Kurguyla gerçek arasındaki ayrım, kurgunun mantıklı olmak zorunda olması. -Tom Clancy |
|
||||||||||
|
Ancak, alternatif kutlamaya geçmeden önce, 8 Mart’ların tarihsel gerçekliğine ve kadınların toplumsal yaşamda aldığı konuma ilişkin değer yargılarına değgin yaralara biraz tuz basalım. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Birlik Mücadele ve Dayanışma günü olan 1 Mayıslar kadar derinliği olan uluslararası günlerdendir. Bu yanıyla her iki gün de, umutları tüketerek günü kurtarmanın derdine düşen milyonların ve milyonların çarşı- pazarı doldurarak işporta tezgahlarındaki malları kapıştığı uyduruk günlerden ayrı tutulmalıdır… Ne var ki, bizim gibi toplumlarda ve bizden daha beter olanlarda bu önemli günleri adına ve anlamına yakışır bir şekilde yığınsal kutlamanın olanağı yoktur! Bu günleri kutlamaya kararlı sivil toplum örgütlerinin yöneticileri, kutlama yapacaklarını bir basın toplantısı ile duyurduklarında, devlet büyükleri, vali emniyet müdürleri marifetiyle güvenlik kuvvetlerini, kutlamaya katılacak olanları haklamak için bilemeye başlarlar! Bunu ardından alan, meydan ve güzergâh pazarlıkları başlatılır… Amaç, 8 Mart ve 1 Mayıs’ ın kutlanmasını sabote ederek katılımcılara gözdağı vermektir. Kutlama bu aşamada önlenememişse, bu kez de provokasyon çığırtkanlığı yapılarak sonuç alınmaya çalışılır! Böyle eylemlerde, eylemciler arasına salınmış ajanlar yoksa, katılımcıların olay çıkarması demek, bindiği dalı kesmek anlamına gelmez mi? O halde, katılımcıların olay çıkmasını istemeleri düşünülemez! Bir kutlamada olayların çıkması, kimlerin işine gelir sorusuna mantıklı bir yanıt bulmak gerekirse, şunu diyebiliriz: Bu ve benzer kutlamaların, adına ve anlamına yakışır bir şekilde kutlanmasını engellemek için bin bir güçlük çıkaran güçler, o kutlamada çıkması kuvvetle muhtemel olayların da düzenleyicisidirler!... 1 Mayısları ve 8 Martları ilahilerle kutlamaya kalkışarak, tarihsel köklerinden saptırmaya kalkan karanlık güçlerin varlığı da unutulmamalı!... Bu iki güç sinsi sinsi güç birliği içindedirler… Büyük kentin kıyı mahallerinden olan Ebedi Müebbet mahallesinin üç kadını vardı. Habibi Külahşör’ ün eşi Fırtıklı Fikriye, İstinat İstifade’ nin eşi Nurbade ve Müşkülat Acıçekirdek’ in eşi Döndü… Bu kadınlar’ ın onbeş onaltı yaşlarına gelip de bakliyat depolarında ve meyve bahçelerinde çalışmak veya çocuk bakımı, ev temizliği gibi işlere gitmeye başladıkları yıllara kadar kendilerine ait yeni bir giysileri bile olmamış, kendilerinden küçük kardeşlerinin eşten, dosttan sağlanan eskileriyle büyümüşlerdi! Bu tür ailelerin erkek çocuklarının da çevreden gelen eskilerle büyütülmesi olağan karşılanırken, erkek çocuklarına uymayan veya erkek çocuklar tarafından beğenilmeyen, ve hatta öncelikle erkek çocuklarının heveslerini aldıktan sonra istekli giymedikleri giysilerin kız çocuklarına giydirildiği ve erkek çocuklarla benzer yaşlardaki kız çocuklarının buna itiraz edemediği o çevrelerde çok iyi bilinir. Genel olarak erkek ve kız çocuk ayrımının, çocukluk döneminden başlayarak çocuklarla büyüyen çarpıklık olduğuna inanılıyorsa da, bu sakatlığın ana rahminde başladığı ayrı bir gerçekliktir! Bizlerle din kardeşi olan toplumların, keşfinde ve icadında hiç katkıları olmadığı teknolojiler sayesinde, annelerin karnındaki bebeğin cinsiyetini aylar öncesinden öğrenebilmektedirler… Negatif cinsiyet ayrımcılığının başladığı nokta tam da burasıdır. Ana rahmindeki çocuğun cinsiyeti belirlendikten sonra, anne adayına bakış değiştirilerek, yakın geleceğin “ oğlan anası- kız anası !” seçeneklerine göre izlenecek yollar belirlenir… Erkek çocuğu doğuracak anne adayına ayrı bir özen gösterilir, ona göre beslenmesi, ağır hareketlerden kaçınması önerilir… Doğumdan sonra hızlanarak süren bu ayrımcılık, eş seçmeden mal bölüşümüne ve erkeğin yanında yürüme adabından ölüm anına kadar gider oğlu gider! Bu ayrımcılık, dinsel öğretiye göre, ahiret yaşamında alabildiğine boyutlanır!... Bu boyutlanma, ölümlü alemde cinselliğini doyasıya yaşamamış insanların düş gücünün sınırlarını zorlarcasına süslenmiş olarak pazarlanmaktadır!... Bu üç kadın ne kardeşlerinin, ne babalarının, ne de kuzenlerinin, daha sonraları da kocalarının ellerinden bir tek çiçek bile almamışlardı! Aynı şekilde kendilerine iltifat ve teşekkür bile edilmişlik yoktu... Bu kadınlar benzeri milyonlarcası gibi, çocuk çoluğa karıştıkları halde orgazmı dahi tatmamış ve tanımamışlardı! Ailecek dışarıda bir gün dahi yemek yemişlikleri olmamış, mum ışığında çay bile içmemişler, romantizmin yakınından bile geçmemişlerdi… Karşı cinsten iki bedenin bir bütün oluşturarak gerçekleştirdikleri eylemde bu kadınların orgazma erişme arzuları, fahişelikle eş anlamlı algılanacaktır! Korkuları buydu ve bu nedenle en doğal ve gerekli arzularından birini daha bastıra bastıra yaşamı sürüyerek götürmek zorundaydılar!... İki kişilik bu eylemde, bir tarafın tek tüfek sonuca gittiği halde, diğer tarafın yarı yolda kalması, sonuç aldığı sanılan taraf için de berbat bir durumdur!... İçimizdeki bildik akımların din kardeşleri olan kimi ilkel toplumlarda, kadına ‘ sünnet , geleneğinin yaşatılmakta olduğu bilinmektedir! Bu işlem, kadınların zevk duyusunu dumura uğratarak, bir bakıma azmalarını önlemeye dönük bir operasyon olarak, sevap bile kazandırdığına inanılır o toplumlarda... O toplumlarda kadına uygulanan sünnet eylemi, erkek milletinin penisini kesmekle eş değer bir sapkınlıktır. Böyle toplumlarda kadınların bırakalım şen şakrak yaşamalarını, ‘dolu dolu, kahkahalar atmalarını; tebessüm etmeleri bile şeytani bir cilve kabul edilir ve cezasız kalmaz!... Gelelim alternatif kutlamaya.. Evliliklerinden önce de tanış olan Fırtıklı Fikriye, Nur Bade ve Döndü de kutlama bilgisini alınca, ‘ hangi dağda kurt öldüyse, diye düşünerekten 8 Mart gününün akşamı için bir takım hazırlıklara giriştiler. Örneğin, dar bütçelerinin sınırlarını zorlayarak sarmısaklı köfte, ayran ve salata gibi çeşitler hazırladılar. Çerez niyetine de nohut kavurdular, mısır patlattılar. Fırtıklı Fikriye, “ Ben de bir lokma tatlı dökeyim!” diye açıklama yapınca, iş yoluna konmuş oluyordu… Üstüne bir çay demleyerek işi bitirmeyi düşünüyorlardı… Kocalar da ufak-tefek hediyeler alabilirler, ellerinde ikişer tane karanfil maranfillerle gelirlerse ‘ bundan iyisi Şam’ da kayısı , diye içlerinden geçmekteydi. Kadınlar bu işleri kotarırken erkekler de boş durmuyordu. Dışarıda buluşularak birlikte bir akşam geçirilmesi hesaplanıyordu. Bu satırları okuyan sevgili okurların, o akşamın hep birlikte dışarıda geçirileceğini düşünerek kadınlar adına hoşnutluk içindeyseler, durum sanıldığı gibi değil! Bizim kazma kahramanlar, o akşamı erkek erkeğe geçirmeyi plânlamaktadırlar!... Bakın bunun için buluştular ve çarşıya gidiyorlar! Kutlamayı ucuza getirmek için, karınları orta toklukta gelmişlerdi önceden belirledikleri mekâna. Meze niyetine neler yeneceği üzerinde duruldu. Şef’ in önerileri de göz önüne alınarak süzme yoğurt, sucuklu humus, acılı ezme, ton balıkla zenginleştirilmiş mevsim salatası, acılı ezme vs. sıralandı… Sayılan mezelere bakarak, yemekte rakı içileceği ortaya çıktı sayılır! Ama Habibi Külahşör’ ün bir engeli vardı. Bundan üç yıl önce bir şebekenin ağına düşerekten ‘ Hacı olmak , umuduyla sekiz bin lira ödeyerek kayıt yaptırmıştı. Yapılan imzasız bir ihbar mektubuyla korsan firma deşifre oldu. Vatandaşların dini duygularını sömüren şebekeye operasyon plânlanıyordu. Ülkemizde cümle telefonların dinlenerek ihtiyaç sahiplerine bilgi sızdırıldığından, şebeke de bu piyasadan bilgi satın almıştı! Bu nedenle paralarını aldıkları hacı adaylarını alelacele otobüslere doldurarak gecenin bir saatinde Hac yoluna revan oldular! Kırıkhan’ da uydurma bir kamp kurularak hacı adaylarının gecelemesi sağlandıktan sonra ertesi gün kutsal topraklara ayak basılacaktı güya!... Bu serüven sabah olunca oracıkta sonlandı!... Plânlanan operasyon başlatıldığında , korsan firmanın elemanları çoktan tüymüşlerdi!... Gene de Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlattı, korsan firma hakkında yapılan suç duyuruları da işleme konmuştu. İlk adım olarak, soruşturma dosyasının savcısı on gün içinde dört kere değiştirildiği için, o dosya sahipsiz kaldı! Sonunda uygun savcı bulunarak, kazıklanan hacı adayları hakkında ‘ örgüt kurmak ve kurulan örgütü girmek , suçlarından soruşturma açılması sağlandı… İşin buraya gelmesi, kamuoyunda kafa karışıklığına neden olmuştu. Bu kafa karışıklığı A(t)alet Bakanı’ nın açıklaması ortadan kaldırdı(!) Bakan şöyle dedi: “ Yani biz! Şey! Öyle oldu!.. Yaa! Dediğim gibi…Milli irade! Bize göre manidar! Şey gibi oldu!... Şey! Kısaca böyle…” Habibi Külahşör’ ün bu olayın etkisinden kurtulması aylar aldı. Neredeyse, kodese giriyordu. Bir gün İl Müftülüğü’ ne giderek danışmada bulundu; yeterli parayı biritirdiği halde elinde olmayan nedenlerle ‘ Hacı , olamadığını ve durumunu öğrenmek istediğini uzun uzun anlattı… Müftülük yetkilileri, istemeye istemeye, Habibi Külahşör’ ün ‘ yarım Hacı , olduğunu söyleyerek huzura kavuşmasını sağlamışlardı. Burada sayılan nedenlerle, Habibi Külahşör, kendisini ‘yarım Hacı ’ saydığı için “ Madem ki milli içkimiz ayrandır; ayrandan gidelim! ” diye tutturunca Müşkülat Acıçekirdek, “ Ulan hıyarağası! Süzme yoğurtla ayran mı içilir? İlle ayran diyorsan, sen kendine sıkma ve katmer söyle bari! ” diye sesini yükseltmişti!... Konu üzerinde görüş alış verişi yapıldıktan sonra, İstinat İstifade ile Müşkülat Acıçekirdek rakıda karar kılarken, Habibi Külahşör ayranda kalmıştı. . Habibi’ nin gerginliği hiç geçmedi; bol bol meze yedi, ayran içti… Şef garson iki kere masaya yanaşarak, “ aman efendim, bu mezelerle ayrana fazla yüklenmeyin! Çarpar valla!” diyerek uyarıda bulundu, ama boşuna oldu bu uyarı. Gün de bir kere tam ve sağlam öğünle bir ay oruç tuttuktan sonra bayramda yenilen ağır yemek ve tatlılar nedeniyle ortaya çıkan mide fesadı belası örneğinde olduğu gibi, Habibi Külahşör’ ün mezelerde ve ayranda ölçüyü tutturamaması başına büyük dert açtı! Aşırı yükleme yapmasının bir nedeni gerginlik idiyse, bir başka nedeni de, rakı içmemesine karşın, yapılan masrafın eşit bölüşülme koşuluna bağlı, ‘ ne kadar yersem, o kadar kazançlı çıkarım! , dürtüsüydü… O gece Habibi Külahşö’ ün kötülemesi saat 02.00 sularında ortaya çıktı. hastaneye kaldırılarak midesi yıkandı. Müşkülat Acıçekirdek ile İstinat İstifade ise yarı aygın, yarı baygın karakol nezarethanesinde sabahladılar! Günlerinin kutlanacağı beklentisiyle hazırlık yapan kadınlar da lokma tatlı, patlamış mısır, kavrulmuş nohut ve çay falan derken saat 03.30’ a kadar bekledikten sonra bulundukları odada uyuyakaldılar… Kapının koçbaşıyla kırıldığında sabah saatin 0.8.05’ iydi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mudi Beya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |