Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
Montumu aldığım gibi fırladım evden. O anda anladım, çok kötü bir fikirdi. Khalkedon'a doğru yürüyebildim ancak, çokta yürümüş sayılmazdım ama, bir iki kadeh içip ısınmalıydım ya da efkarıma yenik düşmeliydim. Kapıda her zaman ki gibi güler yüzlü bir çalışan, "Hoşgeldiniz, efendim" deyip beni içeri aldı. "Sigara kullanıyor musun? " "Evet!" dedim. Beni tam kafamın üstünde ufo olan bir yere oturttu. Menüyü önüme koyan garsona "Bir bira" diyebildim. Etrafımda, yaşlı insanlar anılarını anlatıyor önlerinde rakı bardakları. Anlatacak yılları var, ötemde iki sevgili sorun her neyse baya da karışık gözüküyor. Kız elini kaçırıyor belli ki çok acımış canı, Delikanlı da ısrarlı kaybetmeye niyeti gözükmüyor. Salonun diğer başında bir kız, tek başına. Elinde bir şarap kadehi. Kaybolmuş karanlığın kargaşasında belli. Ne yaşlı delikanlıların muhabbeti ne de iki sevgilinin sesini duyuyor. Biramı koyduğunda garson önüme teşekkür edip, uzaklaştırdım onu masamdan. Başka bir arzunuz var mı demesine kalmadan. Nazarlarımı çevirdim yeniden o'na. Gözünden akan bir damla yaşı gördüm nedense sonra, fark ettim. Bir anda kalbime bir bıçak saplandı. Hafifçe ve gizlice ayırdı gözyaşını yanağından. Masada bir peçete aradı gözleriyle, o an yerimden kalkıp uzattım aradığı peçeteyi. Başını yavaşça kaldırıp, gözleriyle gözlerime baktığında "hissettin mi sende ?" demeyi istedim. Tanıyorum ben seni, ama... Teşekkür etti. Geri döndü, düşüncelerine. Masama gidip, bardağımı ve montumu alıp geri geldim masasına. Tam karşısına oturdum. - Sigara alır mısınız dedim. Kaşlarını çatıp döndü, kızmadı ama kızmış gibi davrandı. Umursamadım, ya da alınmadım. Ve devam ettim konuşmaya. - Bu gece, bu masada konuşulan her şey burada kalır. Yarın ben seni, sen beni hatırlarmazsın. Büyük olasıkla sustuğumda zaten yiyeceğim tokattan sonra hatırlamak bile istemeyeceğim ve sen arkanı dönüp giderken söyleyeceğin tek şey " gerizekalı" olacak. Ama ne şurada ki yaşlı delikanlıların muhabbetine katlanabiliyorum, ne de onların ötesinde iki sevgilinin anlamsız kavgasına. O yüzden, tokata rağmen, Ben Arda. Çok uzun bir cümle kurup aklını karıştırdığım belliydi, ama tokat yemeceğimi fark etmiştim. -Hep böyle düşüncesizce mi hareket ediyorsun ? -Hayır, aslında yerimden kalkıp tanımadığım birine yardım ettiğim olmuştur ama utanmadan bir de kalkıp masasına oturmamıştım. -Neden buradasın ? -Gidebilirim. -Evet.. yani hayır.. -Hep böyle kararsızmısın? -Hayır, ama şu an bilemiyorum. -Rahatsız olduysan hala masam boş. -Seni tanıyormuyum ? -Hayır. -Sen beni tanıyormusun ? -Hayır. -Şaka falan da değil o vakit ? -Hayır tabi ki. Bu ülkede fazla kamera şakası yapılıyor. -Peki.Seda ben de memnun oldum. -Ben de. Konuşmaya niyetli ama bu kadar suskun olmasına şaşırmıştım. Çekindiği kesindi, ama konuşmaya ihtiyacı olduğunu anlamak için cidden aptal olmak lazımdı. Battı balık yan gider, Arda dedim kendime. -Sen iyi misin ? Dert tasa ya da acı nedir bu hale sokan seni ? Şaşırmış bir surat ifadesiyle baktı bana. -Hayat işte. -hmm. Yaşlı delikanlılar gibi hayat diyorsun. Oysa ki ben iki sevgilinin ki gibi sanmıştım.. Yanılmışım. -Gidicekmisin ? Ve sorun anlaşılmıştı. Gidenlereydi hüznü. -Hayır. -İyi. Tanışalım mı dedim. Kafasını salladı sadece. O sırada garson geldi, birer tane daha dedim. - Beni aldatıyor sanıyorum, yani galiba. Yani tam bilmiyorum ama öyle sanıyorum. - Kim ? - Nişanlım. - Nişanlın.. hmm neden böyle hissediyorsun ? - Yani, biz hiç.. ya işte.. - Anladım. - Aldatılmak sayılıyor mu ? - Sayılıyor, seni bekleyebilir. Ya da bu sorunu sana anlatabilir. Sonuçta sevgili değilsiniz, hayat arkadaşı olmaya adaysınız. - Evet işte bende bunu diyorum. - Bunu ona söyledin o vakit. - Evet, saçmalıyorsun Seda dedi. - Hm.. - Kesin bir şey var. "Saçmalıyorsun Seda" yerine hayır tabi ki de diyebilirdi. Ama demedi. - Ne mezunusun sen ? Psikoloji mi ? - Hayır, da ne alakası var ? Anlamadım. - Hayır tabi ki deseydi bu sefer neden böyle söyledi diyecektin, ama hayır demeyecektim diyorsan belki de doğru söylüyordur. - Al işte, hepiminiz aynısınız. Birbirinizi koruyorsunuz. - Hoop! Kimse korumuyorum sadece olanları farklı bir gözle çözmeye çalışıyorum. Ne bu hemen yapıştırdın damgayı. - Özür dilerim. - Dileme. - Peki. Ama haklıyım, var bir şey. - Yok demiyorum ki zaten, ama bence kurgulama yapmadan önce sorularla değil ama davranışlarıyla öğrenebilirsin. - O zaten değişti, daha bir çok arıyor ya da bir güzellik yapma telaşı. - O zaman neyi konuşuyoruz ? Sonuç belli. - Ben bu adamla evleniyorum altı ay sonra!. Söylenecek bir şeyin olmaması da tam bu işte. - Sustun ? - Hayatına müdahale etmek istemedim. - Onun çok geç değil mi ? - Pardon, anlamadım. - Bu masaya oturmadan önce düşünecektin, artık geçti. - Günah keçisi aranıyor yazsaydın daha iyidi sanırım. Bir kahkaha patlattı. - Haklısın sanırım. - Yürüyelim mi ? - Olur. Hesabı öderken aramızda yaşanan ufak bir karmaşayı atlattıktan sonra, Kalamış'ın sessiz caddesine attık kendimizi. Çünkü bu soğukta bizden daha delisi yoktu."Biz?!" - Kimsin sen ? - 1977 Ankara doğumluyum, Ama 1993den beri İstanbulda yaşıyorum. Ailemin işi nedeniyle buraya taşındık. Marmara Üniversitesi, Uluslararası ticaret bölümü mezunuyum. Özel bir şirkette ithalat uzmanı olarak çalışıyorum, altı sene oldu. Ya sen ? - 1980 İstanbul doğumluyum, Bahçeşehir üniversitesinde Radyo ve televizyon okudum. Bir yapım şirketinde çalışıyorum bende. Hiç sormadım, bekar mısın ? Güldüm.. Evet diyebildim. -Neden güldün ? Komik mi ? - Hayır, bu yaşta bekar olmak komik artık sanırım. - Sen onu bana sor, arkadaşlarım evlendi çocukları var. Ben hala nişanlıyım. O da zor yani. - Zor derken ? Görücü usulü mü yoksa ?.Hala gülüyordum. Elinin tersiyle göğsüme bir tokat attı. Sustum.. - Hayır tabi ki. Arkadaştık sonra sevgili olduk, sonra geri arkadaş olduk. sonra ailelerimiz karar verin deyince, nişanlandık nasıl ? - Mükemmel. Ne kadar yol yürüdüğümüzü Fenerbahçe buruna geldiğimizde anladım. Garipti ki, yanımda hiç tanımadığım biriyle hiç üşümeden ve sıkılmadan geldiğim onca yol. Konuşuyordu hala. Sanki yıllardır hiç kimse "Hey nasılsın" dememiş gibi. Nişanlısıyla başladık, ailesi yaşadıkları, okul hayatı iş hayatı derken sonunda varlığımı fark etti. Sanırım. - Ya sen ? Kimsin nesin ne iş yaparsın ? Hep böyle susuyormusun ? - Hangisinden başlasam bilemedim şimdi.. - Kolayı seç, hepiniz böyle yapıyorsunuz. - Hepimiz ? ! Yine damgalandım sanırım. - Kararsız mısın sen biraz ? - Bunun birazı mı olur. - Oluyor demek ki. Anlatıcak mısın, yoksa oyalıyormusun? - Veee bir soru daha.. - Dalga geçme! - Tamam tamam kızma. Böyle sorunca şimdi, bir garip oldu. Aslen Ankara doğumluyum, anne ve babam inşaat mühendisi. Burada bir şirketle anlaştılar ben onbir yaşındayken taşındık. Hiç bilmediğim bir şehir tanımadığım insanlar. O yaşta böyle temiz bir sayfaya ihtiyacım varmıydı bilmiyorum. Ama tartışamadım. Her neyse, yeni hayat yeni insanlar, ve tabi ki kargaşaya bende dahil oldum. Aslında daha otoriter bir iş hayatı istiyordum, insanlar beni dinlesin bana ihtiyaçları olsun ne bileyim belki bir banka çalışanı ya da bir iş sahibi olmak gibi. Ama olmadı, İstanbulda değişen ben miydim yoksa zorunda mı kaldım her neyse de çocukluğumdaki insan değilim. Kararsızım evet haklısın, bu an hissettiğimle az sonra hissedeceğim aynı olmayabilir. Her neyse, Uluslararası ticareti kazandığımda bir şey olacağım sandım ne yalan söyleyeyim, çok fiyakalıydı ismi. Değilmiş. Eline bir rulo kağıt verdiklerinde anladım. İş hayatı da istediğim gibi gitmedi, birilerine yandaş ya da yardakçı olmak zorunda kaldım. Yoksa sanırım hala iş arayan 36 yaşında bir boş gezen olurdum. Zorla çalışıyorum desem yeri sanırım. Bazen diyorum, koy verip. Bırakayım her şeyi ama.. - Mesela ne ? - Mesela bir restaurant açmak isterdim. İnsanlar, gelen gidenler, bir koşturmaca. Bir hareket anlıyorsun dimi. - Evet. - İşte bunu istiyorum. Belki yaş 35'i devirdi ondandır. Kim bilir. - Ee sonra ? - Yani ? - Evlenmedin mi hiç ? Güldüm, istemedende olsa. - Sanırım sizler beni pek beğenmiyorsunuz. - Bazen bizlerde kör olabiliyoruz demek ki. - Belki de. - Sorumu cevaplamadın ? - Nişanlıydım bende bir ara. Ama olmadı işte. Kısmet. - Neler oldu? - Çok karışık, ama aşk gerçekten insanın gözünü kör ediyormuş. Bunu test edip onaylamam gerekti sadece. - Anladım. Dediğin gibi kısmet. - Ortak bir arkadaşımızın doğum gününde tanıştık, çok güzel bir kız değildi ama dikkat çekmesini biliyordu diyebilirim. Mantık olarak aynıydık aslında, ufak tefek ayrıldığımız noktalar vardı ama onun dışında aynıydık. Ama hayatlarımız çok farklıydı, ben aile içinde yaşamaya onlarla büyümeye onlarla birlikte olmaya alışmışım. Ötesi tuhaf geliyor, ana kuzusu değilim ama ne bileyim. Böyle görmüşüz işte. Akşam yemeklerini beraber yemek gibi. Belki anlamlı belki de alışkanlık neyse işte. O daha bağımsızdı. Aslında kendi isteğiyle yaşadığı bir hayat değildi, anne ve babası ufak yaştayken ayrılmışlar. Babası armatördü, annesinde bir yemek şirketi vardı. Babasının nerede olduğunu hiç bilmiyordu bende onca sene hiç öğrenemedim. Arada bir arar iyimisin der kapatırdı telefonu. Bir de hiç aksatmadığı banka ödemeleri vardı. Evin kirası, harçlığı vs bunları atlamıyordu. Annesi ise, işten eve evden işe. Sonralarından hayatına biri girince bir sabah ben işe gidiyorum diyip çıkmış evden gidiş o gidiş. Şimdi böyle anlatınca çok korkunç geliyor. Bir de yaşayınca sanırım hak vermek lazım. Bende öyle yapmıştım. Ama gösterdiğim ilgi ve şefkatın sonunu aldatılmak olarak alınca açıkcası biraz bozuldum. Ama onun tarafından bakınca, şefkat ve ilgi ne olduğunu pek bilmediği iki kavram. Neden diye soramadım açıkcası. Sadece mutlu ol diyip çıkabildim hayatından. Şimdi nerede ne yapıyor, bilmiyorum. Ama umarım mutludur. - Annesine inanamadım ya. Yuh ya öyle de gidilmez ama. Resmen terk etmiş. Babasının yaptıklarına kızarken aklımdan annesi. Söyleyecek kelime bulamadım. - Bir masal gibi geliyor, ya da uydurma bir hikaye gibi. Ama karşındaki insan bunu yaşamış ve anlatırken evdeki o anları bile hissedebiliyorsun. Bilmiyorum, onun yerinde olsam bende sanırım onun kadar bağımsız olurdum hayata karşı. - Saat kaç ? - Aaa!. Sanırım devam edersek kahvaltı için ideal bir yer. Pardon, gece 2:45 - Vayy o kadar olmuş mu. Hiç anlamadım. Biz ne zamandır yürüyoruz ? ve neredeyiz ? - Fenerbahçedeyiz, ama sanırım kalamıştan kalkarken saat 1 civariydı. Seni bırakmamı ister misin ? ya da en azından sana bir taksi çevireyim ? - İyi olur, ya da.. - Ya da ? - Boşver ya. Yarın nasılsa tatil. Bırakalım bugün de böyle olsun. - O zaman gel de açık bir yer bulup bir iki bardak çay içelim. Yoksa donacağız.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Işıl Uluocak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |