Paranız varsa toprak alın. Artık üretmiyorlar. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Atatürk, ‘Harf ve Dil Devrimi’ni düşündüğü yıllarda, önce hilafetin kaldırılması gerektiğini biliyordu. Ancak bu şekilde ‘Türk Milleti’ni kendi düşüncesine çekmiş olacaktı. Kim ne söyleyecekse söylesin dercesine daha o zaman, hatta hilafetin kalktığı 3 Mart 1924’ten de önce Arap Harfleri’nden Türk Harflerine geçiş döneminde, Latin harfleri’ne, Türk harfleri diyerek, Milli görüşünü belli ediyordu. ‘Harf Devrimi’nin ilk belirtileri 1928 yılı başlarında görünmeye başlamıştı. 8 Ocak 1928’de Hukukçu ve Devlet adamı Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, Ankara Türk Ocağı’nda Türk Harfleri konusunda bir konferans verdi. Atatürk’ün yönergesiyle bu etkinlikler devam ederken, 8 Şubat 1928’de İstanbul’da Cuma namazlarından sonra ilk defa hutbe, tebliğ dualar okunuyordu. Ve 24 Mayıs 1928’de Latin rakamları, Türk rakamları olarak kabul edildi. 27 Haziran’da daha ciddi çalışmalara geçebilmek için ‘Dil Encümeni’ kurulmuş; hemen ertesi günü de ‘Millet Mektepleri’ hakkında İcra Vekilleri Heyeti kararı çıktı. Ve ardından Halk Dersaneleri ve Konferansları Yönetmeliği yayınlandı. Yine 17 Temmuz’da Başvekil İsmet Paşa, bu konudaki ‘Dil Encümeni’ toplantısına katıldı. Başvekil İsmet Paşa, Atatürk’ten farklı olarak Türk Harflerine geçişte, 7 Yıllık bir geçiş döneminin olması gerektiğini savunuyordu. İsmet Paşa bu konuda önündeki zorlukları şöyle görüyordu: Askeri ve mülki daireler, okullar, Milli Eğitimle ilgili bütün yayınlar, gazeteler, dergiler. Kısaca bu değişim zorluklarının dağ gibi karşısına çıkacağını söylüyor ve: “ Yüzyıllardan beri kullanılan yazı, bundan sonra da pekala devam edebilir. Alimler, bütün okur - yazar kimseler, hece sınıfı çocuklara dönecekler. Yazı değişirse kütüphaneler dolusu basma ve yazma eserlerden nasıl faydalanacak.” diyordu. O zamanki ünvanıyla Gazi Mustafa Kemal, kararından vazgeçmiyor, 9 Ağustos 1928’de Sarayburnu’ndaki gazinoda son sözünü söylüyordu: “...Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir. Yeni Türk Harfleri’ ni her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir millletin yüzde onu, yüzde yirmisi okuma - yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse bu ayıptır...”Age Şapkayı kabul ettirmek için Kastamonu’ya giden Atatürk; yeni harfleri tanıtmak için İstanbul’u seçmişti. Hem de Topkapı Sarayı’nın avlusu sayılan, Saray Burnu’nu. Artık pek çok yere kara tahtalar yerleştirerek, tahta başlarında yeni Türkçe’yle alfabe dersleri verilmeye başlanmıştı. 1 Kasım 1928, Meclisin yıllık toplantısının açılma günüydü. O gün Atatürk açılış nutkunda yeni harfleri gündeme getirerek, bunların arasında özetle şunları söylemişti: “Türk Milleti’nin emeklerini boşa çıkartan, dolambaçlı yol dışında, kolay bir okuma yazma anahtarı vermeliyiz. Bu anahtar Latin Harfleri’nden oluşan “Türk Alfabesi” dir. Meclisteki açılış töreni bitip, meclis toplantısı sona erince, gerekli Encümen toplanarak, mesele konuşulup kararlaştırıldı. Tasarı hazırlanarak, aynı gün meclise sevk edilip, itirazsız kabul edildi. Tarih 1 Kasım 1928. Gazi Mustafa Kemal, bütün mebuslara, kendi bölgelerine giderek, yeni alfabenin öğretilmesi emrini verdi. Bütün devlet görevlileri de, yeni yazıdan sınava çekildi. Artık ‘Millet Mektepleri’ açılmıştı. Hiç okuma-yazma bilmeyenlerden, yalnızca eski Türkçe bilenlere kadar bütün millet okuma-yazma seferberliğine katılıyordu. Yeni yazıyı en kolay öğrenenler de kafaları eski Türkçe’yle karışmamış olanlardı. 'Millet Mektepleri’nin ülke toplumuna büyük faydası oldu. Binlerce kadın ve erkek bu mekteplerde okuma-yazma öğrendi. Bu etkinliklerde Türk kadını da erkeğinin yanında eşit olarak yerini almaya başladı. İşte size o günlerde yaşanan, ‘Millet Mektepleri’nden, bir anı. Selahattin Yavrucuk anlatmıştır: Emine Hanım “Cumhuriyet’in İlanından sonra bilinen Harf Devrimi de yapılmıştı. Alfabenin yeni harflerini öğrenme mecburiyeti vardı. Bunun için okullarda kurslar açılmakta, bu kurslara daha çok kadınlar davet edilmekteydi. İyi ama kadınların çoğu çarşaflıydı. Kıyafet devrimi de vardı nasıl olacak? Çarşafı çıkarıp, manto giyecek, okula öyle gidecek. Mantosu yoksa? Çarşafla gidilecek. Çocuğu varsa? Onu da kucağına alıverir. O günlerde hep bu soru bu cevaplar yaşanıyordu. Sonuçta bunların hepsi olumlu sona bağlandı. Önemli olan okuma-yazma seferberliği’ idi.. Ağabeyim Sami’ yi kucağına alarak, annem de katılmış okuma - yazma kursuna. Okul uzakta değil, hemen evimizin karşısında Devrim İlkokulu. Konu komşu ve çevreden gelen kadınlarla on beş, yirmi kişi olurlar. Komşumuz Emine Hanım da kursa katılanlar arasındadır. Kursa katılanlar A’dır, B’dir diyerek alfabeyi öğrenirken her şey iyi gidiyor da yalnız Emine Hanım biraz geri kalıyor!... Öğretmen bugün yarın öğrenir diye, sınıftakilere okumayı yazmayı öğretmeye devam ediyorsa da, Emine Hanım halen okuyup yazarken yanlışlar yapıyor. Emine Hanım şişmanca olduğu için ona sınıf içinde lakap da takıyorlar; ‘Kasabın Emine’. Hoca, Kasabın Emine’ye özel bir ilgi de gösterir, amacı onun arkadaşlarından geri kalmaması içindir. ’Ha Emine hanım!... Oldu!... Olacak!..’ derken... Sonuçta yazılacaklar da bellidir: Cumhuriyet, Atatürk v.b sözcükler... Genç Hoca: ‘Kalk Emine Hanım Teyze tahtaya! Şunları utandır’ diyerek onu tahtaya kaldırır. Hoca içinden şöyle düşünür: ‘Cumhuriyet’ yazdırsa uzun, ‘Atatürk’ yazdırsa bu defa da Emine Hanım’a zor gelecek!.. Sonunda ona: ‘Emine Hanım! ‘ Ankara ‘ yaz da görsünler!’ der. Emine Hanım bir gayretle yazar tahtaya. Yazar da devamlı karıştırdığı ‘M’ ile ‘N’ harfini yine karıştırıvermez mi? Sıralardan fısıltılar, gülüşmeler... Bu arada: ‘Uuuuu!... İlahi Emine, yazmaz ol!’ sesi... Öğretmeni de: ‘Otur, otur!.. Olmamış’ diyebilir. Emine Hanım’ın tahtaya yazdığı kelime mahalleye yayılır. Kocası da bu durumu öğrenince onu okuldan alır; hatta Emine Hanım bir müddet sokaklarda görünmez. Bu anne sonunda Cumhuriyet’e çok iyi evlatlar yetiştirmiştir. Gazeteci ve şair Fethi Giray, Bekir Giray ve en son 2000 Yılı’nın Ocak ayı içinde kaybettiğimiz Türkiye Şampiyonu atlet Raşit Giray, üç erkek evladıydı.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haydar Köprülüoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |