Bilmek kadar kuşku duymaktan da zevk alıyorum. -Dante |
|
||||||||||
|
Sana; Kâbe'nin örtüsüne tutunup: Cennetine al beni diye ağlayanlar gibi yalvarmış sevgi alınıp sevgi verilen cennetinde bana da yer vermeni istemiştim sadece. Her tarafı sarkıtlarla dolmuş bedenimi güneş sıcaklığı koynuna alıp eritmeni beklerken, ansızın kayboldun ufuklardan toplayıp ışığını. Keskin bir bıçak gibi gittin. Savaş sonrası oğullarını kaybeden anaların acı feryatlarını bırakıp secdelerime ağır bir zemheri gibi gittin. Ah keşke gitmeyi bilemeyeydin de gidemeyeydin... Ey kapısı benden önce hiçbir beşer için açılmamış mavi renkli cennetim! Ey Naim Cenneti'nin güzelliğinin zekâtıyla yaratıldığı sevgili, nerdesin? Hangi gökyüzüne bakıp hangi hatıraları tutuyorsun aklında? Hangi kayan yıldızın kanatlarına bağladın dalgalı saçlarının gün görmemiş yanını? Hangi şarkılar ‘beni söyle' diye diline sığınıyor, yalvarıyor kalbine? 'Bırakmam' demiştin hâlbuki inanmıştım sana. Çünkü aşk iman etmekti, iman etmiştim sadakatine... Heyhat, yeni doğmuş fidanım, duramadın köklü çınarlar gibi bulunduğun toprakta. Bir ateş parlaması, bir deprem titremesi, bir rüzgâr inlemesi gibi esip gittin dünyamdan, 'Gülü susuz beni aşksız bıraktın Ebruli. Ben bu gün köklerimi koparıp gövdemden, bir şehir gibi peşinden sürüklenirken, sen buzdan bakışlarınla paletler sürüyorsun üstüme. Ben; 'izin ver ikimizi de içine alacak bir cennet var edeyim, kudretimin nelere kadir olduğunu göstereyim diye yalvarırken kapında, sen tenezzül etmiyor, görmüyorsun halimi. Ben, sana yakın olmak için gölgelerinle sürünürken ardından gizlice, sen güneşli havları tercih ediyor mahrum bırakıyorsun kendinden bilerek. Arsız bir derviş gibi diz çökmüşüm kristal mabedine kaçma. Dökmüşüm içimde biriken günahlarımı secdeye. Tövbelerimle yıkamışım günahkâr yanlarımı. Hiç çekinmeden; 'Ben O'nun günahıyım' deyip çıkarıp elbisemi çırılçıplak gök kubbeye asmışım. Bak, safran kanatlı kuşların gümüş gagalarında taşınıyor masumluğum ebruli. Ben modern çağın ihtiraslarında değil Medine ezanlarının kutsal kollarında büyüttüm bu eşsiz sevdamızı. Yedi uyurların kalplerine gizledim sevmelerimizi, bu yüzden uyanamadılar rüyadan. Yakub'un sevdasına, Yusuf'un kovasına Züleyha'nın rüyasına sakladım öpüşlerimizi. Sevgimizi sürmeseydim Havva'nın çehresine, ne Âdem yasak meyveden yer, nede kurtlar toplanıp Yusuf'un Yakup'una giderdi. Zannetme yorulurum sevgili... Zannetme 'Sa'y etmekten kaçınırım ben seni. Bu kaç yüz bininci kez dönüşüm etrafında bir bilsen. Bir bilsen bu kaçıncı çaresizliğim Safa ile Merve'nin arasında koşarken yaşadığım... Ayaklarım şerha şerha yarıldı, tuz döküldü kanayan yaralarımın kapı aralığına. Islak saçlarının dalgalı yanlarını dökerek temizledim yaramı. Gönlümün İsmail'ini yerlere çarpıp zemzemlerle yıkadım acılarımı ebruli. Bir Mekke yalnızlığı yaşıyor şimdi yüreğim. Yetmiş değil, yetmiş bin taş attım içimin putlarına. Yeter artık, devrilecek şeytanım kalmadı Ebruli! Harem sınırları içerisinde kestiğim bu kaçıncı kurbanım bir bilsen? Bu kaçıncı adağımı göklere ısmarladım. Kanımı değil Ebruli, gözyaşlarımı akıttım yedi deniz içime, kurban ettim nefsimi isteklerine. Yalın ayak baş açık senden başka her şeye örttüm kendimi, haram kıldım sevgili. Ah benim yarım kalan sevdam ah! Benim eksik çığlığım, kalp kırığım, yaman ayrılığım ah. Sen yokken, ben sensizliğe ıslık çaldım her gece. Her gece, ‘ihtiyacım varken', cennet bakışlarının örtülerini uyku tutmayan bebeklerin ağlamalarına sardım ben. Tebessümlerinden beslenirken bu kalbim, ben gözlerinin kahve renkli mevsimlerini örttüm üşüyen kelebeklerin kanatları üstüne. Çaresiz bir annenin duaya kalkan elleri gibi açıp ellerimi, gözlerinden martı gülüşleri biriktirdim heybeme. Tebessümünün tarif edilemeyen renklerini döktüm gökkuşağının grileşmiş rengine. Tüm kirli yanlarımı senin adınla yıkayıp gözlerinin uçurumlarına astım korkmadan. Yalnızlığıma değil kimsesizliğime, sensizliğe türkü yaktım ebruli. 'Sen dedim sustum, 'Ebruli dedim sustum... içime kuyular dolusu cam kırığı döktüler, getiremedim gerisini ah! Adını yanarak anmak demek, yokluğuna duman duman tütmek demektir. Soylu bir başladırış demektir hayata. Aşk için yapılan tüm Felsefi tanımlamaları isminin dört harfine bağlayıp sallandırmak demektir. Unutmak demektir her şeyi. Bilememek bildiklerini, anlayamamak anladıklarını, hissetiklerini söyleyememek demektir. Yeryüzünün kendi içine kıvrılıp bir Mevlevi gibi ekseninde dönmesi,dört harfin dışındaki tüm harflerin ölmesi, çiçeklerin utanıp solup sönmesi demektir. Ey kırk yıllık nasır bağlamış yüreğimin kanayan yaralarına merhemler çalan Meryem yürekli ak güvercinim! Ey kalbimi alarak uzak ülkelerin yasaklı kentlerinde yüzyıllık uykulara yatan nazlı gelinim, her şey sen oldun şimdi. Kim gülerse gülsün artık, tebessümlerinde sana bir yol buluyor, her bakışın arka sokağında senden işaretler yakalıyorum. Masum bebeklerin içli tebessümlerine saklanmışsın yar. Sen, düğün akşamlarında duyguları ıslanmış bir gelinin masum dudaklarında gizlisin. Ona ilk defa dokunacak delikanlının özleminde saklısın. Aşk ırmaklarında yıkanıp çıkmış gibi Firdevs kokar ellerinin renkleri. Gülüşün, güneşlerle, yoğrulmuş kar denizlerinde savrulmuş gibi beyaz bir fırtına gibidir. Uzak diyarlarda kervanlar yol bulur gülüşünün ışığında ebruli. Her sabah beyaz kanatlı kuşlar gözbebeklerinden parıltılar soluyup çığlık çığlığa gökyüzüne uçarlar. Konuşman, sadece cümleleri dans ettirir gibi kullanman değildir. Sen konuşunca harfler birbiriyle öpüşür kelimeler birbiriyle sevişirdi Ebruli. Sen konuşunca, İsmail'in ayaklarına yürüyen yağmurlar, gözbebeklerinin uçurumlarından üstüme dökülürdü ah. Ezberledim seni sevgili. Hem de nasıl? Hatmettim bakışının içinde yatan çocuk gülüşlerinin tüm surelerini. Sayfa sayfa belleğime kazıdım kadife ellerinin süt kokan yanlarını. Her santimetre kareni tertip ve kıraate uygun okudum. Nereden okumaya başlamamı istersen iste, okurum şimdi seni ben. Bende, hangi sayfayı çevirirsen çevir sen çıkarsın karşına. Hangi noktayı kaldırsan kaldır gülüşünü görürsün ardında. Sen gittin... Ve ben derin ve soğuk bir kuyu boşluğu, sensizliği yaşadım her gece. Senin olmadığın bir âlemde cenneti yaşamaktansa olduğun bir yerde Cehennem'i yaşamayı daha çok sevdim Ebruli! Yazdıklarımın seni tanımlıyor olamaması seni üzmesin sakın, incitmesin kalbini. Biliyorum, sana yazılan her cümle eksik, seni şekillendiren her boya renksiz, seni büyütmeye çalışan her dua yetersiz, seni tavaf eden her beşer içtensiz, kısık bir yakarış Ebruli. Bekle az kaldı, Aşk ki beni dünyanın en zengin fakiri yaptı. Seni O'nun istediği gibi anlatmama az kaldı. Az kaldı eşsiz güzelliklerini varlığın maverasına çizmeme çok az kaldı Ebruli. Az kaldı, ey yitik sevdam Ebrulim. 24 Haziran 2012 - 01.45
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nail Varal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |