Her insanda insanlığın tüm durumları vardır. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Bazı yerlerle insanların manevi bir bağı vardır. Benim için de Hacıbayram, semt olarak böyle bir yerdir. Bu semt hem dini bir mekândır, hem de çocukluğumu, gençliğimi yaşadığım yerdir. Her ziyaret edişimde, meydanında, sokağında tanıdık bir simayla karşılaşmak arzusu duyuyorum. Fani âlem bu kadirşinaslığı göstermiyor. Çevresinde, sokaklarında geziniyorum; hâlâ ayakta kalan eski Ankara evleriyle avunuyorum. Hacıbayram Camii ve çevresi köklü özlemimizi gideriyor. Eskinin gizemli havasından bir hayli farklı. Yanındaki mezarlık kaldıralı yıllar oluyor. Yapılan son düzenlemelerle çevresi bir hayli genişlemiş; insan yönüyle de bir hayli değişmiş. Kitap, takke, tespih satanları, çaycılar Mevcut. Caminin çevresinde namaz vakti olsun, olmasın namaz kılan, kılmayan bir hayli insan var. Bir Cuma günü hem namaz kılmak, hem de elimdeki Osmanlı döneminde Kayyım Dede’ye verilen eski Türkçe bir belgeyi okutmak için camiye gitmiştim. Hoca vaazın bir bölümünde şunları söylüyordu: “Caminin içinde ve çevresinde ticaret yapılmaz. Camiler ibadet yeridir, pazaryeri değil, camiye ibadet için gelinir...” “...ibadet yapıldıktan sonra, camide yanındakinin yüzüne bile bakmadan ayrılıp gidenler var! Müminler namazdan sonra yakınlarındaki kardeşlerinin Cuma’larını, birlikteliklerini kutlamaları gerekmektedir.” Bunları anlatırken, namaz vakti geldiği için, sözünü bağlayarak, namaza geçilmişti. Namazdan sonra, elimdeki eski Türkçe belgeyi okutmak için birkaç yere yöneldim. Osmanlı’ca okutabileceğim bir yer, yetkili bulamadım. Camii imamları salık verildiği için, cami yanındaki imamları istirahatına ayrılmış daireye gittim. Burası iki bölümden oluşan, sedirlerle çevrili bir yerdi. Sedirler halı ve yastıklarla döşeliydi. Girdiğim bölümde sedirlerin önünde uzunca bir masa, üstüne de ekmekler dizilmişti. Girdiğim bölümde sarıklı imamlar vardı. Yüksek sesle selam vererek, en yakınımda bulunan İmama: “Bir zamanlar burada yaşayan Kayyım Dede’ye ait bir belge okutmak istiyorum” diyerek, yakınımdaki yaşlı imama uzattım. Uzattığım adam baktıktan sonra yanındakine uzattı. O da bir süre baktıktan sonra, köşedeki arkasına yaslanmış kısa boylu imama götürmemi söyledi. Köşedeki imam, Osmanlıca belgeyi aldıktan sonra, oradakilere Kayyım Dede ve Kayyım Hoca’yı tanıtmaya başladı: “İkisinin önüne bir küfe üzüm koysan bitirirler, bunlar böyle bir adamdı.” Sıra bizim belgelere gelmişti. Camilere çizilmiş ayet gibi, iri harflerle yazılmış, bir çırpıda okunabilen altı sayfa belgelere göz atarak, şöyle söyledi: “Bunları hemen okuyamam, bunun için yüz milyon alırım!” (günümüzde 100 lira.) Masaya dizilen ekmeklerden, ortaya yayılan et kokusundan, yemek yenileceği anlaşılıyordu. Belgeleri elinde tutan imam, belgeleri uzatıp, söze bile lüzum görmeden elinin tersiyle çıkmam için işaret yapmıştı. Yarım saat önce vaazda cami ve çevresinde ticaret yapılmaz diyen hoca’nın kendisi ticaret yapıyor, hemen okuyabileceği birkaç sayfalık Osmanlıca yazının tercümesine, bulunduğu cami çatısı altında yüz milyon lira istiyordu. İmam yarım saat önce söylediklerini unutmuş, sanki o söylememişti. Kendisi söylememiş miydi : “namazdan sonra kalkıp gitmeyin, kardeşlerinizle Cuma’yı paylaşın, tokalaşın, kucaklaşın” diyen. Toplum içinde bulunan sıradan kişiler bile, sofrasına hiç olmazsa buyurun sözlü daveti yapmaz mı? Hele o semtte büyümüş, yıllar sonra oraya gelmiş, yaşlı başlı bir şahsa, git manasıyla elinin tersiyle git işaretini hangi ilmihal, hangi ilim dalı yazıyor. Sakal bırakan biri olsaydım, belki kendilerine yakın görürlerdi. Sıradan vatandaşla, kendilerini ulema, (ilim adamı) olarak görenlerin farkı. Aklıma gelen yaşanmış bir olayı, burada zikretmek isterim. Hali vakti yerinde olan bir zat, Hac dönüşü bir ziyafet tertipler. Sofraların kuruluşuna nezaret ederken, saçlı, sakallı hırpani bir kişinin, bir köşede oturduğunu görür. Bu adam gözüne hoş gelmemiş olacak ki, bir adamına o adamı oradan çıkarmasını söyler. Bu garip ve meçhul adam bu şekilde uzaklaştırılır. Olayı gözünden kaçırmayan, birkaç ulâma, durumu, hac yemeği veren kişiye anlatarak, olayı yadırgadıklarını, verilen bu yemeğin, asıl o kişinin hakkı olduğunu hatırlatırlar. Kovulan kişi aranır ama bulunamaz. Arkasından üzüntü duyulur, yemek de içlerine sinmez. Adamın biri ramazan ayında canı sigara içmek ister. Bulunduğu yer bu konuda çok tutucu olduğu için gözüne kimsenin göremeyeceği ağaçlık bir yeri kestirir. Sigara elinde bu ağaçlık yere geldiğinde kasabanın imamıyla karşılaşır. İmam bir köşede kuşağından çıkardığı dürümü yerken, bizimki de ayrı bir köşede sigarasını tellendirir. Gel zaman, git zaman adam bir yerde imamla karşı karşıya kalır. Biraz da muziplik olsun diye imama oruç bozmanın ne kadar günahı olduğunu sorar. İmam adamı tanır, şöyle yanıt verir: “Oruç bozma sebebine bağlı. Bir kişi zaruretten orucunu bozuyorsa günah yoktur. Keyif için bozuyorsa büyük günahı var.” Fetvasını verir. Çok yakın bir zamanda bizzat yaşadığım bir anıyı da burada anlatmak isterim : Aydın’a bağlı turistik bir ilçenin sahilinde bir cami. Camiler ibadet için yapılır, gel gör ki yaz sezonunda Cuma namazları hariç, beş-on kişi olan cemaati, kış aylarında kayıp, olursa bir veya iki kişi, bazen de hiç bir kimse yok. Hoca Mersedes arabasıyla geliyor, tek başına namaz kılıp ek işlerinin başına dönüyor. Bu durum ilçe müftüsünün kulağına gidiyor. Müftü yeni haberdar olmuş gibi Hoca’yı makamına çağırarak böyle bir durumun olup, olmadığını soruyor. Hoca tabi aksini söylüyor. İlçe Müftüsü : “Bana cemaatinden iki kişi getir, arkanda namaz kıldığını söylesinler” Hoca apar topar tanıdığı namaz kılmayan iki kişiye durumu Anlatarak, müftünün karşısına çıkarıp Müftüyü de, kendini de kurtarıyor. Bu iki kişi caminin semtine uğramayan, bar işleten alkol kullanan kişilerdi. Bunları kitabıma yazmaya çalışırken, İzinsiz açılan Kuran Kursları gündemi oluştu. Bir hafta önce Güngören’de uğradığımız kayıp gibi, Taşkent’te gencecik kız çocuklarımızı kaybettik. Milli eğitimimiz bize verdikleri din dersi yeterlidir. Milli Eğitim Bakanlığı dışında bazı derneklerce verilen eğitimler yasaklanmalıdır. Yurt içinde bu eğitim bakanlık tarafından verilmeli, hacıya, hocaya, bazı kişilere bırakılmamalıdır. Toplum katmanları birbirini tamamlayan unsurlardır. Bu küresel ve ekonomik şartlar, örnek almamız gereken kişileri ve meslekleri de etkilemiştir. Örneğin din görevlilerinin içinde ek iş yapanlar çoğunluktadır. Din görevilerinin asıl işi yaşayan ve ebediyete göçen kişilerin, dini vecibelerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmalarıdır. Bu bakımdan bulunduğu görevleri, kutsallığına yakışmayan meslekleri seçmemeleri gerekir. ‘Hoca’ burada aynı zamanda bir simgedir. Onurunu, şerefini koruyan hiçbir insan, kendine yakışmayan bir işi yapmamalıdır. Saygılarımla.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Haydar Köprülüoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |