Gözyaşları Büyümez
Geleceğini hissederim derinden, / Sızlatırsın burnumun direğini, / Acıtırsın duygu
"İnsanlık, bu sabahki kahvemi bile hak etmiyor." - Dorothy Parker"
"İnsanlık, bu sabahki kahvemi bile hak etmiyor." - Dorothy Parker"
Geleceğini hissederim derinden, / Sızlatırsın burnumun direğini, / Acıtırsın duygu
Spikerler, ellerindeki haberlerin kasvetinden midir nedir yas evinden sesleniyor gibiler karşımızda. Birbiri ardına dizilmiş haberleri izlerken her defasında Aman Allahım! diyorsunuz Dünya felç, çözümler kangren, uzlaşma yolları tıkalı, önümüzde koca koca taşlar, kanamaya devam eden ve bir türlü kapanmayan yaralar. Hey doktor! Pardon sayın spiker yoksa topluca ölüyor
Kristal şekerlik, koca bir yıl özlemini çektiği rengârenk şekerlerine kavuşmanın tatlı sarhoşluğunda büfede yerini almıştı. Gümüş tabak da aynı yerde pırıl pırıl parlıyor sanki "ben de beyaz bademlerimle sütlü çikolatalarımla buradayım" der gibiydi. Hemen yanı başında arzı endam eden desenli antika kolonya şişesi ise limon ferahlığını üç gün
"Ruhumuzda iki farklı saksıda, aynı topraklar kullanılarak ekilmiş iki bitki yetiştirdiğimizi varsayalım. Bitkiler ışık, su ve sevgi ile beslenir ve büyürler değil mi? Biz dert çiçeğimizi karanlıkta bırakacağız ve gözyaşlarımızla sulamayacağız. İlgilenmedikçe, üzerinde durmadıkça üzüntümüzün kaynağında ne varsa gün be gün solacak. Belli bir zaman sonra dertlerimizin kuruduğunu
"Doktor Bey, neden bu ses kulak zarımda infilak etmiyor! İçeride su toplayıp iltihaplanmıyor ya da tıkanmıyor. Of Allah'ım of insanın kulağında aynı cümleyle dolaşması ne kadar da asap bozucu! Hayatımdan çıkardım ama maalesef sesi bende kaldı. Gitmiyor sanki yatıya kaldı."
\- Kesinlikle öyle. Ruhu dingin tutacak, bedene terk ettirmeyeceksin. Bedene dil öğretip, ruhu ilim ve bilime sevk edeceksin. Ruh ve beden sağlığı taramasından geçirteceksin.
\- Bu kadarı da fazla ama ne bu! Göz, diş, sınav kağıdı taraması gibi.
-
Rüzgâr, bir reanimasyon hemşiresi edasıyla canıma can katıyordu. İçinde biriktirdiği havayı cömertçe dışarıya veriyordu. Tertemiz havayı; insanın teninde, saçında, içinde hissetmesinden güzel ne olabilirdi ki. Rüzgâr gelmiş hoş gelmiş safalar getirmiş diyordum ama biraz daha beklersem pencere ile camın macuna kıydırdığı nikahtan tek celsede boşanacağını düşünerek ayağa kalkmış
Güneş terini dökmüş sanki o güzel yüzüne, / Bulutların gölgesi mi var yoksa
Gülbahar'ın korktuğu soru gelmişti. Sanki kelimeler çile olmuş, harfler birbirine dolaşmış gibiydi. Dilinin ucunda çözebilse cevabını verecekti ama bir türlü olmuyordu. Duyguları ıslanmış da düşünceleri ondan okunmuyor gibiydi.
Giyinmişim altın sarısı güneşi esmer tenime, / Çekmişim şiir gibi havayı gözüm kapalı
Zaman; nabzımın üzerinde gençlik diye atıyordu vaktin birinde, / Ama çocukluk muydu neydi,
Toprak serperken acısının üstüne kürek kürek, / Derinlerden gelen bir ses "ölmedim ki
Gülüşlerine isabet ediyor tek tek kurşunlar, / Ama inatla yaşatıyor içindeki mutluluğu,
Duygusallık nedir? Kimler duygusal statüsünün içine girer? Duygularını; ulu orta, herkesle paylaşan daha mı duygusaldır? Duygusunu ruhunun derinliklerinde bir sır gibi saklayan duygusuz mudur? Yoksa duygusallık; gözden doğup, kirpiklerden süzülüp, bir kolu şakaklardan diğer kolu burun kenarlarından akıp, yürekte çağlayan, his dünyası haritamızdaki bir nehrin ismi midir? Veya
Gökyüzünde merasim var gibi bugün, / Bulutlar en temiz giysilerini giymişler,
Ey ömür; sana ben bir ömür biçmedim, / Ne idiysen onu giydim hiç
Gün yorgunluğunu attı yine, / Simsiyah yüzünden düşen, / Bin
Dudakların gerisindeki saklı kent gibidir sözcükler. Tek heceden tutun çok heceye kadar ne çok anlam yükler yapısına. Her biri dilde veya kâğıtta can bulmadıkça ölü gibidir. Yaşatmak, insanoğlunun dilinde veya kalem tutan elindedir.
Keşke; vicdan, merhamet ve sevgi noksanlığı olan insanlar hiç bir zaman anne veya baba olamasalar. Hatta annelik unvanı, kişilere ehliyet gibi bir belge karşılığı verilse. Küçücük yavruların gördüğü eziyetler, işkenceler, ölümler ve acıları görünce böyle bir düşünce geçti zihnimden.
Kimi kaleminin ucunda, kimi sazının telinde, kimi düşüncelerinde yaşar. Yazabilen şiire, romana, besteleyebilen notaya, kimi de yastığına döker içini.
Halkla İlişkiler mezunuyum. Devlet memuru emeklisiyim. 2 evlat sahibiyim. Ankara'da yasiyorum. Bir Oyku Kadar Kisa Bir Roman Kadar Derin Hayatlar isimli oyku kitabinin yazariyim.
1966 doğumluyum. Ankara'da ikâmet ediyorum. Resmi bir devlet kuruluşunda dokümantasyon hazırlama uzmanı olarak görev yaptım. Emekli olduğum gün kendimi kalem elimde buldum. Meğer ben yazmak için doğmuşum.
Ankara
Samimiyet ve doğallık içinde olduğum her alanda en önem verdiğim unsur olmuştur. Ruh; yüreğe, yürek dile akar. Bir de kâğıda dökülenler vardır. Paylaşmak için buradayım.
Orhan Veli KANIK, Reşat Nuri GÜLTEKİN, Anton Çehov
Kerem Eksen