Ben bir öğretmen değil, bir uyandırıcıyım. -Robert Frost |
|
||||||||||
|
İnsan ilk aşkını unutur mu? Unutur! İnsan 14 yaşınayken aşık olduğu ilk kızı unutur mu? Unutur; çünkü çok şey yaşar durur, hayata tutunma çabası verir, öyle büyük acılar dramlar yaşar ki, iş bulma çabası, sürekli sömürülür, çalıştığı halde parasını alamaz, patronlar işçinin parasını kesmek için sebepler bulur! 14 yaşındaydım, koca okulda, ortaokul ve lisede bir tane güzel kız yoktu, derken birini fark ettim, benim kuzen Fatih’in sınıfında okuyan kız Nurgül! Yeşil gözlü, küt saçları küt kesim zarif bir kızdı, sürekli onu görmek istiyordum, orta birdeydi, ben orta iki. Teneffüs oluyordu, o arkadaşlarıyla voleybol oynuyordu, ben izlemedeydim, hep böyle, peşindeydim, halk dansları topluluğundaydı, kuzen Fatih’le, kuzene onunla ilgili sorular soruyordum, benim piç kuzen bana uyduruk hikayeler anlatıyordu, bir keresinde bana şöyle dedi; “ben onu siktim, ağaç kovuğunda.” Ya şoke oldum; mahvoldum, Nurgül nasıl yapar bunu, tabi nerden biliyorum piç, o yaşta ruh hastası olmuş kuzen yalan atıyor, irdelemeye başladım, nasıl yaptın ne oldun, inanmak istemiyorum ama yalan attığını seziyorum, benim kıza göz mu koydu yoksa, öyle bir durum var, bahçeli evin…inek bakılan evin…incir ağaçlarıyla…bir sürü ağaçlar çevrili evin…o muhteşem evin.. içinde yer sofrasında hamsi kızartması yediğim, helva yediği.. o helvalar muhteşemdi, bizde olmazdı, onlarda olurdu, onların babası işçiydi, maaşı iyiydi, bizim babamız memurdu, o incir ağaçlarına halamdan izi alıp özellikle sonbahar günleri.. serinlik..yağmur..ağaçta incirler çürümekte.. kimse toplamıyor..bir ben izin alıp çıkıyorum, halam derdi; “yiyeceksen mutlaka izin ister; veririm; ama izinsiz çıkma.” Siyah önlük giymekteyim o zamanlar boktan siyah rengi şarttı, beyaz yakalı. Ufak ağaçlar ama büyükleri var, tırmanıp incir yiyorum, okuldan dönmüşüm, incirin tadı kozmik, tıka basa yiyorum, ne kadar alabilirse. Bunu sürekli yaptım, 2 katlı evin aşağı tarafında cılız bir armut vardı, halamın kocası rahmetli Hüseyin amca onu büyük çabalarla büyütmüştü, armutlar sararırdı, olurdu, onu da kimse toplamazdı, ben toplar yerdim, armut da sayılı olurdu tabi, izin alıp…ağaç dikmenin önemini anlarsınız.. eve o bahçede incir ağaçları yanında büyük bir ağaç vardı, erikler olunca sararır, tatları muhteşem olurdu, onu da toplayan yok, toplardık, o erikleri yemesi çok güzeldi; şimdi çevremde bahçelerde tek ağaç yok, bahçe yok, her yer apartman doldu, oyun oynadığımız yeşil her yer. Babama Maltepe adlı sigarayı almak için.. işten dönerdi, sigara almak hep benim işimdi, babam parayı kuruşu kuruşuna sayar verirdi, bir kere bile demedi bana, (ya neden amına koyim böyle işin) “Oğlum al şu parayı, kalanıyla da gofret al,” Ya öldü gitti rahmetli o demir düşünce, kafaya yapısı bir kere bile değişmedi. Sigara almaya giderken akşamdı genelde ve karanlıktı, küçücük göt kadar bir yerdi bakkal, gözümüze büyük gelirmiş, şimdi o bakkalı gençlik dostlarımdan biri işletiyor, o bakkal binlerce çocuğa tost verdi, patates kızartmalı ekmek, sucuğa deli olurduk, çok nadiren alabilirdik, pahalı bir şeydi. Şimdi param var, amına koyim, sucuk almıyorum, istediğim kadar alıp tıka basa yiyebilirken..abiciğim…her şey zamanında yapılmalı…yenmeli…aşklar…amaçlar… mücadele zamanında yapılmalı…mücadele ufak yaşlarda başlar…ölene dek sürer… Pınar vardı, alçak kibirli bok parçası…onu neden sevdim, güzeldi…ayrı konuydu, o bir mikroptu, inanın ufak yaşta bir insan mikropsa büyüyünce de öyledir, yıllar sonra koca genç kız olduğunda Pınar’ı mayoyla gördüm, muhteşemdi, kumralların muhteşemi, ama bozuldum, mayo girip erkeklerin arasında, gözüme orospu gibi görünmüştü, yıllar sonra o koca genç kız olduğunda tam karşımdan geldiğinde pınar ona dikkatle baktım, gözü kör, yanındakilerle bir şey konuşuyor, gözü ona bakanı görmüyor, pınar yüzünün ortasına sopayla vurulacak türden demir beyinli kız, ruhsuz, kalpsiz, adi, şerefsiz.. ona vursam işe yarar mı, bok olarak doğmuş, bok diyorum kibirli, kibirli birini hemen hissedersiniz, sevgilisi olur, yürekten sevmez, ağlamak, ruhunu kalbini vermez, öyle bok kız milyonlarcadır her ülkede, çocukları olur, onları da yürekten ruhuyla sevmez, ne kadar aşağılık tiptir, peki ne oldu da demir leblebi kıza gönül verdim, benim gibi parlak ruhlu, parıl parlayan koca yürekli, gemi kazanı gibi yürekli bir adama ihtiyacı vardı, bu enerjiyi ona sürekli yolladım, enerji aktarımlarıyla yaşarız, birinin üstümüzdeki duası…enerji demektir, enerji aslanı…birinin bize yaptığı iyilik yemek..para..vs..en değerlisi ona gönül vermektir, ruhunu.. öyle seversin ki canın çıkmış gibi, şehit olmuş gibi, benim bütün hayatımı özetler şehit kelimesi, eş şehit Allah’ın isimlerinden biridir, esmaül hüsna, ben komple eş şehidim, her gün vurulurum aşık okurum, kalbim erir, ruhum paramparça, sürekli böyle, sürekli açlık, sürekli tutku, sürekli bir dram, bu dram gökyüzündeki iyilik gibi Allah gibi o sarı güneş gibi en güzel çocukların yüzünde daha parlak hale gelen, daha görkemli, cennet budur’ cennetin özeti bebeklerin yüzlerine kazınmıştır, sizin normal gözle göremeyeceğiniz. Pınarın dedesi bizim mahallede otururdu, dedenin büyük bahçesinde muhteşem şeftaliler, elmalar olurdu, isterdik verirdi, karısı muhteşem bir kadındı, mahallede su kesilirdi, kimi mahalleli onun su kuyusunda almaya giderdi, dede ölünce evlatları para hırsına düştü, orasızı sattı namussuzlar, bütün o emektar ağaçlar katledildi, yok ettiler sihri, ilahi güzelliği. Pınar dedesini görürdü ve bizim arkadaşımla, Özcan…onun inek yemi satan dükkanın önünden geçerdi, Özcan çocukluk arkadaşım, ingiltere’de, orada bir bilgisayar firmasında çalışıyor, gezgin ruhlu, halen rüyalarımda onu görürüm, muhteşem bir enerjisi var, canım! Ruhumun kalbimin bir parçası o. Pınar dedesini görüp giderken dikkatimi çekti, gözüme o an öyle hoş geldi ki, ona bir mektup yazmayı düşünürken, günlük tutmak nedir diye hiç bilmezken bir deftere bir şeyler yazıyordum, onunla ilgili, benim ilk günlüklerim 13 yaşlarında. Yani sonradan yazar olmaz insan, ufak yaşlarda ortaya çıkar. Pınar düş gibi gelip geçerken yoldan, önümden, ya onunla konuşmayı düşünüyorum, çekiniyorum, hp böyle, onunla bir kez olsun konuşamadım, bir kez bir şey dedi galiba, onun sevilecek biri olmadığını anlamıştım, ve silindi gitti içimden. Kumral, açık kahve rengi gözleri vardı. Zarifti. Dönelim Nurgül’e, peşindeydim, kış günüydü, onu takip etmiştim, okulun bulunduğu yerin yukarısında kar toplu oynuyordu arkadaşlarıyla, her yer karlıydı, muhteşem bir gündü, ben onları görebilmek için tepeye çıktım, onlar dik yokuşun aşağısındaydılar, oyunlarına dahil olamam, neden olmaya çalışmadım ki, mallık…kızı rahatsız etmekten çekindiğim için ama…bir kar topu ayarladım, mesafe çok uzak, Nurgül’e fırlattım, yarım ay çizen kar topu Nurgül’ün suratına isabet etmez mi, çok uzak, nasıl oldu, Nurgül sarsıldı, kızdı ve yukarı baktı, “ulan nerden geldi bu şimdi amk” der gibi baktı, korktum. Kış günü, okul içinde büyük beton alanda öğrenciler istiklal marşı olur ve orada mahkumlar gibi volta atardı. Arkadaşlarımla volta atarken çok öğrenci ar orada, kantin…gözlerim Nurgül’deydi, arkasından ilerlerdim, yan tarafta olurdu. Günün birinde…kısa boylu bir çocuk, geniş…karşıma geldi ve göğsünü karını göğsüme vurdu, onu dövmek istedim, kısa ve onu çok güzel pataklardım, lan ne oluyor ne yapıyor derdi nedir diye şöyle bir baktım maymuna, kızgın biçimde bana bir şeyler dedi, sonra bu çocuğu uzun çocukla takılırken gördüm, bu çocuk bana Nurgüller ilgili tosladı, peşinde dolanıyorum ya, o uzun çocuk mafya ayaklarında, öyle konuşma sitili var, kısa boylu çocuk da, sonradan bunların Nurgül’ün mahalleden arkadaşları olduğunu öğreniyorum. Volta alanında gezerken bir çocuk geldi, “Nurgül seni çağırıyor” dedi, kantinin yanında ucube küçük yer vardı, çok dar bir masa ve oturaklarıyla, orada oturur sohbet ederlerdi bir şeyler yerlerdi çocuklar. Çağırdılar ve gittim orada, karşımda o uzun çocuk, Mehmet, kısa boylu, bir tarafta bir kız, ve Nurgül, Mehmet beni ifadeye alır gibi sorular soruyor, Nurgül’ün peşinde dolanıyor muşsun, ya aslında ben bunları pataklarım mahvederim de, bende böyle bir sitili hiç yok, yamulturum bunları, indiririm yere, Mehmet kabadayı sitille, bildiğiniz çete lideri sitiliyle…eziyor beni.. ona ters cevap vermiyorum, onu rahatsız ediyorsun diyor, yok diyorum, sonunda Nurgül dayanamadı ve patladı: “Ya dur, kes şunu! Haksızlık yapıyorsun, abarttın.” Çocuk durdu tabi ve oradan ayrıldım. Bunlar mahalleden arkadaşları ya Nurgül’ün, onu koruma ayaklarına girmişler, o zamanlarda nerden biliyorum, Nurgül’e gönlümü kaptırmışım, ve Nurgül de onu seven bu adama kaptırmış kendini, aralarında sohbet etmişler, ve Mehmet güya kızı koruyorum diye çağırmış ayak yapmış, oraya gidince çok üzüldüm, bu çocuk Nurgül’ün sevgili diye, sonra olmadığını anladım ve çok sevindim. Sonra Mehmet’le ara ara sohbet ettim, onu çok sevdim, bu çocukta çok güzel bir enerji hissettim, ama çok koyu bir his, acayip hoşlandım Mehmet’ten. O selam verip kapı açınca onu tanıdım. Ben Nurgül’ün takibindeydim sürekli…bir gün teneffüste çıktım derslikten ve az ilerdeki Nurgül’ün dersliğine girdim, o zamanlar onu sevmemin en başlarıydı, masasında oturuyordu, masada portakal vardı birkaç tane, mandalina mı ne, neden çıkmadın, Hastayım, boğazı. Gözlerimin içine baktı, muhteşem yeşil gözler, kirpikler uzun, küt saçlı muhteşem kız…ve orayı terk ettim…kısa kaldım…aradan 34 yıl geçmiş de ben bu anı neden hatırlıyorum. 14 yaşından 48 yaşına gelmişim. Birkaç gün önceydi, mayıs ayı…2024…10 mayıs belki. De…kafamın içinde saçma sapan bir düşünce parladı, şeytan zihnimi ruhumu kalbimi bir çuvala soktu sıkıştırdı ve beni götürüyordu cehennemine, farkında değilim uykuya dalacağım, bombok, sapıkça bir hayal, şeytan bana sapkınlığına kurban etmek istiyor, kapılıp gittim, bloke oldu şuurum ve o an güneş gibi bir şey parladı, oturup hüngür ağlasam, oturup ağladım şimdi, gözlerim doldu, ben demirimdir, asla ağlamam, üstümde tır geçse ağlamam, linç edilsem ağlamam, göktaşı üstüme gelse galaksinin mavi yerinden ağlamam…demir irada vardır bende.. ordular üstüme gelse ağlamam. Hissizlikten değil.. kalpsizlikten değil. O an parladı zihnimde…annemin bir bahçesi var, o amına koyduğumun bahçesine halamdan gübre taşımak için çalıştığım gün… arkadaşlarıyla Pazar günü oyun oynayacağım babam gübre taşıtırdı… Bahçede pembe güller var…bunlardan koparıp Nurgül’e hediye etmek düşüncesi.. kopardım ve Nurgül’e vereceğim…ama ben yapamam…Nurgül kabul etmeyebilir…ama başkası verirse…bunu isa yolladı derse…tamam, o zaman samimi dostum…değerli dostum cumhur…sınıf arkadaşım…dostum sevdiğim kız var, dedim ona bu pembe gülleri verir misin, Nurgül oturmuş duvar kenarına çıkıntıya….eteği dizlerinde…Cumhur gitti, ne oldu bilmiyorum, ben oradan uzaklaştım. sonra geldi, “Ne oldu, cumhur gülü verdin mi Korkuyorum da gülleri kabul etmedi diye. Cumhur gülmeye başladı deli gibi. Gülleri vermek için elini uzatmış, kız bacaklarına dokunacak diye korkmuş, ama gülleri vermiş. 14 yaşındaki çocuk aklı ve kalbiyle kıza yolladığım pembe güller çok işe yaramış, kızın bana aşık olmasını sağlamış meğerse çoook uzun yılar sonra anladım. Gülleri benim yolladığımı söyledin mi Söyledim. Okular tatile girmiş, Nurgül’ün oturduğu yere gitsene mal, akıl edemiyorum, etsem de kötü şey olur diye gitmedim, oturduğu yeri biliyordum, Okul tatil olmuş tek öğrenci yok ve ben okula gidip Nurgül’ü görebilirim diye uzaktan izliyorum. Böyle çok gittim geldim ve Allah’ın işine bak, Nurgül orada, annesiyle, bankta oturdu, annesi içeri girdi, düşsel kız, beyaz bacaklar…diz üstünde bir erek giymiş…düşüm gerçekleşti, onu gördüm. Sonra bir gün oduncudan odun alıyoruz kara yolun kenarından…aklım fikrim Nurgül’le dolu, şu otobüsün birinde Nurgül varsa.. beni görürse…neden se utanç duyuyorum, o beni böyle görmesin… 14 yaşında Nurgül’e pembe güller yolladım, posta cumhurla, 48 yaşında o pembe güllere aşık olduğunu anladım. Bir sene geçti, orta üçteyim. Sınıfımda Mevlüde adlı bir kız var, kumral, yüzünde çiller var, her nedense ona baş vurdum, Nurgül’ü sevdiğimi söyledim, bu konuda bir şey yapabilir misin, buluşmamızı sağlar mısın? Ben bu işi halledeceğim dedi. Ben ortaokulu bitirdim ve liseye geçeceğim, ve Mevlüde Nurgül’le konuşmuş, Nurgül buluşma teklifi kabul etmiş…inanamadım…Nurgül’ü son kez göreceğim gündü…öğrenciler okuldan karneleriyle geçiyor ve çocuklar dağmış ve okulun aşağı kısmında kimse yok, Nurgül’ü bekliyorum, burada beklemem söylendi, mevlide…derken Nurgül karşıdan göründü…peşinde delice dolandığım…aklım fikrim Nurgül’le dolup taşmışken…o çocuk kafası…Nurgül’ü dudağından öpeyim, memelerini okşayayım, kıçını öpeyim diye tek düşünce geçmedi beynimde…erimişim bitmişim kül olmuşum…tertemiz bir aşk… Ve derken sağ tarafında yürümeye başladık, çok kısa bir sohbetti, derslerin nasıl dedim. Matematik kötü dedi, ne diyeceğimi bilmiyorum ama bilir gibi hareket ediyorum. Çok kısa kaldı yanımda ve gitmem lazım deyip gitti. Bir tur gittik ve ayrıldı. Çok mutlu oldum. Nurgül 23 nisan ortaokuluna, samsun merkezde okuyacak, taşınmışlar. Lise bir sırasındayım ve Nurgül’ün okuduğu okula gideceğim, plan bu, yalnız, altımda kahverengi bir pantolon yok, başka yok, fakirlikten değil, bunu ailem akıl etmiyor, düşüncesizlik. Diyorum ki sırada karara düşünürk4n, tama beni sevdi, seviyor, yeni güzel bir pantolon alayım, gidip onu görürüm, düşünüp durdum, ve bir türlü gitmedim gidemedim, Nurgül’ü bulamadım, bulmadım, ona bir kez olsun sarılamadım. 48 yaşına geldiğimde sık sık Nurgül’ü hatırlar oldum, bir şey patladı içinde, tekrar onu görebilmek, dostu olabilmek, nerede geldi hayatta, ben yazar oldum, ha, bir gün Nurgül’ün oturduğu mahalledeydim bir dostumu görmek için. Orada yeşil gözlü, sarışın ve uzun bir çocuk vardı. Bu çocuk ben ortaokuldayken bir kumral kızla takılırdı, sevgiliydi, bunları kahve önünde görürdüm, yapışıktılar, sürekli bir şeyler konuşurlardı, sevgilisinin adı pınardı, pınar kumral, kahverengi gözlü, Japon kızlar gibi sempatikti, gözleri biraz çekik, öyle zarifti, bebek suratlı şeker mi şeker. Onları sürekli yan yana görürdüm. İmrenirdim onları, beni de böyle seven bir kız olsa. O zamanlar komşum olan Neslihan vardı, sınıf arkadaşım. İlkokuldan. Neslihan bana dedi ki: sana aşık olan bir kız var, senle buluşmak istiyor, kulaklarıma inanmadım, bana bir kız aşıkmış, kim bu, Pınar diye bir kız, sınıf arkadaşı, kim hiç bilmiyorum, “onu gördün” diyor. Şaşkınım. Şu çekici kız. Ve hayatımda ilk kez dersi astığım gün, derse girmedim, Pınar’la ilk kez buluşmak için okul içindeki beton alana geçtim ve Pınar’ı heyecanla beklemeye başladım, inanılmaz şeker bir kızdı, bu buluşma beni çok mutlu etti, çok hoşlandım ondan. O yakışıklı çocuğun adı Şenol’du sanırım, onunla yüz yüze gelince dedi ki: “ya Şenol senin kız, benimle konuştu da, anlattım durumu… çok utandım ezilmiştim içimi döktüm. “Biz ayrıldık” dedi, “sorun yok.” Terk edilen bu çocuğa çok acıdım. Pınar’la ilk ve son görüşmemizdi, peşinden gitmedim çünkü…istesem giderdim ama gitmedim ve Nurgül aşkı ortaya çıktı sonra. Günün birinde pınarı gördüm otobüste, ben şoför tarafındaydım, o arkadaydı, aaa, Pınar bu, kalkanca mahallesinde oturuyordu, onu gördüğüme sevindim tabi.. Şenol’a sohbet ederken…Nurgül’ün oturduğu mahalle burası.. Nurgül ne yapıyor ne oldu dedim, okudu hemşire oldu dedi, Sevindim, evlenmiştir kesin, çocukları olmuştur. Benden 2 yaş küçük şimdi.46, yaşında olmalı, koca kadın oldu. Beni unuttu mu, ben onun kalbinde ruhunun derinliklerinde yaşıyorum, boşandı kesin, çocukları var, üzüldü yıkılı hayatı…travmalı…boşanan kadın mahvolur, bütün hayatı boşa geçmiş gibi hisseder, sevgili de bulamaz çocukları vardır…Amerika’da “bekar anne” derler, (‘bizde dul’ )bara gider, sevişecek birini bulur, sevişir, evine döner çocuklarıyla yaşamaya döner, sırf sek için birini bulur, bize bunu kadınlar yapamaz, orospuluk yaptın derler, toplum bunu asla kabul etmez, bu yüzden boşanan kadınlar yalnızlığa mahkum edilir, kimseyle sevgili olamazsın. Şimdi günün birinde…Nurgül’le karşılaşacağım…o beni asla tanıyamaz…soyadı da aklımda…onca sene geçmiş unutmadım… Beni hatırlayınca sanıyorum çok sevinecek… Onu deli gibi sevdim…ve o da ışığını düşürdü bana. Aman kimseyle gezme, gezene orospu derler…aile çevre baskısı…başı kapalı annesi vardı…çocuk baskı altında olduğu için nasıl benle muhatap olsun ki… Okuldaki son gününde…ulan son bir kez göreyim şunu diye düşündü, artık yeter, görüşeceğim, ve görüştü benle. Eğer nakil olduğu okula gitsem benimle sohbet ederdi, çok yakın olur bana, gidemedim, neden, pantolonum yok diye amına koyim böyle dramın. Cehaletin…aile vurdumduymazlığının…anneme pantolon al derdim, para yok derdi, mesele para değildi, ya alabilirdi, bir pantolonu çok gördüler bana. Güya kar edeceklerini sandılar pantolon almayıp liseyi tek pantolonla bitirdim, başka yoktu, İlkokulda o çok zeki çocuklar ne oldu arkadaşlarım, şoför olmuş biri, en zekilerden, ben ise en tembellerden, yazar oldum, Emrullah nasıl şoför oldu, nakliyeci, şaştım kaldım, Ablası…çok zekiydi, hep on puan alırdı. Babası çöpçüydü, şöyle demişti: çöpçü değil, temizlik işçisi. Nedir amına koyim, çöpçüyü aristokrat gibi göstermeye çalışmak, İngiliz sosyetesinin bir zengin ve okumuş ferdi gibi sunmaya, lanse ettirmeye çalışmak ne be, Eziklik işte, ezikliğini def etme planı. Bütün sınıfa bu yalanı yutturmaya çalıştı ve öğretmen de “aa süper bir şey diyorsun havalarıyla onu konuşturdu bütün sınıfa, “anlat bakalım herkes öğrensin.” Yemezler canım. Senin baban çöpçüydü. Benimkisi ise kaloriferci. Toplumun en alt tabakası olarak görülen çalışanların çocuklarıyız. Ama asil çocuklarız. Bütün devrimleri yapan böyle çocuklardır. Tarihi onlar yazar, zenginlerin çocukları tarih yazamayacak kadar, zevkle şişmanlatılır ve obez zihinlerdir, bir halta yaramazlar, oyundan başını kaldıramazlar. Bir gün babam dedi ki: işyerinin yemekhanesine bir çocuk gitmiş, Azminin oğlu İsa’yım demiş, yemek istemiş, aşçılar da vermiş. “Sen mi istedin?” dedi babam işten gelince. “Yok; ben oraya gitmedim.” Babamın surat pişmiş kelle gibi mizah dolu. Anladı; bir çocuk adımı kullanıp yemek yemiş. Yesin amk. Ama devlet dairesi ya. Çocuklar çakallardan beter bir akıl barındırır. Cemo, (Cebrail, Mami- Muhammed, Mecit onları sonra yazacağım, 9,10, 12, hayatta bilemediğim şeyleri, ,en yüce şeyleri bu üç çocuk öğretti, öğretiyor. Çocuk zekası söylemesi zor olduğu için: Muhammed.. onu “Mami” diye kısaltmış. Cebrail demesi de bana zor geldiği için bugün ilk kez ona “Cebo” dedim ve dil sorunu yok oldu acayip rahat ettim. En faydalı iletişim çocuklarla yapılandır, sınır yok onlarda, büyükler egolu, adi bok parçaları gibiler. Mallar. Sınır koyarlar, uymayanlara hasta derler, siktirin gidin, o hastalığın adı hiper aktif…ve diğerleri…olum hasta olan sizler, sisteminiz… Yıllarca çocuklara cenaze rengi giydirdiniz, hazır ol…bazı ülkelerde çocuklar asker gibi rahat hazır ol da değillerdir marslarda okuturken, sağ ellerini kalp üstüne koyarlar. Bunu öğretin sistem köpekleri…esir köpekler. .siz esirsiniz.. onlar eşit köpekler olmayacaklar, sisteminiz batsın zaten batık.. Çocukları isyana teşvik romanları yazacağım, kurallar uyma, kendi kuralını yaz, onlara yedir tıka basa…kuralı büyükler yazamaz, kuralı yaşı küçükler yaz, büyükler içi geçmiş halleriyle çocukları cenazeye çevirmek, enerjilerini çalıp yok etmek derdindeler. Onları zombiye çevirdiler çevirirler, uslu çocuk bok çocuk…bu uslu çocuklar çürümüş sistemde bir yere gelir, onlar besler devlet denen çürük şeyi. Onlar devralır sistemi…onlar yapar en ahmak şeyleri, kanunları, yasaları, onlar karanlık sistemin memurlarıdır. Onlar karanlığın yüce bir şey olduğundan söz ederler. Kutsal yönetim Atatürk zamanında devredeydi. Zamanında sevdiğin insanlar kaderindir, sana gönül vererek ışıklarını düşürürler, onların enerjisi sende asla ölmez, tabi değerli insanlar seni sevmişse, bazılarında çok değerli enerji vardı, bazılarında hiç yoktur. Aldığın dua, sevgi enerjileri seni korur, enerjinin kalitesini belirler, bu enerji senin enerjinde parlak ve son sürat koşan bir at gibi parlar ve bu atlar sürekli koşarlar, tükenmezler, ve bu atlar sen bir yere gideceksen senden önce giderler. Çok sıkıntıyım ve Nurgül’ü hatırladım, o benim Tanrım, sonsuza dek, ilaç gibi, iyilik kaynağım, onu gözünde enerjisinde enerjimi tamir eden bir zenginlik kaynağı var, onu Allah öyle güzel yaratmış. O bana huzur, ilham veriyor, sağlık. Bozulan her yerimi tamir eden bir ışık saçmış o bana. 12, 13 yaşındayken.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |