunuz.” – Mark Twain"

Ekonomik Sorunlar ve Faiz Sistemi

Ekonomik eşitsizlik ve yoksulluğun küresel bir sorun olduğu, bu sorunun temelinde faiz sisteminin yattığı anlatılıyor. Faiz, çalışmadan para kazanmayı teşvik ederek gelir dengesizliğine yol açıyor. İslam'ın faizi yasakladığı ve Kuran'ın bu konudaki açık hükümleri belirtiliyor. Metinde, faizin toplumsal ve manevi zararları vurgulanarak ekonomik adalet için alternatif yaklaşımların gerekliliği işaret ediliyor.

yazı resim

Günümüzün en büyük sorunlarından biri ekonomik eşitsizlik ve yoksulluk sorunudur. Dünya genelindeki birçok insan, açlık sınırında yaşamakta ve birçok ülke dış yardımlar olmadan varlığını sürdürememektedir. Ancak, bu yardımların yeterli olabilmesi için ülkelerin geri ödeme konusunda ciddi problemlerle karşılaşmamaları gerekmektedir. Bu problemlerin temelinde ise küresel ekonomik sistemin faiz sistemine dayalı olması yatmaktadır. Faiz, insanların çalışarak değil, para yatırarak zenginleşmeye yönlendirilmesi anlamına gelir ve bu da ekonomik denetimsizlik, gelir dengesizliği ve refah kaybı oluşturur. İslam, faiz sistemini kesin olarak yasaklamaktadır. Kuran'da faiz, sadece maddi düzeyde değil, manevi olarak da toplumu olumsuz etkileyen bir uygulama olarak tanımlanır. Bu konuda Bakara Suresi’nin 276. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “Allah ribayı azaltır ve sadakaları çoğaltır. Ve Allah günahkar inkarcıları sevmez.” (Bakara, 276). Bu ayet, faizin toplumların ekonomik yapısını bozduğunu ve toplumsal refahı olumsuz etkilediğini vurgulamaktadır. Faizli ekonomilerde servet, zenginlerin elinde yoğunlaşırken, yoksullar daha da yoksullaşır. Faiz sistemi, bireyleri üretimden uzaklaştırır ve paralarını bankada yatırarak sadece faiz kazancı sağlamaya zorlar. Bankalar, parayı başka insanlara borç vererek faiz talep ederler ve bu, emek harcamadan büyük kazançlar elde edilmesine yol açar. Örneğin, bir çiftçi 10 bin lira borç aldığında, bankalar ondan 12 bin lira talep ederler. Burada banka, çiftçinin emeğinden kazanç sağlamaktadır. Bu durum, toplumda ciddi bir gelir uçurumu oluşturur ve ekonomik eşitsizliği pekiştirir. Bazı kesimler, faizsiz bankacılıkla ilgili çeşitli yaklaşımlar geliştirmiştir. Ancak katılım bankacılığı gibi uygulamalar, faiz sisteminin bir çeşidi olarak işlev görmekte ve sadece ismen faizden kaçılmaktadır. Geleneksel bankacılıkta olduğu gibi, faizsiz bankacılıkta da banka, parayı kullanarak bir kazanç sağlar ve genellikle toplumsal eşitsizlikleri pekiştiren sistemleri devam ettirir. Bunun yanında, “katılım bankacılığı” gibi uygulamalar, aslında finansal faizin gizlendiği başka bir biçimdir. Kuran’daki hükümler, sadece teorik değil, pratikte de adaletli ve helal kazancı teşvik etmektedir. İslam, faizden uzak durmayı, helal kazancın peşinden gitmeyi ve dürüstçe çalışarak kazanmayı öğütler. Kuran, insanları sadece maddi kazanç için değil, manevi kazanç için de çalışmaya teşvik eder. Faiz, insanları üretim yapmaktan ziyade kolay yoldan kazanç sağlamaya iter ve bu da toplumda adaletsizliğe yol açar. İşte Kuran’dan bir diğer önemli ayet de Bakara Suresi’nin 275. ayetidir: "Riba yiyenler kalkamazlar ancak şeytanın çarptığı kimse gibi kalkarlar bu onların şüphesiz alım satımda riba gibidir demelerindendir. Allah alım satımı helal ribayı haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de vazgeçerse geçmişteki onundur. Ve işi de Allah'a kalmıştır. Ve kim dönerse onlar ateş halkıdır. Orada ebedi kalacaklardır." (Bakara, 275). Bu ayet, faizli kazançların duygusal ve toplumsal açıdan da büyük zararlara yol açtığını ifade etmektedir. Faiz, sadece bir ekonomik uygulama değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı bozan bir sistemdir. Çünkü faizli ekonomik sistemler, zenginleri daha da zenginleştirirken, yoksulları daha da yoksullaştırır. Bankalar ve finansal kuruluşlar, faizle kazanç elde ederken, gerçek üretim ve ticaret yerine parayı sadece bankada tutma yoluna gitmektedir. Bu da ekonomik krizlere zemin hazırlar, enflasyon ve hayat pahalılığını artırır. İslam’da helal kazanç elde etmek için, kar-zarar ortaklığı esasına dayanan ve faiz içermeyen bir sistem önerilmektedir. Bu, toplumda ekonomik denetimsizliğin ortadan kaldırılması ve adil bir gelir dağılımının sağlanması için önemli bir adımdır. İslam’ın önerdiği bu sistem, insanların sadece kendi kazançlarıyla değil, aynı zamanda toplum için fayda sağlayacak şekilde çalışmalarını teşvik eder. Bu noktada, işgücüyle kazanmanın gerekliliği vurgulanır. Riba kelimesi Arapça "r-b-w" kökünden türemiştir ve genel olarak "artmak, çoğalmak, büyümek" anlamına gelir. Klasik Arapçada ribâ, herhangi bir artış ya da fazlalık anlamında kullanılmıştır. Fakat zamanla anlamından uzaklaştırılarak sadece faiz olarak yorumlanmıştır. Ancak riba, haksız kazanç sağlamak amacıyla yapılan her türlü ekonomik işlemi tanımlar tefecilik ve aldatıcı ticaret uygulamaları da faizle aynı şekilde haram kabul edilmiştir. Konu bu olmadığı için buna girmedim. Günümüzün modern finansal sistemleri, faizi açıkça belirtmeden, dolaylı ve gizli şekillerde uygulamaya devam etmektedir. Bu durum, faizin yasaklanmasına rağmen sistemin ruhunu koruyarak işlemesine neden olmaktadır. Kur’an’da yasaklanan riba, yalnızca açık faiz değil, aynı zamanda haksız kazanca dayanan tüm ekonomik ilişkileri kapsamaktadır. Birçok tüketici, kredi kartı veya taksitli ödeme sistemleri üzerinden faizle borçlandırılmaktadır. İlk bakışta alım-satım işlemi gibi görünse de, ödeme süresinin uzatılması karşılığında fazladan alınan bedel, riba hükmündedir. Kur’an, alım satımı helal, ribayı haram kılmıştır (Bakara 2:275). Ancak modern finans sisteminde bu sınırlar bulanıklaştırılmıştır. Örneğin, “vade farkı” adı altında tahsil edilen ek ücretler, gizli faizdir. Bu yöntemle hem satıcı hem de finans kuruluşu, parayı erken vermeyip fazlasını talep ederek riba işlemiş olur. Faizin bir başka yaygınlaştığı alan da konut ve araç kredileridir. İnsanlar, ev sahibi olabilmek için yıllarca borç ödemek zorunda kalmakta, faize dayalı sistem nedeniyle ödedikleri toplam miktar, alınan malın birkaç katını bulmaktadır. Bu sistemde bankalar, taşın altına elini koymadan, hiçbir üretim faaliyetine katılmadan büyük kazançlar sağlamakta ve zengin, hiçbir emek vermeden yoksulun emeğini sömürmektedir. Katılım bankacılığı, yüzeyde faizsiz gibi görünse de uygulamada aynı sonucu doğuran yöntemler kullanmaktadır. “Kâr payı” adı altında alınan getiri, çoğu zaman önceden belirlenmekte ve garantili kazanç sağlamaktadır. Oysa Kur’an’da meşru kazanç ancak emekle ve riskle mümkündür. Garantili getiri, gerçek ticaretten çok faiz mantığına dayanır. Katılım bankacılığında gizli faiz bulunmaktadır. Bu durum, sistemin teoride faizsiz olmasına rağmen pratikte çeşitli şekillerde faize benzer gelirlerin elde edilmesiyle ortaya çıkar. Katılım bankacılığı sisteminde müşteri, bankaya parasını “yatırım” niyetiyle verir ve banka bu parayı ticari faaliyetlerde kullanarak elde edilen kârı müşteriye dağıtır. Ancak uygulamada bankalar genellikle önceden tahmin edilen kâr oranlarını müşterilere vaat ederler. Gerçek zarar durumunda bile, müşteri zarar etmez, çünkü banka kâr-zarar paylaşımı yerine garantili getiri sunar. Bu durum, klasik faiz sistemine benzer: “Ne olursa olsun parana para katılıyor.” Katılım bankaları kredi vermez, onun yerine malı alıp satar gibi yaparlar. Banka, bir malı alıp müşteriye vadeli ve kâr eklenmiş fiyatla satar. Ancak çoğu zaman banka o malı hiç görmez, eline almaz, işlem sadece kağıt üstündedir. Bu, aslında faizli krediye kılıf geçirilmiş hâldir. Katılım bankaları, faizli bankalarla rekabet etmek zorunda kaldıklarında mevduat sahiplerine faiz oranlarına yakın getiri sözü verirler. Böylece "kâr payı", aslında faize endeksli bir getiriye dönüşür. Kur’an’da yasaklanan şey, ribanın (artışlı borç verme) sistemidir. Eğer bir kişi parasını verip riske girmeden, sadece zaman karşılığı kesin kazanç elde ediyorsa, bu faizdir. Katılım bankacılığı eğer riski paylaşmıyor, zarar etmiyorsa ve her hâlükârda getiri sağlıyorsa, bu da adı değişmiş faizdir. Dolayısıyla bu tür yapılar da riba kapsamına girmektedir. Vadeli hesaplar yani bankaya yatırılan para karşılığında alınan “faiz” açıkça riba kapsamındadır. Ancak günümüzde bu sistem normalleştirilmiş ve hatta “tasarruf” adı altında meşrulaştırılmıştır. Bir kimse, parayı çalıştırmadan, riske girmeden sadece yatırarak gelir elde ediyorsa, bu sistem doğrudan Allah’ın haram kıldığı riba sistemidir. Bu da üretim yerine durağanlığı ve tembelliği teşvik eder. Faiz geliriyle geçinen birey, toplumun emek ve üretim dinamiklerine katılmadan lüks içinde yaşarken, üretici ise geçinmekte zorlanır. Devletlerin iç ve dış borçlanmaları da faizli sistemin bir parçasıdır. Devlet tahvilleri, yatırımcılara belirli bir vade sonunda faizli getiri sağlar. Bu sistemle devletler, halk adına borçlanır ve ödenen faizler de vergi yoluyla halktan tahsil edilir. Yani riba, sadece bireyler arasında değil, toplum ölçeğinde de işlemektedir. Bu durum, halkın emeğinin sistematik olarak sömürülmesine yol açar. Günümüzde zorunlu hale gelen birçok sigorta sistemi, faizli yatırımlarla fonlarını değerlendirmektedir. Sigorta şirketleri, topladıkları primleri faizli piyasalarda işleterek kâr elde eder. Bu da sigorta sistemini dolaylı olarak riba sistemine bağımlı hale getirir. Ancak bu durum dolar, altın vs için geçerli değildir. Çünkü riba, en genel anlamıyla belirli bir zaman karşılığında, risksiz ve garantili bir artış anlamına gelir. Bu hem borç işlemlerinde hem de bazı ticari işlemlerde olabilir. Dolar, altın ya da döviz alınıp anında ödeniyorsa, bu bir tür ticaret sayılır. Kur farkı nedeniyle kâr edilmesi riba değil, meşru kazançtır. Bu durum, “alım-satım helaldir” hükmüne girer. Ancak eğer kişi bugün 1000 dolar alıyor ama ödemeyi vadeyle ve fazlasıyla yapıyorsa (örneğin 1100 dolar ödeme taahhüdü varsa), bu faize benzer. Çünkü ortada bir zaman karşılığı artış vardır. Bu işlem riba kapsamına girebilir. Kur’an’a göre esas haram olan, zaman karşılığı riskten bağımsız kazanç ve zorunlu durumlarda haksız kazançtır. Dolayısıyla altını da ticaret niyetiyle, serbest kurdan, peşin alıp satmak Kur’an’a göre haram değildir. Örneğin bugün 50 doları 1937 liraya alıp 1 ay sonra yükselmesi sebebiyle 1950 liraya sattınız. Bu durum faiz kapsamına girmez. Çünkü burada:
- Mal alımı (dolar) yapılmıştır.
- Alım peşin ve karşılıklı rızayla gerçekleşmiştir.
- Kazanç, kur farkından (serbest piyasa değeri değişiminden) doğmuştur.
- Arada vadeli borç veya zaman karşılığı garantili artış yoktur. Bu işlem normal bir ticaret işlemidir, Kur’an’ın “Allah alım-satımı helal, ribayı haram kılmıştır” (Bakara 275) hükmü çerçevesinde meşrudur. Butada ne vadeli borç ilişkisi var, ne garantili getiri, ne de zaman karşılığı faiz. Sadece mal (döviz) değer kazanmış ve al-sat farkından kazanç elde edilmiştir. Bu da aynen altın, arsa, domates, telefon ticareti gibi meşru bir ticarettir. Kur farkından doğan kâr, eğer manipülasyon veya spekülasyon yoksa, Kur’an’a göre meşrudur. Ancak vadeli, garantili, risksiz kazanç sağlayan sistemler – döviz/altın bile olsa – Kur’an’daki riba yasağına aykırıdır. Bireysel emeklilik sistemiyse (BES) hangi emeklilik fonunun seçildiğine, sistemin nasıl işlediğine ve yatırımın hangi ilkelere göre değerlendirildiğine göre faiz içerebilir veya içermeyebilir. BES sisteminde katılımcı her ay belirli bir para yatırır. Bu para, fonlarda değerlendirilir (hisse senedi, tahvil, mevduat vs.). Devlette %30 katkı verir (belli şartlarla alınabilir). Emeklilik yaşı gelince toplu veya aylık ödeme alınır. Çoğu kişi bireysel emeklilik sistemine girerken: Hangi fona yatırım yapıldığını bilmez. Parası genellikle devlet tahvili, hazine bonosu, mevduat gibi faizli enstrümanlarda değerlendirilir. Getiri oranı zamanla sabitlenir, garantili gibi sunulur. Bu durumda sistemin işleyişi: “Zamana bağlı, risksiz artış” = Kur’an’daki riba tanımıyla örtüşür. Birçok BES fonu, parayı faizli tahvil, hazine bonosu veya mevduat gibi araçlara yatırır. Bu durumda, kazancın kaynağı zaman karşılığı sabit kazançtır = ribadır. Faizli bireysel emeklilik sisteminde müşteri, bankaya parasını yatırır. Banka "kâr-zarar ortaklığı" der ama hep kâr dağıtılır, zarar neredeyse hiç yoktur. Müşteri vadeli hesap açarken önceden getiri oranı tahmin edilir neredeyse sabittir. Bu durum, klasik bankalardaki faiz oranının başka adla sunulmasıdır. Yani: Adı “kâr payı”, özü “faiz”. Bazı BES şirketleri, katılım esaslı fonlar sunar (örneğin “Katılım Emeklilik” gibi). Bu fonlar: Faizli enstrümanlara yatırım yapmaz. Hisse senedi, kira sertifikası, altın gibi meşru (faizsiz) araçlara yatırım yapar. Bu durumda sistem faiz içermez. Faizsiz BES fonları sadece: Katılım esaslı hisse senetleri, Kira sertifikaları (sukuk), Altın, gümüş, emtia, Faizsiz girişim sermayesi gibi araçlara yatırım yapar. Eğer kişi sadece bu fonlara girerse: Getiri garanti edilmez, zarar da edilebilir. Para ticaret ve risk ile değerlenir. Bu durumda Kur’an’a göre faiz içermez, meşru kazançtır. Devletin %30 katkısı doğrudan faiz değildir, bir tür teşviktir. Ancak kişinin birikimi faizli sistemde işletiliyorsa, o katkı da faizle kirlenmiş olur. Katılım esaslı sistemde ise, devlet katkısı helal kazanca eklenmiş olur. Kur’an, riba’yı (zaman karşılığı artışı) yasaklar (Bakara 275, 279). Ama emek, risk ve ticarete dayalı artış helaldir. BES, nasıl değerlendirildiğine göre:
- Faizli ise: riba kapsamındadır.
- Katılım esaslı ise: meşru ve helaldir.
- Yani kişi faizsiz, katılım esaslı fonu seçerse,
- Paranın değerlendirildiği araçları kontrol ederse,
- Ve sistemdeki işlemleri şeffaf takip ederse bu sistemden helal şekilde yararlanabilir.
Sonuç olarak, İslam’ın faizle ilgili yasakları, sadece ekonomik kazançlarla sınırlı kalmayıp, toplumsal adaletsizliği de ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. İslam’da ticaretin dürüst ve şeffaf olması, insanların birbirine zarar vermemesi temel bir prensiptir. Faizli ekonomik sistemler, toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliği artırırken, faizsiz ve adil bir ekonomik model, toplumda bereketin artmasına ve sosyal adaletin sağlanmasına olanak tanır. Bu nedenle, ekonomik sistemlerdeki adaletsizlikleri ortadan kaldırmak ve Allah’ın buyruklarına uygun bir ekonomik model oluşturmak ancak faizsiz bir ekonomiyle mümkün olacaktır.

Yorumlar

Başa Dön