Sevgi dünyadaki yaşam ırmağıdır. -Henry Ward Beecher |
|
||||||||||
|
Sen şimdi çalışıyorsun. Oysa yağmur alabildiğine derin, alabildiğine uçsuz bucaksız. Düşmansız gülüşmeler arasındasın fakat yağlı bir el gibi hepsi. Sen şimdi bilmezsin çalışıyorsun. Konuşmuyor, düşünmüyor, çalışıyorsun. Hayatını mahvediyorsun, bunu ve öteki düşünceleri de biliyorsun, fakat bilmezsin işte. Yağmur, yağmurun alabildiğine düşkün bu gün. Yalnızsın. Bunu bilmekten, farkında olmaktan nefret ediyorsun. Oysa yaşadığın şey, adına hayat dedikleri bu it dalaşı, senin için yeni bir şey koymayacak ortaya. Ve sen! Belin bükülünceye kadar sabredeceksin. Niye? Hayır. Ağlama. Gözyaşların yok. Ağlama. Yağmur yağar, alışkanlıkların mesela, hani yaşamak dediğin, nefes alıp vermen gibi itici alışkanlıkların azar. Oysa şimdi. Sen kendinde değilsin, kendin dışarıda bir yerlerde. Sokakta mesela, sırılsıklam, yalnız, düşünceli. Aklın mutluluğu soruyor, aklın birçok şey için mutluluğunu soruyor. Sokaktaki sen yavaş yavaş hareket ediyor, aklın orada, benliğin orada, ruhun sarhoş olup öyle gidecek. Sen. Kararlıydın? Yorgundun? Yıkanmıştın? Islaktın? Korkaktın? Umursamazdın? Ne oldu? Ne değişti? Neyi kaybettin? Hangi savaşa son verdin ya da hangi cepheyi terk ettin bir gece yarısı? Şimdi yağmur yağıyor. Farkındasın. Hissediyorsun. Şehir kaybetti, şehir düştü, kediler isyanda, insanlar toza bulanmış. Şehir kaybetti. Sana söyledi bunu. Yine böyle yağmurlu bir gece yarısı karanlık bir telefon kulübesinde. Dinledin, ağladın. Şehir sustu. Şehir çekildi kendi içine. Gölge. Soruların içindesin. Çok aradım seni. Önce boş parklara uğradım sonra terk edilmiş sokaklara. Yoktun. Varlığın zaten kendini inkar içindeyken intiharı düşlüyordun. Nasıl olsa diyordun o akşam üstü, yağmurun bir gölgeye ihtiyacı yoktur. Olmayacaktı da. Nasıl sinirlenirdim böylesi mahkumluğa. Sense bana bakar susardın. Özledim. Şimdi nerelerdesin? Sokaklar, mahalleler, odaların, apartmanların, kahvehanelerin ve sigara dumanlarının arasında da yoksun. Oysa ne severdik böyle zehirlenmeleri. Şehrin kötü sözlerini ansızın nasıl da çekerdik içimize. Yoksun. Biliyorum olmayacaksın. Olmadın da. Ben olmayan bir şeyi arıyorum. Dışımdasın, şimdi onlar bizi kötüleyecekler. Oysa ben sen olmadan çekemem tüm zehri. Ölmeliyim… Hayır. Kızma bana. Şehir. Ben. Ölüp dirilen, daima bir şeyleri unutan ya da daima bir şeylerin unuttuğu… Deliler ve kedilerin büyüttüğü küçük bir çocuk gibiydim. Bir zamanlar… Eski öykülerde kendimi anlattığım sözgelimi cansız sokaklarda şarkılar söylediğim, derin derin uğuldadığım o narin özgürlükler içindeki ben. Öldüm biliyor musun? Bir gölge için. Karanlığına koşsun diye, güneşin kahreden esirliğinden kurtulsun diye. Şimdi öldüm. Şimdi yok oldum. Birileri. Bilmediğin ve bildiğim birileri, gelip vurdular beni. Ben olmasaydım, çekilmeseydim, gölge gidecekti. Gölge. Zahirdeki gizem. Seviyorum seni. İyi ki öldüm… Gece. Güneşi sorma bana. Gölgeni o öldürdü. Orospu çocuğu günün bir yarısı, ihanetle uyanan varlıklar yok etti. Bana asla güneşi sorma, ay ihanetler içinde, ben sessizim. Gizemlerim dağıldı, gizlerim benden özge… Bana güneşi, sorma ne olursun. Şimdi sana vereceğim tek şey rüyaların. Ben de şehrin ardından gideceğim. Kutsadığın çöplükleri katık edip heybeme… İyimsersin. Hayır. Hani bir gece… Hatırla. Elindeki küçücük kibritin ateşi ile yok etmek istemiştin beni. Acıma. Bütün bedenim o kibritin ucunda, vur. Öleyim. Sadece titrerim. Belki yağmur yağar. Küllerimi alır gider ötelere. Sakın. Ne olursun acıma. Şehrin peşinden gitmeliyim. Bekliyorum seni. Biliyorum. Eski bir düşsün sen. Eski bir çöl mesela. Bin defa kurudun, bir defada yok et beni. Bekliyorum gölgenin sahibi. İçimde artık ne olur dolaşma. Kör bir sokak bul. Küfürlü bir duvar. Eski yazılardan, eski anlarımdan ne kaldı geriye? Gel ne olur. Çak kibriti ve yok say beni. Çık içimden yeter. Rüyalarını al. Rüyalarını topla bedenimden. Git. İçime bırak ateşi, yavaş yavaş yanıp yok olayım. Bırak kendi halime. Belki rüzgar gelir, belki şehir geri döner… Ne olur güneşi sorma bana. Ne olur yak ateşi ve git. Yol. Bilirim. Gerçeğin uzağısın. Madem öyle… Her Şey… Gecenin içinde bir adam, karanlığın atar damarında, alnında küflü bir karanlık, anılar yanmış, kavrulmuş umutlar, dudaklar susuz, gözleri yarı yarıya beyaza kör, ellerde eskiden kalma bir kağıt, yüzyıllık anımsayışlar, kelimeleri yorgun, dilinde küfürlerin rehin bırakılmışları, kulağında yeni çığlıklar… Gecenin karşısında bir gölge, bedeni ak kanlara bulanmış, diz çökmüş vurulduğu yere, elleri sahipsiz, aklı güçsüz, nefesi kesik, saçları uzamış, arkası sıra uzanmış karanlık elbisesi… Gecenin karşısında birileri… Yağmur. Unutulmuşlar ve tek başına bırakılmışlar adına… Sen hep tekildin. Her parçan saydam, acıyı sonuna kadar geçirgen kılan sıvı bir yoksunluktu. Ama kimse umursamadı bunu. Kimse fark etmedi. Gülerdin bazen de. Böylesi suskunluğun çaresi gülmek derdin. Acemiceydi belki ama gülerdin işte. Bazen de kükrerdin dünyana. Onlar bunu bilmez kaçardı senden. Sense onların peşinde parça parça düşerdin yeryüzlerine… Ama soğuksun. Yoklukların arasında öyle bekliyorsun ki çıldırmayı, öyle özledin ki kurak toprakları, uzun beyaz kumsalları, çocuk sevinçlerini, öyle çekiyor ki canın; yalnız sokak lambalarını dövmeyi, öyle özlem duyuyorsun ki geniş yaylalara inmeyi. Ama soğuksun, biliyordun. Ne zaman böyle olsa kendin olamazdın. Bense aynanın karşısında seni bekliyordum. Bir gelsen diyordum, bir gülsen, kırıp parçalayacaktım kendimi, aynanın karşısındaydım, üzerime uzandığın ceket vardı dizlerimde. Her şey kahrolasıca bir düzen içerisindeydi, her şey seni beklerken kendi kaosunu düzene sokmuştu ve ben böyle bir yerde, bilirsin, yağmur, nefes alamıyordum. Gelmedin! Ölüyor gibiyim! Çok da soğuksun! Ceketim kupkuru, aklım çöl gibi, belleğim paramparça, saçlarım ölü, gelsen gülerdim. Gelsen çiçekleri ve böcekleri ya da bütün dünyayı, dünyanı mesela yeniden sevebilirdim. Şimdi kan damlatıyorum pervazıma, gözlerimden aşağı beynimin derinliklerinden boşalan bir ruh ile kırmızıya boyuyorum çölümü. Elimde yokluğundan kalma kara bir namlu ile boşluklar yaratıyorum zihnimin içinde. Ya gelirsin yahut gelseydin, içimde çiçekler büyütürüm, ya gelmezsin yahut gelmedin; boşluğa bir kıvılcım atar giderim… Sonrası. Sonrası falan filan işte, sonrası alışkanlıklarımız…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © niyazi bircan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |