Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Bir de rüzgâr Bir de Yağmur Bir de Gece Bir de Su… Benim gökyüzünden başka kimsem yok.İnsanlarla aramızdaki köprüler kaçıncı kez yıkıldı.Bu yüzden gecenin bir vakti,ıssız ve karanlık bir tepeden yükselen çığlığım, bir gece kuşunun veya bir bozkır kurdunun seslenişinden farksızdır Yaban seslenişimdeki ateşi rüzgârlar okşar .Benim rüzgârlardan başka dostum yok. Sonsuz döngünün macerasında nereden gelip nereye gittikleri ,nasıl oluştukları değil,aslolan var olmalarıdır…Canıma nefes olurken ,bağrıma serinlik verirken, açılmış kucağıma bütün kollarıyla sarılırken, görünmezliklerinin ne önemi var… Bazan karşı dağın alnacından kopup gelen yağmur bulutunun nefesidirler,bazan ekinlerin üzerinde başaklara türkü katarak sağılırlar ruhuma..Bundan mıdır ,mahpusu rüzgârdan ve gökyüzünden ayırıyorlar... Mahpusluk, ölüm kadar rüzgârsız bırakılmaktır. Ağaç da her yıl yeniden hazana dururken, hazin bir yas içindedir..Var olduğumuz anda başlıyor yitirmelerimiz.Arkadaşlarımız oluyor;çoğunu bir daha göremeyeceğimizi bilemeden vedasız kopup gidiyoruz bir zaman sonra.Yaşamımıza sessizce girip sessizce çıkıyorlar.İlk yıllarımız,ilk arkadaşlarımız,sonra başkaları;sanki yol geçen hanıyız…Her ömür başka ömürlerin uğrak yeri değil mi;can cana konuk değil mi bu kısa konuklukta.. Birbirimizden öğreniyoruz bildiğimiz ne varsa.Birlikte düşe kalka yürüdüğümüz,delilikler yaptığımız,korkulu sevinçli,hüzünlü ve öfkeli zamanlar yaşadığımız birilerinin bizde konuk olduğu hiç aklımıza gelmiyor..Biz mi akıyoruz birilerinin yaşamından ,yoksa birileri bizden mi akıp gidiyor. Bir yandan da ,yaşam bizi ölüme alıştıra alıştıra akıyor büyüyen dallarımıza.20 yaşına ,30 yaşına,40 yaşına geldiğimizde kaç insan göçüp gitmiş oluyor dünyamızdan..Her defasında da onlar gittikten sonra kıymetleri ortaya çıkıyor..Biz mi nankörüz ,yoksa yaşam denilen öğretmen mi bizi böyle unutmalara da eğitiyor.Yitirilenlerin yüzümüze çarpan kahreden acısı ve gözyaşları,sevgi dolu bir gülümsemeye bırakıyor yerini zamanla. Haksız düzenlere baş kaldıran kuşaklar her yerde ,her çağda kırılıyor, kahrediliyor..Benim ülkemde benim kuşağım bu kırımlardan fazlasıyla nasibini almıştır..Bu yüzden , içimin bir mezarlıktan farksız olduğunu görüyorum, geriye dönüp baktığımda. İnsan insana konuk elbet ve sessizce gittiği yaşamlarda izler bırakır bir armağan olarak.Öfkeli,kırgın,sevinçli,çılgın anıların dürüsünü bırakarak bir kıyıcığına yüreğimizin ,sessizce gider konuğumuz.Asıl öğrendiklerimiz yüreğimizle öğrendiklerimizdir;bize kalan anıların çıkınında saklanan.Ne tuhaf,en çok bir bakıştır aklımızda kalan,ya da bir ses tonudur her hangi bir sözcüğü söylerken okşamış olan yüreğimizi.Olaylar,olanlar silikleşir öncelikle.Anıların dürüsündeki anlardan derlenmiş güzellikler,silikleşen karmaşaların arasından sesleniverir ansızdan. Ne tuhaf bir bilmecedir şu yiyen,içen,uyuyan,ağrı çeken, ağlayan, gülen, seven, sevişen yaşam;ne amansız bir denklemdir..Beden dediğimiz organların tümü de yaşamın bize verdiği emanetlerdir yalnızca.Kazalarda belalarda her an yitebilir gövdemizin parçaları… Bir gün toprağa karışıp gidecek olan kalıp,yaşadığımız fırtınalarla yağmurlarla biçimlenir.Omzumuzu yağır eden yüklerin altına atarlar bizi..Kenar mahallede işsiz genç,bozkırda ırgat,küçük kasabada tekarabacı,yaşam denilen armağanı elinde tutabilmek için,durmadan acı çeker.Sırtını kambur eden sıkıntılarla ,yaşamak,işkenceden başka nedir ki..Her sabah o gün ne yiyeceğini,nereden ne kazanacağını bilemeden uyanan namus, şeref, haysiyet; ahlakı ve dini olmayan kapitalist sistemde ne işe yarar. Birilerinin gasp ettiği yaşam ,konuklarını böyle ağırlıyor işte. Birileri de beden denilen kalıbın istekleri peşinde ,bir gün yok olacağı gerçeğini görmezden gele gele ,başkalarının acılarıyla besleniyor.Azmanlaşan istekleri tatmin olmayan oburlar ne kadar yoksuldur. Ruhta açılan çatlağı isteklerin ırmaklarıyla bile dolduramazsın. Neyi çok istiyorsa,onun kölesi oluyor,isteklerinin dışındaki dünyayı göremeyenler.Altın satıp para kazanan gökyüzüne bakmaktan ne kadar uzaktır,bir avuç dükkanında ve kasalar dolusu servetinin arasında. Bize ait ne varsa geride kalacaksa bir gün, kalacak olana konukluktur ömrümüz..Sürdüğümüz tarlaları bir gün başkası adımlayacak.Yıllarca her gün girdiğimiz iş yeri kapılarında bir başkası ömür kocatacak.. Soluk aldığımız şu saniye konuğumuz değil mi. Az sonra bizde olmayacak. Belki de biz yaşadığımız her ana konuğuz zaman denizlerinde.Bu anın bedelini ömrümüzden ödeyip, hemen şimdi başka bir ana varır yolumuz … Toprağın bir yerinden bülgüyüp ,akmaya başlayan o nazlı,o çocuk ,o ince su değil miyiz. Kendimize bir yatak açıyoruz aktığımız yerlerde. Bize ad veriyorlar .Bir varlığımız ,bir kimliğimiz oluyor. Yürüdükçe çoğalıyoruz. Yaşamayan acı da duymaz,sevinç de.Var oluşumuzun bedelini ödüyoruz insanca olmayan düzenlerde.Yaşamak ,sevince,mutluluğa ,huzura çılgınca koşarken yaşanılan, sayısız acı ve mutsuzlukla ödenen bir bedeldir.Ah insanın insana ettiği zulum olmasa..Biraz da ağlamaktır hasretle,kavuşmayı bekleyerek saatleri saymak,birilerinin suratına bağırabilmek,bazan yenilmek,terk edilmek bazan, bir deli sağanak;yaşamaktır…Su akarken engellerle boğuşuyor,taşlara çarpıyor,kayaların çevresinden dolanıyor.Bulanıyor, açılıyor,sarınıyor.Karın karın sürünüyor.Hep iyiyi güzeli aramak yolculuğunda salınıyor.Gövdesinden çiçekler ağaçlar doğuyor;karıncalar kuşlar ve diğer canlılar içiyor ondan.Su aktıkça çoğalıyor,arınıyor.Durdukça kirleniyor.Durağan sulara benzer yalnızlık .Durağanlık acıdır.Yağmur suları bütün bir gökyüzünü içmeden yok olmuyor.Gökyüzü arındırır yalnızı. Her su aynı mecradan akmıyor,lağımlara akan da var,imansız kıraçlara yolu düşen de;çölleri zorlayan da var,kana bulanan da … Bir su dedi ki;bir ovaya düştü yolum ,arındırdı beni.Bir su dedi ki,bir şehre girdim,kirlendim.Bizi kim arındırdı ve kim kirlerini kattı bize.Bu öfkeyi kendiliğimizden mi öğrendik.Bu şarkıyı gönlümüzün aynasına düşen hangi yüz fısıldadı … Ve bir menzili var her yolculuğun.Sular yataklarının sahibi gibi aksa da ,yataklar onları sahibiymiş gibi sarsa da,kimse kimseye sahip değil,yalnızca bir konuk bu macerada. Ah ,dedi boşalmış bir ırmak yatağı, bir zamanlar sen benim gövdemi göğün yıldızlarıyla doldururdun ey sevgili;şimdi nerdesin… Suların kuruduğu , toprağın altına girip kaybolduğu bir yer var. Su , ömrümüzden akıp giden her an gibi , gövdesinden toprağa bedel ödüyor aktıkça. Belki kendi toprağına bedel ödemek,ona karışa karışa yürümektir aşk.Değilse çiçeklerin var oluşu nasıl gerçekleşirdi… Su mu yatağına ait,Yatak mı suya.. Gün olup da boş kalıyor deli ırmakların yurdu. Onu nasıl bir suyun var ettiğini izliyoruz,çukurunun derinliğinden ve türküsüz kalmış mendereslerden.Boşalmış ırmak yataklarında rüzgâr inliyor ıssız gecelerde.. Toprağın bir yerinden doğan , başka bir yerde toprağa karışıp giden sudur yaşam .Yaşam suya düşen güneş ve yıldızlar;su kıyısında büyüyen başakların evrene fısıldadığı şarkı,ağaçların hışırtılı öpüşü zamanı,ve kuş çığlıklarının söylediğinden başkası değil.. Köklerini derine salabilirse ,toprak altındaki suya varır ulu ağaçlar ve onu var eden sunun türküsünü söyler sevdaya.. Ben sende bir konuktum ,sinende akıp gittim bir zaman..Gönlünü ve süveydasını yüreğinin bana ait bir hale getirdim. Evrenin benim kokuma ve rengime boyandı...Benim konuğumdun ben sende akıp giderken ; kendine göre biçimlendirdin ruhumun gövdesini..Beni sana benzettikçe çırpınıp hırçınlaştım,öfkelenip kükredim.Gövdeni yeniden yonttukça ,öfkelerine,sevinçlerine yeniden yön verdikçe bağırıp inat ettin.. Ben senin yatağında sancılarla akardım Aktıkça derinleşirdi kıraçların Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı Çünkü ben vardım sende Ve sen vardın gövdemde Sen mi yataktın ben mi su Bunu ayırt edemedik hiçbir zaman Sanki birlikte yaşanan bu macera hiç bitmeyecekti Bilemedik Konuktuk birbirimize Geçmişten kalan tüm yıkıntıları,molozları da önüne katarak ,her ırmak kendi yatağını kendisi açar. Aşk ki, en büyük arınma ve dönüşümdür.Anlatıldığı gibi kibarlıklarla bir yol açılamaz sevgilinin toprağından kendine.Bir fırtınadır,kasırgadır,depremdir,kavgadır .Kolay olmayacaktır katışmak. Aşk bize kendi sınavını verdirmeden sunmaz güzelliğini.. Yaşadığımız dünyada zorunlulukların bir araya getirdiği insanlardan seçtik eşimizi,dostumuzu,arkadaşımızı,sevgilimizi ve düşmanlarımızı..Aynı okulda okuyan çocukların arkadaş seçmesinden farksız.Yaşam ve koşullar bir araya getirdi bizi..Kuşkusuz yeni atanmış bir memurun gideceği yerde,o gitmeden önce dostları ve düşmanları hazır bekler.Yaşam bir seçmeler zinciridir başından sonuna…Biz neysek ona göre ölçüp biçiyoruz seçeneklerimizi;yine de onları belirleyen biz değiliz.Vardığımız her menzilde veya zaman diliminde bizi hangi seçeneklerin beklediğini bilemiyoruz..Başkaları da olsaydı kuşkusuz,sevgililerimiz de dostlarımız da farklı olabilecekti.. Akrabalar,seçmediğimiz insanlarımızdır;eşimiz dostumuz ise kendi seçtiğimiz yakınlarımız. Sistemin bizi mahkum ettiği koşullar bir yana,bizi mutsuz edenler seçtiğimiz ve seçmediğimiz yakınlarımız değil mi… Su yolunda akarken nelerle karşılaşacağını bilemiyor;granitler,kefenk setleri,ozalit ,kum ,kireç taşı ve kıraç toprak..Her biriyle farklı oluyor macerası ve her biri karışıyor kanına.. Kuşkusuz seni var eden asıl şey benim asla bilemeyeceğim,benden önce yaşadıklarının toplamıdır..Kimi zaman birilerini yüreğinden bir diken gibi çıkartıp atarsın;acı verir.Bazan dikenin ucu kırılıp kalır etin içinde;orada irin bağlar,sancıtır... İstemli veya istem dışı ,birinin yalak gülüşlerine yansıyan iğrençliklerine katılmış ,irinini yalamışsındır yarasından,içinde akan kimyasını çıkartamazsın birilerinin… Farklıdır her insanın insanlarla macerası.Onurunu satanı,namusunu hiçe sayanı tanımak kolay değildir.Kurumuş bir yaprağı yeniden yeşertmenin imkansızlığındadır saf duyguları yaşatabilmek yüreği bataklıklardan gelenlere...Toprağımıza kuru yaprağını dikenler ,onu kurutanların kurbanı olarak ,bizde çürümelerini yaşarlar ..Suya düşen her canlı yaşamaz.. Çürütmelerin de ustasıdır su,kıyıya vurmaların da,yaşam gibi…Şüphe duyulması gereken şüphecidir.Derin sırlar saklayan,derin sırlar arar davranışlarında.Sana aşkla katılan bilir nasıl akacağını;gönül kendi toprağını oraya gelmeden önce de tanıyabilir çünkü.Bir türlü gönlünce sarmaşamayan yatak ve su gibi yaralar birbirini,ya toprağı veya suyu aşka ait olmaktan çıkanlar…Akılla aranan aşk bir türlü bulunamaz. Alışkanlıklar şu ana taşıdığımız varlığımızın bir parçasından başka nedir ki. İyiyi güzeli bulacağım diye olmadık deneyimlerde bulunanlar kirlendiklerini bilmeden aşkın havuzunu ararlar..saklanmaya çalışılan kir kokar. İnsanların bobine,cıvataya dönüştüğü;ezberletilmiş mutluluk ve aşk reçeteleriyle bedenlerin peşkeş edildiği ,kula kul olunan kapitalizmde masumiyetler yitip gitti. Oysa aşk kaynağından yeni çıkan su kadar masumdur. Irgatların gövdesi taş altında biten otlara benzer.Ne güneş görebilir doyasıya ne nefes alabilir.Kölelerin ve efendilerin gövdesini farklı büker zaman ve yaşam.Bütün gövdeler bir gün buluşacak toprakla;ve fakat bu kalıbın isteklerini karşılamak için yapılır onca hırgür.Elbette yaşamak budur.Gövde susmadan ruha yardım etmek çileci azizlerin işi olabilir.Ancak sayısız güzelliğiyle her dem kendini tazelemeye çabalayan yeryüzü,canın giysisi bedenin isteklerine amadedir.Bütün iş hırsı azgınların başkalarının hakkını gasbetmesiyle doğan adaletsizlikte,insan kalabilme hüneri.Kimisi yaşamak için,hakkını ister de bir türlü vermezler ona.Adaletin olmadığı yerlerde ilişkilerin insanca olması ne kadar zordur.İsteklerimizin havuzu,çoğu zaman dipsiz bir obruktan başkası değildir.. Kendi arzularının ipinde kendini ve başkalarını boğanlar,asla öğrenemezler,aşkın üzerini tatmin edilebilir hiçbir aç iştahın kapatamadığını. Oysa aşk belki de suyun evrensel macerasında edindiği kendine özgü ve ebedi taddan başkası değildir.Su aşkı taşır başlangıçtan sona ve sonsuza. Aşkı ,görüntülerin aldatıcı büyüsünde,hır gür içinde sevişmelerde,kaçamakların gizemli çılgınlığında arayan , hayal kırıklığı içinde yeni bir yolculuğa çıkacaktır;bir türlü konaklayacak bir gönül bulamamanın acısıyla.. Dilinde, yalnızca hoşnutsuz bir konukluğun ,unutulması gereken kekre tadıyla... Sadakat yüreğine kurduğu binayı kolayca yıkıvermez giden yarin ardından.Burada işimiz bitti diye başka ufuklara koşarak avunamaz.Yüreğine aşkın binasını dikenlerin aşkı karşılıksız kalmayacaktır,bu kadar nankör değildir aşk.Siz sahiden de onun için yüreğinize bir bina mı diktiniz?.Ya önceki aşklarınız,onların binaları ne oldu?Eğer öyleyse içiniz moloz dolu demektir.Bina içinde eşyaların da olması gereken bir yapıysa, bedeli ,masrafı var demektir bu işin.Oysa,aşkın binası ,yüreğin kendisinden başkası değildir.Bu nedenle her defasında ayrıntılarda aşklarınızı boğazlıyorsunuz demektir.İçiniz ceset dolu.Büyük olasılıkla da aşk diye yaşadıklarınızın yerini yüreğinizde farz etseniz de, aşk değil, sizin tutkularınıza ördüğünüz zindandır yalnızca… Sadece ışık vuran yanları yoktur dağların,sadece çiçekli yamaçları yoktur..Arka tarafında dik kayalar ve erimeyen buzullar da vardır..Buzul yanlarına küserek sevilmez dağlar..Kara günlerinde yaşamını izlemekte olanlarla ateşli öpüşler yaşayamazsın..Kuşkusuz sevgili,senin yaralarının ilacı olarak var olan bir tabip değildir..Ağrılarını bölüşerek seni kazanmak değildir aşkın kitabında yazan ayet.. Ve fakat kayalıkları aşarak varılıyor zirvelere,bunun başka yolu da yok..Dağı tümüyle sevmeyenin dağa dair söylediği ne varsa kendini kandırmaktır yalnızca. Birileri vardır ,belli etmeden kapıdadır gözleri.Yan yollar bulunca kaçacak su gibidirler.Bir türlü ısınmaz kanı size,toprağınıza karışamadan akar.Gidesi olan hiçbir şey yokken basit bir bahane bulur. Asıl bahanesi kendine sakladığı neyse odur . Daha iyi anlarız ayrılıklarda,konukluktur ömrümüz Ve o konuklukta bize konuktur sevgili Bir gün gider Bir gün gideriz Evrenin ortasında yapayalnız bırakıp Geride rüzgârlar kalır Bir de yıldızlar Bir de ışık Bir de gece Bir de su… Adnan Durmaz 12.02.2009
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © adnan durmaz, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |