Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
Aşık aynı zamanda derin bir sabır kuyusudur. Yer yer içindeki aşk ateşinin şiddeti dilini yakıp konuştursa da bir akarsu gibi sevdiğine akmanın yollarını arasa da aşığa ne zaman, nerede ve nasıl bir teslimiyetin halkasına gireceği ilham edilir. Bu sebeple aşık kaderdeki denge sırrını hisseder ve ilk iş sabır ipine, duanın gücüne, teslimiyetin sırrına sarılır… Aksi halde bu dengesizlik hali aşığın ne tembelliğe ne de aceleciliğine tahammül eder. Aşık, aşkı yaşamak için kendi gönlünde bir çıra yakmaya muktedir de değildir. Kalbin yanması, kalbin heyecandan kanı farklı ritimde pompalaması ve bunu tüm zerrelerine hissettirmesi onun iradesinin dışında cereyan eder. Bu akışın sebep ve neticeye bağı her ne kadar görünürde aşığa bağlansa da kader denilen mefhum, aşığın iradesini kuşatır ve kaderde her şey, bir sebebe kayıtlı kalmak suretiyle merhale merhale yüreğin korlaşması ve şekillenmesi devam eder… Bu yanma sevdalandığı kişinin tepkisine göre değişiklik gösterebilir. Örneğin, sevdalanan kişinin bir çift içi ballı, özü tatlı sözü aşığın ruhunun bedeninden ayrılmasına ve bedenin sabit, ruhun ise o an sevgilinin yüzünü temaşa etmesine sebep olabilir. Bu sebeple aşığın günahı da tövbesi de kendine göre bir şekil alır. Aşığın ruhunu yerçekimi gibi dibe doğru çeken hangi günahı ise, oradan kurtulmasını sağlayacak tövbe de aynı doğrultuda aşığın ruhunu eski zindeliğine kavuşmasını sağlayacaktır. Bu bir ıstırap, bu bir dert olmalıdır. Çünkü çivi çiviyi söker. Aşık yerin dibine çekildiği an, tekrar yerin yüzeyine çıkmak ve maşuğun muhabbetine sarılmak için çektiği çile ile doğru orantılı olarak yine günahı çapında bir ıstırap yumağı olacak yürekteki tüm siyah noktaları bertaraf etmesini bilecektir. Bu dikeni sertleşmiş çöl kaktüsünü yutar gibi veya dikenini çiğner gibi acılık verse de katlanabilecektir… Her ne kadar bir dert küpü de olsa aşık, aslında bunca sıkıntıyı sevdiğinin tehlikeye girmemesi için, ya da onun ruh dünyasını bozmamak için en küçük bir tehlike sezdiği an, mukadder neticeyi vukuundan evvel görerek sevgilinin kendisinden uzaklaşmasını sağlayacak ilham edilen yol ve yöntemi anında uygulayacaktır. Sevgili her ne kadar uzaklaşan kişinin kendisi olduğunu düşünse de bu kozu aşık maşukuna tefani sırrıyla aracısız bizzat kendi eliyle teslim eder. Çünkü onun istediği tek şey esasen sevgilinin yüreğinde yanmadık yer bırakmamaktır. İster ki aşk ateşi onu iki büklüm eylesin… Aşık ise bu haldeki maşukun serenatlarını, iniltilerini kendi sinesinde hissetsin. Bu öyle bir haldir ki aşık, maşukunun damarlarında akan kan gibi her hal ve kalini onun gibi hissedebilendir. Bu hissetme her aşığım diyenin elde edebileceği bir seçkinlik değildir. Sıradanlar, böyle bir durumda maşukun ne günahından ne sevabından ne de adanmışlığından bihaberdir. Hatta sahte aşık ve sevgililer, asla bu yangından sadır olan iniltilerin hiçbir durumuna vakıf olamadıkları gibi, kendi günahları için dahi ağlayamazlar. Ruh inceliklerinin şahidi gözyaşlarını ceyhun edemezler. Kendi gözyaslarından meydana gelmiş deryada, tevbe sahiline doğru yelken açmayı deneyemezler. Ve hele insanları aynı sahile doğru arkalarından sürükleyemezler. Halbuki, aşıklar için bunlar, adanmışlığın birer zirvesidir. Ama, yapamazlar, beceremezler, daha doğrusu altından kalkamazlar, dizleri üzerine asla ve katta doğrulamazlar. Allah bizi sahte aşıkların yalanlarından muhafaza etsin… Gerçek aşık, işin ehlidir. O ilahi bir ahlâk ile aynı zamanda bir emri yerine getirmeye gayret göstermeye çalışan yerlidir. Kendisine emanet edilen maşuk da tüm ruhi incelik de, diğergamlık da, basiret, mükellefiyetler ve sorumluluklara gözü gibi bakarak beslemeye çalışır. Bu sebeple emaneti ehli yüklenmeli ve hakkını da vermelidir. Aksi halde naylon asrın ruhsuz aşıklarının payına düşecek olan sadece ihanetin kara lekesidir. En küçük meslek dalında dahi, beceri, hüner ve liyâkat arayan zavallı insanoğlu, nasıl oluyor da bütün bir milletin bazen de bütün insanlığın kaderine, doğrudan veya dolaylı tesir edecek bir vak’a kahramanında aynı beceri, hüner ve liyâkati aramaz ben bunu anlayamadım henüz. Veya çarpık bir aldanışla, arananın kendisi olduğunu sanabilir? Aksine bir emare mi göründü acaba? Cevabı hazır: Aynalar yalan söylüyor, içtimâi şuur beyin felci geçiriyor. Haklı olan sadece o ve onun gibi düşünenlerdir. Nasıl olmasın ki o, gelmiş-geçmis en büyük aşık(!)dır. Aman Allah ‘im, bu ne büyük aldanış ve bu ne büyük gaflettir! Dünyanın neresinde olursa olsun, aşıkların yıkılışı ve yokoluşları hep küçük yalanlarla başlamıştır! Beyaz da olsa yalanlar yerinde kullanıldığı an belki bir mini rahmet kapısını açacıktır. Ötesi Gayretullah’a dokunacaktır. Allah, tüm aşıkların gönlünde yanmadık yer bırakmasın… (Amin)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |