Seninle nasıl anlaşayım, hav hav diyerek mi miyavlayarak mı? Tek derdin yemek, içmek, sevişmek. Bunca romana, şiire, daha birçok esere ve hatta insanlığa araç olmuş bir dille seninle anlaşmak istemem. İnsan kelimelerle düşünür. Senin düşünce kapasiten olmadığına göre koca bir dili sana heba edemem. Zaten üç beş kelimeden anlarsın, tıpkı bizim fino gibi. O da senin gibi roman okumaz, şiir dinlemez, bir şarkı bilmez. O sadece oynaşmayı bilir, tıpkı senin gibi. Sanma ki sadece nehir kenarları, deniz kıyıları, dağ yamaçları işgal edilmiş. Duygular da işgal edilmiş. Her yer duygu gecekondularıyla, plazalarıyla, köşkleriyle dolmuş. Yüreğimi koyabileceğim, bir avuç yer kalmamış. Bir gecekonduluk duygum vardı. Sarayların yanında boş kalmış. İşgal edilmiş, aşklar, sevgiler, eller... Kimin eline tutsam, o elin avuçları insan çığlıklarıyla dolmuş. Herkes şair, yazar, aşık, maşuk olmuş. Bana yer kalmamış. Tükenmiş dağ yamaçlarında ağaçlar, tükenmiş yüreklerde ilkbaharlar... Her yer betonlaşmış. Kaskatı kesilmiş beyinler. İnsanlar önce taş kesilmiş, ardından kaldırım olmuş, daha sonra ise yol vermiş gidene, gelene hoş geldin demiş. Sözler tükenmiş kelime ormanında. Baltalanmış, talan edilmiş cümleler. Yerlerine dikenler, bodur ağaçlar, eğretiler bitmiş. Ot diyenler büyük laflar etmiş, diğerleri de sığır gibi dinlemiş. Tıpkı senin gibi olmuş herkes. Seninle nasıl anlaşayım, hav hav diyerek mi miyavlayarak mı? Tek derdin yemek, içmek, sevişmek olmuş.