Yalnızlık güzel birşey, ama birilerinin yanınıza gelip yalnızlığın güzel birşey olduğunu söylemesi gerekir. -Balzac |
|
||||||||||
|
Çöl… Bedevi özgürlük… Kum tanelerinin arasında savrulan bir yanık gözyaşı,bir derin “ya leyli” değil mi hayat.. Çöl kadar ölü ve sessiz,çölde batan gün kadar dingin,çöl kadar kımıltısız… Çöl kadar öfkeli ve acımasız değil mi… Bir o kadar derin… Çöl gecesi kadar gizemli değil mi aşk,öylesine yıldız sağanağı… Ve ay kadar aydınlık… Kum taneleri gibi savrularak yaşardı orada insan.Yüzyıllar önceydi.Cahiliye adı verilen zamanlardı.Mekke’yi çevreleyen yüzlerce kabile,belirli zamanlarda Kâbe’ye gelip,orada duran kendi putlarına tapınır,bayram ederdi.Şiir yarışmaları yapılır.Beğenilen şiirler Kâbe duvarlarına asılırdı.Delikanlılar sokakta genç kızlara laf atacakları zaman,bir şairin adını söyler,böylece o şairin en ünlü dizesini söylemiş olurlardı.Genç kızlar,adı anılan şairin o dizesini anında bilirdi çünkü.Onlar da aynı yolla,bir şairin adını söyleyerek yanıt verirlerdi âşıklarına.Saray şairleri kasidenin bütün incelikleriyle şehirli şiirler yazarlardı.Çöl şairleri ise başlı başına,fırtınalı yaşamlarıyla birer serüvenciydi çöl ahalisi arasında. Akîmû benî ummî sudûra matıyyikum fe'innî ilâ kavmin sivâkum le-emyelu ('Ey anamın oğulları! Yola hazırlayın bineklerinizi Bensiz gidin, çünkü başka bir oymaktadır benim gönlüm') dizelerinin şairi, Ezd kabilesinden eş-Şanfara'dır.Çöl yaşamının,insanlıktan uzak bedevi yaşam biçiminin tipik temsilcisi eş-Şanfara..Kitaplarda söylenir ki:” Çocukluğunda esir alınmış ve Salamân kabilesi tarafından büyütülmüştü. Sonraları, işlediği bir suç dolayısıyla kendisinin o kabileden olmadığını anlayınca, onlardan öç almaya yemin etmiş ve onları öldürmek için birçok kez teşebbüste bulunmuştu. Ümidini yitirince, kabile ile olan bütün bağlarını koparıp, herhangi bir kabilenin himayesine girmek yerine, çölde dolaşmaya başlamış ve orada maceradan maceraya sürüklenmiştir. Ünlü şiirinde karşılaştığı tehlikeleri anlatmaktadır: Kurt, sırtlan ve panterler arasında açlık, mahrumiyet ve tabiatın sertliklerinden neler çektiğini; bütün bunlara rağmen 'kadınları dul ve çocukları da yetim bırakarak' bu macera dolu hayatını nasıl devam ettirdiğini anlatmaktadır. Anlatıya göre, Salamân kabilesinden 100 kişiyi öldürmek için şerefi üzerine yemin etmişti: Ancak 99 kişiyi öldürdükten sonra kabile tarafından yakalanarak öldürülmüştü. Rivayete göre yere konan kafasına sert bir tekme atan düşmanlardan birisinin ayağı tehlikeli bir biçimde yaralanmış ve aldığı yaradan ötürü de ölmüştü. Böylece eş-Şanfara, ölümünden sonra yüzüncü kişiyi de öldürmekle yeminini yerine getirmiş oluyordu.”. Şairler aynı zamanda çöl yaşamının içinde dolaşan,hatta yağmalara katılan kişilerdi.Serüvenleri zamandan zamana,diyardan diyara anlatılırdı. Saray şairlerine gelince,prenslerin,soyluların gözüne girmek için Arap şiirinin tüm incelikleriyle dizeler döktürenler çoktu tabii.Ama bilindik anlamda yalakalık şairleri olarak kalıplaştırmak olanaksız onları.Net çizgilerle ayrılmış değil çöl ve saray şairleri. Şiir yarışmaları yapılırdı.İşte o yarışmalarda en çok beğenilip de Kabe’nın duvarlarına asılan yedi şair ve “Muallakat-ül Saba”(Yedi Askı) denilen şiirleri,zamanımıza kadar gelmiştir. Muallakat-ül Saba şairleri içinde anılmadan geçilmeyecek olan IMRU'L-KAYS, bende apayrı bir yere sahiptir. Güney Arabistan kabilelerinden Kinde'ye mensup; Yemenin eski kralları soyundan gelen IMRU'L-KAYS… “IMRU'L-KAYS İBN HUCR (Ö. yaklaşık 540) bulunmaktadır. Büyükbabası Haris, Kinde kabilesinin reisi olup Orta ve Kuzey Arabistan kabileleri ittifakını kontrolü altına almıştı. Gassânî ve Lahmî prenslerinin güçlü bir rakibiydi: VI. yüzyılın başında Irak'a girip Hıra Kralı III. Munzir'i tahttan indirmiş ve Hira'yı bir süre yönetmişti. Hâris'in ölümünden sonra kabileler arasındaki güçlü ittifak dağılmış ve oğlu (İmru'l-Kays'ın babası) Hucr, sadece Orta Arabistan kabilesi olan Benû Esed'i yönetimi altında tutabilmiştir.Rivayete göre Kral Hucr, oğlu maceracı prens şairi sarayından kovmuş, böylece genç prens, sürekli, bir kabileden diğerine gitmek suretiyle derbeder bir yaşam sürmeye başlamış, bu yüzden el-melik ed-dıllîl ('yolunu şaşıran kral') diye lakaplandırılmıştır. Çöl ki, ne geceler leylayı Leyla etmiş,Mecnun’un narına yakmış Ne Kays’lar Mecnun olmuş da çöllere düşmüştür Aşkı da bir başka türlüdür çölün Rüzgarı da yakıcıdır Kaysı Mecnun eden çöl yaşamı içinde,bir deli ozandır İmru’l Kays.Göğü açık bir risaledir çölün,yeri sonsuz bir serüven deryası.Oradan oraya savrulan kum zerresidir şair.İşte bu gezginci,çölü,saraya yeğlemiş yaşamın bir yerinde,babasına karşı bir ayaklanma olur İmru’l Kays’ın.Babası bir hain hançerle göçer gider bu dünyadan. Kabarır İmru’l Kays’ın Arap damarı,öç yollarına düşer. Ancak, isyancıları Hıra Kralı Munzir himaye edince,intikam alması kolay olmayacaktır Yurtsuz Kral’ın.İ.Ö.530 yıllarıdır,Yurtsuz Kral,Bizans’a kadar gider,kendisini iyi karşılayan Bizans İmparatorundan,intikamını alması yolunda yardım sözü alır.Gerçekten de,ilginçtir onun yaşamı.Önce sarayları terk edip,sonsuz şiirle buluşmaya gittiği çöl,sonra intikam sözü için düşülen uzun yollar,yolculuklar.Yaşlanmış olmalıdır.Aslında kendi olanları için kullanmaktır niyeti İmparatorun, İmru’l Kays’ı. onu Filistin eyaletine geçici vali olarak atamıştır. Şair, oraya giderken Ankara'da aniden ölmüştür. Raviler şöyle rivayet ederler ki,İmparator, kızına âşık olduğu için İmru'l-kays'a zehirli bir elbise armağan ederek, onu öldürmüştür. “Bu mutsuz prensin şiirleri, macera dolu yaşamını doğru bir biçimde yansıtmaktadır. Maceralarını dile getirirken, tabiat olaylarını betimlemedeki ve aşkın incelikle anlatmadaki becerisini göstermek için önemli fırsatlar elde etmiştir. Cahiliyle dönemi Arap şiirinin en önemli temsilcisi olmakla ün yapmıştır. En tanınmış kasidesi şöyle başlar: Kıfâ nebki nün zikrâ habîbin ve-menzili bi-Sıkti'l-Iivâ beyne'd-Dehûli fe-Havmeli ('Dehûl ve Havmel arasında, Sıktu'l-livâ'da Durunuz, ağlayalım anısına sevgilinin, yurduna'.) ” İsmet Zeki Eyuboğlu,İmru’l Kays’ın ünlü şiiri için şöyle diyor: “Bu uzun şiir hangi toplumun ürünü olursa olsun, hangi dile çevrilirse çevrilsin, özünü korur, içerdiği sorunla bütünlüğünü sürdürür. Şiirde geçen özel adları kaldırın, yerlerine başka ulusların dillerinde bulunanları koyun önemli bir değişikliğin olmadığını görürsünüz. İşte şiiri yaşatan bu değişmeyen özdür. Bu öz ozana Arap dilinde verildiğinden şiir de o toplumun diliyle yazılmış, o dilin konuşulduğu ortamı yansıtmaktadır. Özel adlar değiştirilerek yabancı bir dile çevrilen bu şiiri inceleyen bilgili, duyarlı bir araştırıcı, daha ilk bakışta dipdiri bir insan sorunuyla karşı karşıya geldiğini, yaşama biçiminden, insan davranışlarından bu şiirin doğum yerini sezmekte pek güçlük çekmez. Şiirin içeriği toplumu veriyor.” Diyor. Sözü Usta’ya,Îmrü'l-Kays’a bırakalım. Analım, ağlayalım, sevgiliyi, yurdunu , - Durun Sıkttulıva'da, Dahul'den Havmel'e, Tudıh'tan Mikrat'a uzayan yerde... Ordadır güney yellerinin kumlarla örtüp Kuzey yellerinin açtığı izler. O kırlarda, o sulak yaylımlardadır daha Karabiber gibi gübreleri ak geyiklerin. Arkadaşlar bağlarken yüklerini ben ağlardım Dikenler arasında, durdurur da bineklerini «.Ağlama, kendine gel,» derdi bana yoldaşlarım. Ağlamaktır ilacım, var mı başka bir yer Ağlayıp inleyecek bu silik izler üzerinde, Eski sevgililer yolunda, Mesel Dağı'nda Ümmülveyris'e, komşusu Ümmürrebab' a? Söyle bir ayağa kalkınca o çifte sevgili, karanfil Gibi misk kokuları gelirdi rüzgârla. Öyle boşanmıştı ki gözyaşlarım göğsüme Islanmış kılıcımın sırımı bile. Ne güzel, ne mutlu günlerini gördün onların Hele ne gündü Dareti Cülcülde geçen. O gün kurban etmiştim kızlara bineğimi, Ne güzelmiş eyşamı develerine yükleyişleri. Birbirine sunardı kızarmış etinden kızlar, İpek gibi bembeyaz top top yağları devemin. O gün ben de binmiştim Uneyze'nin devesine, Uslu durmadım yanında, çıkıştı, «İner yürürüm, Yapma, yaraladın devemi ib îmriülkays,» dedi, bana. Eğilmişti mahfe bizimle bir yana. Sür, bırak yularını devenin, dedim kovma beni, Toplayım o güzelim yemişlerini. Ne kızlar, kadınlar, gebeler, emzikliler görmüşüm, Yaşına basmış boncuklu bebeklerden ayırmışım. Emzirirken ağlayan bebeğini yarısıyla Gövdesinin, altımda oynardı öbür yarısı. Bir gün yakındı yüksekçe bir tepede, İlgim kalmamış artık seninle, dedi, boşuna. Ey Fatıma, gel etme, bu nazı bırak Güzellikle ayrılalım ayrılacaksak. Bir yanım, bir davranışım varsa sevmediğin Gönlümü çıkar gönlünden, at. Ölürüm aşkınla sanma senin İşlemez içime pek, aldanma, yıkmaz beni. Gözlerin vurur gibidir kirpiğinin İki okuyla yaralı gönlümü besbelli. Ben, nice kadınların tadına bakmışım Kimsenin bilmediği, giremediği bir çadırda. Beni öldürmeye can atan gözcüler arasından Geçip varmışım onların yanına. Tam da göğün ortasındaydı Ülker o sıra Bir kadın belindeki süslü kuşak gibi. Bir gömlek giymiş inceden, uyur görünürdü Ona gittiğim gece, beklermiş beni demek. «Vallahi kurtuluş yok,» dedi, senden «Geçeceğe de benzemiyor azgınlığın hani...» Çıkardım dışarı, sürüyordu kumda eteklerini, Tiftik harmaniyenin, silmek için izlerini. Çıkmıştık oymağın dışına Geçince art arda dizili kum tepelerini Elattım yanlara dökülü saçlarına, çektim, Eğildi, sokuldu, o ince belli tombul bacaklı. Bembeyaz ten, et de yumuşacık, üstelik sıkı, Karın düzgün, gerdan, göğüs pırıl pırıl. Yok, tatlı bir sarıya çalar teni, ak değil, El değmemiş inciler gibidir sedefte. Kaçınır benden, görünürdü gülerken inci dişleri Bakardı çevreye yavrulu Vecre ceylanı gibi. Ak geyik boynuna benzerdi boynu, Ancak öyle uzun, süssüz de değildi yaa. Ne süstür arkasında siyah saçları, Salkım salkım hurmalar gibi buram buram İç içe, önden topuz arkadan akardı Örgü Örgü kimi de dağınık tel tel Hem yumuşak, hem ince bir de güzelim bel, Hurma fidanı bacaklar boğumlu, dolgun, sıkı. Uyumuş kuşluğa dek, yatağında misk tanecikleri. Uyur kuşlukla da kuşak sarınmadan. İshil dalına, Zaybi'nin ak kum kurduna Benzer güzelim yumuşacık parmakları Bir rahip ışıldağıdır yüzü pırıl pırıl Aydınlatır çevresini boyuna. Olgunluk çağındadır o güzel, micvel giyen Kadınlarla dir giyen kızlar arasında. Geçmiş artık erkeklerin ergenlik çağı bende, Yaş ilerlemiş, oysa gönül geçmiyor senden Teptim nicesinin öğütlerini, yüz çevirdim, Ne onların sözü gelir aklıma ne senden geçmek. Deniz dalgaları gibi kara geceler Çökmüş üstüme, acılar, üzüntüler yüklü. Dedim genişleyen, daralan, Uzayan, kısalan, yayılan geceye: Açıl ey uzun gece, doğsun gün Oysa sabah da senden uğurlu değil. Ne gecesin sen bağlanmış yıldızların Kat kat urganlarla Yezbül Dağı'na sanki. Kımıldamasın diye Ülker yıldızı Keten iplerle sımsıkı bağlanmış kayalara. Nicelerine yardım etmişim saygı göstermiş Ellerinden tutmuşum, iyilikler dilemişim. Ayr'ın yerleri gibi ne çorak oylumlar Geçtim, aç kurtlar uluşurdu ağlaşan kumarbaz Çocukları gibi. Dedim uluyan kurda: Elim boş benim de senin gibi, doyunuruz Buluruz yiyecek bir şey, böyle yaşar Yolumuzda gidenler, yetinir azla. Daha kuşlar uçuşmadan sabahları, tüysüz Güçlü atımla avlanır, vururum yabanları. Bilir yerine göre atılmayı atım, çekilmeyi, Hızlıdır yüksekten inen sel gibi, güçlüdür. Kayar dolgun sağrıları üstünde doratımın Bir kayadan yağmur suları dökülür çene palanı. Coşar, koşar birden ökçelenince karnı, Kaynayan bir kazan gibi fokurdar göğsü. Tozu dumana kalan, yüzer gibi koşan atlar Yorulur da yeniden güçlenir, hızlanır atım. Uçar ağır binicilerin giysileri, yeğnik çocuk Duramaz, kayar atımın üstünden koşarken. Ses verir bir çocuğun ipli fırfırı gibi Öylesine hızlı gider, kolay mı kolay. Geyik böğürlü, deve bacaklı, Kurt koşuşlu, tilki yavrusu sıçrayışlı. Tepeden tırnağa güzel, güçlü, örter düzgün Kuyruğuyla bakınca dolgun bacak aralarını. Sırtı düz, kaskatı taşa benzer karpuz Çiğitlerinin, kokulu nesnelerin döğüldüğü. Saldırıp göğüslemiş av sürüsünün öncülerini Kınalı, taranmış sakala dönmüş kanlı yelesi. Birden çıktı karşıma bir sürü yaban sığırı Devar'ı dolaşan kızlar gibi toplanmış dişileri. Dağıldı birden dişiler, bir kızın boynundan Düşen, süslü boncuklu, gerdanlık gibi. Yetiştim sürünün öncülerine, Bir yere toplanmıştı kaçamayanlar. Terlemeden, yorulmadan atım bir atılışta Ulaştırdı beni sürünün yanına... Dilinmiş, doğranmış etler, pişmiş Kimi tencerede, kimi küllü korlar üstünde. Doyulmaz bu ata bakmaya, görülmez güzellikleri Bütün, yalnız hayran olur kalır insan. Eyerli, gemli, dört ayaküstünde durur Karşımda, yanımdan ayırmam onu. Görüyor musun şu taca benzeyen yüksek Bulutun parlayışını, sana gösterdiğim? Aydınlatır çevreyi onun ışığı bir rahibin Fitilli zeytinyağı lambası gibi. Bekledim yoldaşlarımla Daric'le Uzeyb arasında Bir yağmur yağsın diye bir süre, Sağdan yağar Katan, soldan yağar Sıttar'dan Yezbül'e değin yerleri sular. Yağmur yağıyor Kuteyfe'ye bir buluttan sökülüyor, sürükleniyor ağaçlar tepe taklak. Kaçırmış Kanan'a düşen serpintileri bile Çevrenin bütün yaban keçilerini. Kırılmadık bir hurma dalı komamış Teyma'da Taştan, kerpiçten yapılar kalmış yalnız ayakta. İri yağmur damlalarından Sebir Dağı deve Tüyü çizgili aba giyen bir şeyhe benzemiş. Müceymir Tepesi sularla çör çöpten Bir kirmene döndü şimdi. Renk renk çiçekler açmış Gabiyt Ovası'nda Yemenli çerçinin sattığı dokumalar gibi. Biberli şarap içmişçesine cıvıl cıvıl ötüşüyordu Erkenden ovada çobanaldatan kuşları, Adasoğanı köklerine dönmüş geceden Sulara karışan yaban leşleri... Kim bilir,Ankara’nın neresinde,sonsuzluğu uyuyor şimdi ozan. İmru’l Kays’ın dizelerinde gördüğümüz yaşam aşk ve serüven,acı, çapkınlık, ne kadar insancadır.Orada sevişen,acı çeken,dünyanın her hangi bir yerindeki insandır. İmru’l Kays’ın sevişmesindeki doğallıkla,İsa’dan 2000 yıl önce,şarkılarında tanrıları bile seviştiren Sümerlerin aşk şarkıları arasında bir fark yok gibidir.S.N.Kramer,”Sümer şarkılarıyla,Tevrat’takiler arasında,konu,stil kelimelerdeki benzeyişe açık bir örnek de Şarkılar Şarkısının ilk dört mısraıdır,onlarda sevilen krala(belki Süleyman olabilir) 'kızların aşkı' o 'beni odasına götürdü', 'senin ağzının öpücüğü ile öp beni', 'aşkın şaraptan daha iyidir' şeklinde hitap etmektedir. Kızlar tarafından söylenen bir şarkıda: 'Biz sende yücelecek neşe bulacağız, senin sevgilini şaraptan daha çok öveceğiz' denmektedir. Bu mısraların benzerlerini kral Şu-Sin'in (İ.0. 2000ler) sevgili gelini tarafından söylenen aşk şarkısında buluyoruz. Bu şarkı şöyle: Güvey kalbimin sevgilisi, Senin neşen hoşdur bal tatlısı, Arslan kalbimin sevgilisi, Senin neşen hoşdur bal tatlısı. Beni büyüledin sen, karşında titreyerek durayım, Güvey, senin tarafından yatak odasına götürüleyim, Beni büyüledin sen, karşında titreyerek durayım, Arslan, senin tarafından yatak odasına götürüleyim. Güvey, seni okşayayım, Benim değerli tatlım, bal ile yıkanayım (?) , Yatak odasında bal dolu, Senin güzelliğinle neşelenelim, Arslan, seni okşayayım, Benim değerli tatlım, bal ile yıkanayım (?) . Güvey benden zevk alıyorsun, Anneme söyle, o sana lezzetli şeyler (?) verecektir, Babama söyle, sana hediye verecektir. Senin ruhun-ruhunun memnun olacağı yeri biliyorum, Güvey evimizde sabaha kadar uyu, Senin kalbin-nereden memnun olacağını biliyorum, Arslan evimizde sabaha kadar uyu. Sen, sen çünkü beni seviyorsun, Arslan, lütfen beni okşa, Bey, tanrım, benim iyi perimin beyi, Enlil'in kalbini memnun eden Şu-sin'im, Beni okşa lütfen. Senin yerin bal gibi tatlıdır, lütfen elini koy ona, Gişban- gibi, elini götür üzerine, Gişban- ………. elbisesi gibi üzerine elini kapa.” Günümüzden yaklaşık 4000 yıl önce söyleniyordu bu şarkılar.Zaman nasıl da hızlı akıyor değil mi.An andan kopuyor,soluk soluktan.Zamandan zamana en sıkı bağ şarkılarla şiirlerle kuruluyor.Ne taç ne taht, ne makam,ne mevki, ne de saltanatlar, zamanlar arasında bağ kuramaz.Binlerce yıl önceki insanla yürekten bağlar kuruyoruz,şarkılarla,türkülerle.Çoğu zaman ölmüş milletlerden geriye şiirler kalıyor ve biz onlarda kendimizi buluyoruz ansızdan. İmru’l Kaysın acıklı öyküsünün arasında yaşadığı çöl serüvenleriyle,Sümerli ozanların şarkıları arasındaki bağ başka zamanlara ve yerlere de uzanıyor elbet. Köftenin Kadın Budunu,tatlının Dilberdudağını,kadıngöbeğini yapan Anadolu insanının her türlü halk edebiyatı ürünleri içinde yer alan erotik öğeler,kadın ve erkek arasındaki ilişkinin hiçbir aşamasını ayıp olarak kabul etmez.Sevişme tüm evrenin temel bir yasası olarak vardır bizim halk edebiyatımızda. Söz konusu sevişme olunca da kullanılan dil,dünyanın en zengin dillerinden biri olan Türkçenin bütün incelikleriyle kullanılır; hem de hiç zorlanmadan.Kimi zaman yoğun bir erotizmi,şiirin potasında eritip bir duygu seline dönüştürür,çoğu zaman muzip bir gülümseyiş vardır dizeler arasında.Dağın göğsü ve eteği vardır,pınarın gözü ve ayağı.Cinsel isteklerini davranışlarıyla dile getirmeye,”yeşillenmek” deniyor çoğu yerde,aşka düşmeye ise “yanmak”. Emirdağ bölgesinde,güzel olan her şeye “kadın” deniliyor:Kadın oğlum,kadın kızım,pek kadın olmuş deniliyor.Bir yanda “Lep demeden leblebiyi anlamak “diyoruz,Nevşehir’de “avurdunu domaltmasından Ömer diyeceğini anlamak” diyorlar. (Burada söylemeden geçemeyeceğim bir şey var:Halkımız buldozere ad yakıştırıyor,bakıyor ki yolları düzeltip düzlüyor,”yoldüzer” deyiveriyor. Ülkemizin sorumlu kişileri “Sakat” diyorlar,Sakatlar haftası falan kutlanıyor,sonra “sakat” adlandırmasını birileri “sakat” bulmuş olmalı ki,bundan vaz geçiliyor.Yerine “Özürlü” geliyor.Özür,kabahat,kusur anlamında kullanılıyor bildiğimiz gibi.Yanlış bir davranış olunca “özür dilerim” diyoruz.Özürlülerin özrü ne ki,onlara özürlü deniliyor.Bu kez bundan da vaz geçilip,engelli sözcüğü kullanılmaya başlanıyor.Ne yapalım,her zaman onlar en doğrusunu bilir(!) .) Neyse,biz konumuza geri dönelim.Anadolu insanı,kadın erkek arasında sevgi sevişme cinsellik konularında, atasözünden,manisine, türküsünden, sövgüsüne kadar son derece yaratıcı olmuş,sayısız ürün üretmiştir. Ahmet Şükrü Esen’in Anadolu Türküleri adlı kitabından rastlantı aldığım şu dizeler bilinen sansür kurallarının halkımız arasında “kıymet-i harbiyesi”nin olmadığının belgesi gibi. Tüfengim omuzumda Armalar boğazımda Uyudum uyandım ki Gül memeler ağzımda Ah hovarda çapkın yârim Ettiğin günahları Boş deftere yazayım Martinim atılmıyor Bahalı satılmıyor Şu uzun gecelerde Yalınız yatılmıyor Hovarda çapkın yârim Sen söyle ben yazayım Ettiğin çoğa vardı Boş deftere yazayım Mendilim salkım saçak Alçak boylusun alçak Sana derler küçücük Sen doldurursun kucak Hovarda çapkın yârim Sen söyle ben yazayım Ettiğin çoğa vardı Boş deftere yazayım Köşe başı meyhane Asmadandır kapısı Ben gözüme almışım Hemi dam hem mahpusu Hovarda çapkın yârim Sen söyle ben yazayım Ettiğin çoğa vardı Boş deftere yazayım Mendilim dalda kaldı Gözlerim yolda kaldı Yıkılaydın meyhane Sarhoşum nerde kaldı Hovarda çapkın yârim Ak göbeğin altında Kaldı benim nazarım Deniz dibi otl'olur Ergen koynu tatl'olur Dul kişiye,varanlar Ölmez ama dertli olur Hovarda çapkın yârim Ak göbeğin altında Kaldı benim nazarım Kamayı çektim kından Gel yakından yakından Koynundaki memenin Ben gelirim hakkından Hovarda çapkın yârim Ak göbeğin altında Kaldı benim nazarım Bizim halk edebiyatımızda,bu tarz ürünlerin toplanması durumunda sanırım ciltlerce kitap oluşur. Sevişmeyi kuşkusuz çok daha açık ama bir o kadar da yalın,sanatlı,pornografiden uzak sözlerle ifade etmiştir Anadolu insanı.Burada bir nokta koyup,tarihin gerilerinde,bir başka yerden, başka bir ozana selam verelim. Kimse sevgi nedir bilmeyen bu toplumda Okusun yazdıklarımı.birebir öğütlerim Bak nasıl evirir çevirir küreklerle yelkenlerle Oynak gemiyi gemiciden öğrenmeli bu yolla Araba sürmeyi arabacıdan sevişmeyi sevenden Bu dizeler,günümüzde herhangi bir şairin kaleminden çıkmış olabilir.Dünyanın neresinde ve ne zaman olursa olsun,birileri,” sevgi nedir bilmeyen bu toplum”dan yakınıyor.Latin ozanı Ovidius,İÖ.43-İ.S.18 yılları arasında yaşamış,Aşk Sanatı adlı kitabını dilimize kazandıran Usta İsmet Zeki Eyuboğlu, Onun şiirlerinin buram buram Anadolu koktuğunu,açık sözlülüğü yüzünden Karadeniz kıyısında Romi’ye sürüldüğünü belirtiyor. “Ovidius’u bir çağın,bir yörenin ozanı olarak değil de bir davranışın bir tutumun taşıyıcısı bir görüşün aydını diye ele alıp anlamak anlatmak gerekir. “ diyor Eyuboğlu. Yıkmış demektir yaptığını kendi eliyle Aşırılık değildir öpüşten sonra işi sürdürmek Utanılacak bir yönü yoktur onlarca bu işin Severek katlanır baskıya kadın göster gücünü Yürekten isterler ezilmeyi, sıkılmayı Kitabının Aşkta Başarı Yolu adlı ilk bölümünden aldığımız dizelerdeki gibi,aşk sevgi,sevişme üzerine öğütler,bilgiler verip,yol gösterir.Kimi zaman da evrensel yorumlara girişir.Kadın ve erkek arasında aşkın ve sevişmenin,doğanın,doğmak ve ölmek kadar zorunlu bir yasası olduğunu,utanacak bir şey olmadığını söylerken,Usta,bu gün bir yerlerde yaşayan bir insandır sanki.Sevgiyi Koruma adı verdiği bölümdeki şu dizelerle ne kadar da bizdendir: Bak güvercinler döğüşür, gagalaşır, sevişir, Mırıltılar çıkarır, oynaşır okşarlar birbirlerini... Düzensiz, gelişigüzel bir yığındı evren, Başlangıçta, ne yıldızlı gök, ne karalar, Ne denizler birbirinden ayrılmıştı. Gökler, yerler, yerden çıkan sular iç içe Girmiş, kaynaşmış bir yumaktı. Bu biçimsiz yığından ayrılmış, doğmuş Evrenin kesimleri, ormanları yabanlar, Gökleri kuşlar kaplamış, yer almış Akışan sularda balıklar. Boş kırlarda* dolaşıp duruyordu kişi-soyu. Çok güçlü, dayanıklı yaratılıştaydı kişiler. Ormanlar ev, otlar besin, yapraklar yataktı. Çağlarca tanımazdı kimse kimseyi. Azgın bir sevişme duygusu uyanmış, getirmiş Bir araya kadınla erkeği, dendiğine göre. Öğretmensiz öğrenmişler sevişmeyi birbiriyle. Venüs kendiliğinden göstermiş bu yolu: Kuş tanır sevip birleşeceği dişiyi, Suların ortasında bulur balık eşini, Geyik geyiği arar, yılan yılanla birleşir. Köpek köpekle görür işini, Bizim edebiyatımızda,özellikle de Karac’oğlanımızda,özellikle de adı bilinmeyen ortaklaşa edebiyatımızın türkülerinde ne çok benzerleri vardır bu dizelerin Kimi zaman da,kızlara öğütler verir,görgü kuralları,eski deyişle “adabımaşeret “ öğretir Ovidius: Sakın elden geldikçe gülmekten. Kendiliğinden öğrenmeli kız gülmeyi, Bir yakışmadır, süstür gülmesini bilmek. Gülerken çok açma ağzını, çukurlar açılsın İki yanağında, öylesine gül, görünmesin Diş etleri, örtsün dudakların dişlerini, Kahkahalarla sallama böğürlerini. Tatlı olsun, kulak okşasın, çınlasın gülüşün. Sevilmez yüz buruşturan, cırlak ses çıkaran, Ağzı bozuk bir kadın. Güzel gülmeyi de, Ağlamayı da kadınlar iyi bilir sanırım. Bir sıpanın değirmende anırmasına benzer Sevişmenin doğallığı içinde,ne kadını kayırır ne de erkeği,Evrensel bir olgu olarak görmesinden olmalı,kafasında kalıpları yoktur Ustanın.Aşağıdaki bölüm zamanımızda da geçerli değil mi.Robotik toplumda beyni yıkanmış ya da zorla kalıplara sokulmaya zorlanan insanın acı yazgısı,görev bilinciyle sevişmek; yani en güzel insan davranışlarından biri olan sevişmenin ölümü. Tiksinirim sevişirken armağan verir gibi Davranan, bunu bir görev sayan, üstten bakan Kadından, istemem tadı duygusu görev kokanı.. Kadın için görev değil bu bence, yaşamadır. Deli eder beni ezdikçe kadın iniltileri, Ovidius Usta evrensel bir olgu olarak ele alıyor sevişmeyi.Ve inancı gereği tanrısal yanını da vurguluyor. Koç koyuna biner, atlar ineğe boğa, Kıvrık burunlu keçi keçiyi döller, Onu çeker içi, yarar geçer ırmakları, yanan, Kızışan kısraklar, birleşmek için koşar, Gider uzaklarda duran aygırların ardından. Sen daha onultucu araçlar bul, kadının ……………………………………….. Ben böyle çağırırken türkümü birden Çıkageldi Apollo, altın yaldızlı bir kaval Oynatıp duruyordu parmaklarının arasında. Defne tutuyordu bir elinde, çevrelemiş Kutsal saçlarını defneden başlığı, Bir yalvaç görünümü vardı onda, dedi ki bana: Sen ey sevgi öğretmeni, al getir öğrencini Tapmağıma, bir yazı vardır orada kutlu, Bilinir bütün yeryüzünce, söylenir. «Kendini bil» der bütün kişilere.. İş becerir sevgi yolunda kendini bilen, Kendi gücüyle görür bütün işleri. Bilsin değerini kime güzellik vermişse doğa. Kimin ak, ışıl ışıl derisi, göğsü, omuzları Varsa açık dursun, göstersin kendini boyuna.. Susmasın gittiği yerde tatlı konuşan, Türkü söylesin sesi güzel olan, İçmesini bilen içsin, toplantının tadını Kaçırmasın çenesi düşük, sözü çekilmez, Okumasın yazdıklarını, türkülerinin tadı Tuzu olmayan bir ozan, bozmasın şöleni. Böyle kurmuş düzeni Phoebus, git yolundan. Homeros öncesi çağda,bilge engin bilgi ve deneyimiyle geleceği de görmesi gereken kişiydi. Yunanistan’da Hacıların uzun yollar kat ederek geldiği Delphoi tapınağındaki “kendini bil” (gnothi seauton) sözü ise,hep geleceği merak eden insana,geleceği bilmek için kendini bilmek gerektiğinin vurgulanması gibidir.Kuşkusuz Kendini bilmek,yalnızca o kültür ve inanca ait bir söz değil,kuşkusuz dünyanın her kültüründe benzer anlamda sözler vardır; ancak Koca Yunus’un ilim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır dizeleri bizim kültürümüzde çok başka anlamlar taşır. Ovidius,güleç bir orta yaşlı olarak konuşur dizelerinde hep ve kendini bilmek kavramını,kendi güçlerini tanımakla eş anlamlı kullanır aynı gülümseme içinde.Ovidius’un şiirlerini dilimize kazandıran İsmet Zeki EYUBOĞLU,Anadolu özellikle de Karadeniz türkülerine benzetiyor onun türkülerini.Gördüğümüz gibi pek de haksız değil. Ozanlar yaşadıkları zamanın,toplumun ve o toplum içinde yaşadığı koşulların damgasını taşıyor.Söz duyguyu dile aktarırken,şairin yaşadığı atmosferdeki şiir geleneğini ölçüt olarak alıyor.Bazıları o ölçüleri aşıp,tüm zamanların ölçüleri üzerinde evrensel şiirin tahtına oturuyor.Ne yazık evrensel şiirin tahtına oturan dizeler,çoğunlukla geride acı dolu yaşamlar ve serüvenler bırakıyor.Çoğunlukla da o ozanlar binyıllar sonra okunduklarını bilmiyorlar. Sözün ucu aşka,güzele,sevişmeye uzanınca verilebilecek sayısız örnek bir yana,atlanılmayacak bir ozan daha var.Kim mi? Elbette ki,Karac’oğlan. Söz burada ancak onunla tamamlanabilir. Ala gözlerini sevdiğim dilber Seni görmeyeli göresim geldi Altın kemer sıkmış ince belini Usul boylarını sarasım geldi Küçücüksün güzel etme bu nazı Ciğerime bastın ateşi közü Başına sokmuşsun gülü nerkisi Yüzünü yüzüme süresim geldi Aladır gözlerin siyahtır kaşın Aradım cihanı bulunmaz eşin Yaylanın karından beyazdır döşün Uzanıp üstüne ölesim geldi Karac'oğlan der ki bilirim seni Adadım yoluna kurban bu canı Koynunda beslenen ayvayı narı Çözüp düğmelerin deresim geldi S.N. Dermek: Toplamak. Adamak: (Kurban adamak) : Yerine gelen bir dilek için, her hangi bir din ulusuna ya da Tanrıya kurban kesmeye söz vermek. Kesilen kurbana da adak denir. Sabahınan bir taş attın Kırdın belimi belimi Bir gececik misafirdim Tanrı zalimi zalimi Yüksek uçar engin konar Kötünün dalına döner Kız atasın bende yanar Çıkmaz yalımı yalımı Her bahçede selvi bitmez Muhabbet serimdem gitmez Uzatırım kolum yetmez Kırdın kolumu kolumu Her bahçede bitmez söğüt Dertliye kâr etmez öğüt Kız sevdana düşen yiğit îster ölümü ölümü Karac'oğlan der bakarım Malım mezata dökerim Daha der ki dur bakalım Bu kız deli mi deli mi (Gökyüzü Mavi Kaldı'dan) Dal: Arka, dalına döner: Arkasında dolaşır. Selam olsun aşka sadık olana Selam olsun aşka mahcup olmayana Selam olsun aşkı ne taç,ne mevki,ne mal-mül ve hiçbir maddi değerle karşılaştırmayana Selam olsun aşkı zamanlar ötesinden bu güne taşıyana Selam olsun aşkı yarına taşıyacak olana Aşka selam olsun Kaynaklar: Anadolu Türküleri,Ahmet Şükrü Esen,Araştırma ve dizinlerle yayına hazırlayanlar,Pertev Naili Boratav,Nihat Özdemir,İş Bankası yay,1986 Geçmişin Yaşama Gücü,İsmet Zeki Eyuboğlu,Adam yay,İst,1982 Karac’oğlan,İlhan Başgöz,Indiana Üniversitesi Türkçe Programı yay,3.baskı, Pan yayıncılık, 1992,İstanbul Klasik Arap Literatürü,Ignace Goldziher,İmaj yay,Ank,1993 Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Prof.Dr.Doğan Aksan,Engin yay,Ank,1995 Tarih Sümerde Başlar,S.N.Kramer (çev:M.İlmiye Çığ) ,T.T.K. yay,Ank,1995 Türkçenin Gücü, Prof.Dr.Doğan Aksan,Bilgi yay,Ank,1993 (3.baskı) Yeryüzü Şiirinin Eşiğinde Ovidius,Aşk Sanatı,Çev.İ.Z.Eyuboğlu,B.F.S yay Adnan Durmaz Emirdağ,21 Ekim 2006
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © adnan durmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |