Zaman dostluğu güçlendirir, aşkı zayıflatır. -La Bruyere |
|
||||||||||
|
1 Akşam olmuştu. Yaz ayıydı. Ahmet terastaydı. Tahsin gelecek diye çay demlemiş, marketten çekirdek satın almıştı. Beklerken çevrenin manzarasını izliyordu, vakit epey ilerlemişti. Sıkıldı. Tahsin’in geleceği yoktu anlaşılan. Ahmet, tüpün üstündeki çayı ısıttı. Çay doldurdu kendine, içmeye başladı. Az sonra terasın kapısında biri belirdi. “Selam” dedi Tahsin, “Parti çok sessiz, hatta cılız.” Güldü, “benden başka gelen yok.” “Nerden kaldın?” “İşim çıktı, kusura bakma. İşten anca çıkabildim.” “İşe mi başladın?” “Evet. Halı satan bir adamın dükanında çalışıyorum.” “Halı ha?” “Evet. Bildiğin halı, yeni evlenenlerin satın alacacağı halılar, gelinler ya da damatlar için, ev kuranlar için yani.” “İyi iş.” “Yok, orada gün boyu müşteri beklemek skıntılı. Başka bir iş bulacağım.” Ahmet, konuğuna çay doldurdu. “Gün boyu sen ne yaptın? “Bir süre balkonda vakit geçirdim. Birkaç gündür gezip tek başıma takılıyordum. Sıkıldım. Artık iş bulmam lazım. Bizimkilere ağırlık yapmamam lazım.” “Dostum, bizim derdimiz bitmez.” “Niye bitmesin? Okuyup iyi bir işe girdik mi tamamdır.” “Ne bileyim. Hep sıkıntı. Babamla da takıştık, halıcıda çalışamayacağımı söyledim. Kızdı, küfür etti. Zoruma gitti tabi. Her şeyime karışmasalar olmaz. İlla karışacaklar. Mezarlıkta su bile sattım.” Ahmet güldü: “İlerde mühim noktalara gelenler öyle sıkıntılı işler yaparmış.” “Acayip de yalnızım. Partinde hiç kız yok. Kelepçe ya da hücre gibi bir şey bu yalnızlık.” “Boş ver kızları. Biz birbirimize yeteriz.” “İnsanın dostları, sevdikleri olmasa işi yaş, onlar insanı dengeliyor. Bu noktam güzel. Ama bana bir kız arkadaş lazım.” “Zamanı gelince olur.” “Emeklilik ya da sınav sonucunu almak gibi bir şey değil ki bu. Zamanı geldi ama kız arkadaşım yok. Sahilde gözüme kestirdiğim kız da pas vermedi.” “O kız zaten sana bakmazdı. Demiştim.” “Niye bakmasın arkadaş?” “Hep en güzel, en süslü kızların peşindesin. Orta halli iyi niyetli kızları dinle.” “İyi niyetli kızlar evlenmek ister.” “Bırak kızları. Kafanı başka şeylere yor.” “Ne bileyim. Ama farkındayım. Ciddi meseleler var. Her yerde çeşit çeşit hayat var ve bir çekişme yaşanıyor. Kız arkadaş nedir biliyor musun, insanı acayip rahatlatır, alıp götürür, onun yüzüne bakınca bütün dertlerini unutursun. Arkadaş yolda gördüğüm yanımdan geçip giden kızların kokusunu duydukça bir de öylesi benim olsa ona sarılsam diye hayal ediyorum. İmkansız bir şey. Bugün yine öyle oldu.” “Boş ver. Babam eşek gibi çalışıyor. Bizim de önce bunun gibi ciddi sorunlarımzı çözmemiz lazım.” “İstediğim bir şato değil ki.” “Anlıyorum. Üniversiteye gidince bir sürü kız arkadaşın olur.” “Hayali bile çok güzel.” “Bazen sadece inanmak gerekir. Sadece inanmak. Öyle çok çabalamana hiç gerek yok. Hatta hiç mücadele etmene de gerek yok. Aptalcasına inanmak… Mutlaka iyi bir şeyler olur. Mutlaka iyi birileri karşına çıkar. Hayat dar kafalı değildir, senin için neler ayarlayıp hazırlıyor bilemezsin. Ama ona inanmak lazım. Safça inanmak lazım. İyi bir şeylerin vardır, kendine ve hayatına safça inanman lazım. Yolu inanmak açar çünkü. Çok basit bir zihin olayı ama kalbinle de destekliyorsun.” “Ahmet sen bence kesin psiklolg gibi bir şey ol. Hap gibi kafa yapan lafların var yemin ediyorum ki. Kendimden geçiyorum.” Güldüler. Ahmet dedi ki: “İlerde hangi mesleği yapacağım. Bakalım. Şans. Ne bileyim. Senin kadar aptalım. Senin dert edindiklerin benim de kafamdan geçiyor. Zamanı değil diyorum, zamanlı gelince hayal ettiklerim olur mutlaka. Böylece canımı sıkmıyorum.” “Şimdi istediğin gibi bir sevgilin olsa ne yaparsın? Ahmet sırıttı: “Düşünme bunları. Geç git. Çünkü faydası yok. Seni azdırıyor. Her yerde bir çekişme yaşanır diyorsun. Aynen öyle. Bu koyu bir acımasızlık. Sürat. Uyum sağlamak zorundasın. Sözünü ettiklerin seni yoldan çıkaran, gevşeten saçma sapan şeyler. Evlerimizde bir çekişme yaşanır. Kavga ederiz, barışırız, küseriz, nefret ederin filan. Evlerimizde yaşanan ya da dışardaki gelişme hayatta kalmaya ve daha iyisini yapmaya yönelik olmalı. Zaten hep öyle. Zengin çocuklar değiliz. Bitmek bilmeyen bir çaba hali. Düşe kalka ilerlerken bir şeyler ya da birileri tarafından cidden sevilmek yeterlidir. Ailen ve benim gibi dostların. Annen, kardeşlerin filan.” “Tabi gönül ister ki çok güzel, korkusuz; ama yürekli kızlarla arkadaşlık yapıp kafamıza göre takılalım. Yiyip içip eğlenelim filan. O hayat tarzına göre değiliz dostum. Ona göre yaratılmadık bence. İyi ki de değiliz. Zor tarafından başlamış olabiliriz hayata. Gerekli gücümüz ve kapasitemiz de var. Onlarda da imrenebileceğimiz hiçbir şey yok aslında. Kendi yaşamına saygı ve cidden bir sevgi duyuyorsan zorun önemli bir kısmını büyük sıçrama yaparak geçmişsin demektir. Her şey kafadadır dostum, kafada doğruları yanlışları gördün mü tamamdır. Böylece hayallerin, hedeflerin için en uygun hale, kapasiteye gelirsin aşama aşama. Tahsin cep telefonunu eline alıp kurcalamaya başladı. Bu sırada telefon çaldı. “Doğum günü partim var, gelir misin?” diye sordu Özlem. “Tabi, teşekkür ederim. Ahmet’i aradın mı?” “Hayır.” “Onu da davet edersin herhalde.” “Telefon numarası yok.” “Bende var. Ayrıca Ahmet yanımda. Onu da getireyim?” “İyi olur, selam söyle.” Özlem yeri ve saati bildirdi. Telefonu kapattı. Doğum günü partisi her ikisine de garip ve sıra dışı gelmişti. Herhalde filmlerdeki gibi bir parti olacaktı. Parti her ikisi için de erkek arkadaşlarıyla toplanıp sahilde gezmek, terasta ya da bahçede oturup çekirdek yiyip çay içmek, oradan buradan laflayıp vakit geçirmekti. Vahşiler gibi vakit geçirmek, dalaşmak, güreşmek, saçma bir iddiasına girmek. Leşini çıkarana kadar vakit geçirmek kısaca. Çok sıradan, basit, yavan ve çok az masraflı. Zaten ikisi birbirini buldular mı sahilde; diğerleri de bulurdu onları. Genelde açık havada ya da cep telefonuyla mesaj atıp toplanırlardı bir yerlerde. Ahmet dedi ki: “Her şey sağlam bir ahlak üzerine yükselir. Yani güzel bir sevgilin olsun istiyorsun, cinsellik falan filan şeyleri yaşamak istiyorsun. Tamam da ahlak olmadan hiçbir şey edinemiyorsun.” “Elbette dostum, o şeyler her gencin içinden geçer.” “Demek istediğim bazıları istediği fırsatı bulursa kötü biri olup çıkar, yoldan adamakıllı çıkar. Hamile kalan üniversite kızların çocuğu öldürdüklerini ya da çöpe attıklarını görüyorum haberlerde.. Ahlak iyidir. Senin iyiliğini istediği için seni korur, içinden geçen birçok saçma şeyi elde etmeni engeller. İstediğin fırsatları bulsan kim bilir ne kadar hain biri olacaksın ve beni bile tanımayacaksın. Ahlak derken de tutucu olmayı kastetmiyorum. Bir kızla orası burası şahane diye onunlaysan bu adiliktir. Bu işi önce kalbin onaylamalı. Olacak bütün yanlışlıklar olacaksa olur. Kızın ailesi seni onaylamaz. Onu alıp kaçarsın filan.” “Bir kızın orasını burasını sevdim diye onunla olmam adilik olamaz. Bence sen çok tutucusun.” “Demek istediğimdeki ince ayrıntıyı göremedin.” “Dostum bırak. Yaşlanınca bunları düşünecek çok vakitimiz olacak ya da geri dönüp baktığımda ulan neden daha cesur, atak olmadım deyip pişman olabiirim. Kız bana akıyorsa deli gibi, ben de ona akarım tehlikesi yoksa filan. Çok basit olay.” “Okey. Aktın diyelim. Kız hamile kaldı ve bunu geç fark etti. Ne olur ikinizin durumu? Eh, eğlenmek istediğniz filan. İşte insanın başına böyle geliyor belalar. Kızın yaşı küçüse hapse giriyorsun. Yani bu işler senin yalnızlık anlarında ya da benle konuşurkenki gibi kolay ve basit değil. Zor işler bunlar. Her neyse. Boş verelim gitsin.” Özlem hakkında muhabbet etmeye başladılar. Özlem’in babası bir şirkette genel müdürdü. Sınıftaki en zengin kız oydu. Geçen yazdı. Özlem’in kuzeni Ayşe Amerika’dan tatil için şehre gelmiş, Ahmet’e rastlamışlardı sahilde. Ahmet Ayşe’yi görür görmez tatlı ve muhteşem sinyaller almış, sarsılmış, bunu belli etmemişti. Amerika’dan gelen. O büyülü etki sonra hep aklına gelip kartal gibi süzülmüştü kalbinin derinliklerinden kafasına doğru gömgök biçimde… sıkıntılı gecelerinde…umutsuz gecelerinde…yaşamın yorduğu anlarda… yalnızlık anlarında… kalabalıklarda… kızı ay gibi taşıyordu en derin ve masum yerinde. İçinden bir ses; “gidip kızla konuş” diye ısrar etmiş, ötekisi ise; “o sana zerre şans vermez, Amerika’dan gelen Türk kızı n’apsındı baldırı çıplak Ahmet’i” diye kafasını ütülemiş, kızı unutmak için çabalayıp durmuştu. Sonra unutmuştu. Ama ama o büyülü his onu zınk diye yakalayıp kıstırıvermişti zaman zaman. Yaşam, sorunlar ve çalışma telaşı içinde bir zaman sonra Ayşe’yi unutuvermişti. Tahsin sordu: “Birden susup daldın? Ne o, içinden neler geçiyor?” “Hiç” dedi Ahmet. Tahsin veda edip ayrıldı. Ahmet, dostu gittikten sonra hayallere daldı, çayın dibini getirene kadari içti ve eve geçti. Ertesi gündü. Tahsin parti böyle günler için sakladığı kıyafetleri giydi, aynada kendine baktı, kız kardeşinin parfümünü sıkıp evden çıktı. Ahmet’in evine uğradı geçerken, kardeşinden evden çıktığını öğrendi. Ahmet olsa iyi olurdu, cesaret ve bilge bir sakinlik alırdı ondan, tutunacak bir dal gibi. Tahsin konuşkan, dışa dönük ve her zaman enerjik, hareketli biri olsa da zorlanacaktı bu kez. İnsan içinde özgüvenli davranırdı ve çok rahatttı. Espriler yapabilir, dikkatleri üstüne çekebilirdi. Ahmet ise ağırkanlı, sessiz ve düşünceliydi. Aslında Tahsin gibi olmayı isterdi. Çok düşünmeden konuşmak, harket etmek, yaptığı ya da söylediği şeylerin sonuçlarını hesap etmeden rahat davranmak, rezil olacağı varsa olmak ve bir yolunu bulup kendini sevdirmek ya da kurtarmak. İşi/durumu şakaya vurmak. Tahsin işi bilirdi. Belki de şansı yerindeydi. Arkadan biri seslendi. Ahmet dönüp baktı. Okuldan arkadaşı Neslihan’dı, koşarak geldi, selam verdi. Neslhan da Özlem’in doğum günü partisine gidiyordu. Makyajını yapmış, güzel bir yeşil giysi vardı üstünde. Neslihan sessiz, sakin, çekingen ve alımlı bir kızdı. Sevgili edindiğinden beri Ahmet’ten ve diğerlerinden selamı sabahı kesmişti, sevgilisi kıskançtı ve öyle istiyordu. Ahmet onu yanında bulduğu için şaşkın ve mutluydu. Önceden sıkı fıkıydı araları. Ahmet onun sevgilisinden ayrıldığını duymuştu. Neslihan havadan sudan konuşmaya başladı, çok geçmeden eski candan dostluk havası her ikisini de sarmıştı. Sahile indiler. Uzun bir yürüyüşün sonunda 2 katlı villanın bahçesine girdiler. Ahmet sahilde arkadaşlarıyla turladığında o zenginlere ait villalarda nasıl bir hayat yaşandığını düşünür, meraktan geberirdi. İşte sonunda onlardan birine ayak basmıştı. Bir hizmetçi, uşak olarak değil; insan -davetli-olarak! Neslihan’ın da öyle düşüncelerle salladığı şaşkınlığından belliydi. Neslihan garibanın tekiydi. Üç küçük kardeşi vardı, ilkokula gidiyorlardı. Babası iş kazasında ölmüştü. Ama bunu taktığı yoktu. Neslihan, kendine ve hayatına acımazdı ki. Onun çok ciddi meseleleri vardı, Ahmet’inkine çok benzer. Buradaki tipler de çok ilginç ve değişikti. Bahçe gençlerle doluydu, bazıları küme oluşturmuş, ellerinde şarap kadehlerinde meyve suları vardı. Ahmet, tanıdıklarına bile selam veremedi çekinmekten, yüksek müzik ve sesli sohbetlerden. Kendini yanlış bir dünya içinde bulmuş gibi hissediyordu. Neslihan da benzer duygular içindi. Perdelerini, zincirlerini aşmak için etrafta Özlem’i ya da tanıdık birini araştırıyordu gözleriyle tarayıp. Kısa bir süre sonra kendilerini bir köşede birbirini tamir etmeye çalışır gibi bulduklar, kendi aralarında sohbet edip Neslihan’ın açık gözlülüğü sayesinde aldıkları meyve sularını içiyorlardı. Tahsin yaklaştı. İkisini selamladı. “Bilader, hani birlikte çıkacaktık, ben satıp gelmişsin?” “Sana baktım, annenle baban kapıda tartışıyorlardı, sormaya çekindim.” “E sen de al bir cep telefonu artık.” dedi Tahsin, uzaktan ona selam eden arkadaşlarını fark etti. “Az sonra gelirim. Çocuklar çağırıyor. Takılın siz.” Tahsin önünden geçen garsondan iki kadeh alıp ikiliye uzattı. Göz kırptı, uzaklaştı. Ahmet az ötesindeki gruba gelen Ayşe’yi gördü. Ayşe’nin yanında yapılı, at kuyruğu saçlı, dövmeli ve oldukça çarpıcı görünen mavi gözlü bir genç adam vardı. Pek samimi görünüyorlardı, muhtemelen sevgilisiydi Ayşe’nin. Ahmet gencin yakası açık gömleğinden kaslarına baktı. Ahmet’in içine bir eziklik, hiç şansım yok duygusu yayıldı. Yapılı genç orada en gösterişli olandı. Kız kadar da güzeldi. Ahmet Ayşe’nin yerinde olsa herhalde o da onu tercih ederdi. Ayşe bir tarafa gitti, orada yalnız başına kalmış sigara içip çevresini seyretmeye başladı. Ahmet, onunla konuşma fırsatı bulmuştu. Ona kibarca yaklaşır, birkaç şey söyler ve onu seyrederdi, kız bir şeyler anlatırken onu yakından seyretme imkanı bulurdu. Delice ona doğru koşmak istiyordu; ama cesareti yoktu. Bu sırada Neslihan mutluluk üstüne bir şeyler anlatıyordu. “Beni dinliyor musun?” dedi Neslihan. “Evet.” “Bana bakmıyorsun ama?” “Kulağım sende. Tahsin’e bak, kızın yanında kan emici kene gibi duruyor. O kız Tahsin’e asla bakmaz.” Güldü. “Sen önce aynada kendine bak! Neden bakmasın ki? En azından coşkusu ve cesareti, bir deliliği var” dedi Neslihan. “Aklın varsa git o kızla konuş. Tahsin gibi aç köpeği napsın?” “Az önce başka diyordun?” “O kız bence bir iki anlamlı konuşan ve derinliği olan birini sever. Ben olsam öyle yapardım.” “E yanında zaten kız gibi dövmeli çocuk var zaten. Çocuk şu tarafta kızlarla konuşuyor.” “Olsa bile onu gerçekten sevmiyor bence. Kız içgüdüsü bunlar.” “Tahsin’e neden aç köpek dedin?” “E içinden geçeni hemen belli ediyor, aptal! Bakışları haydi gel eğlenelim; ama birbirimize gerçekten değer vermeyelim diyor. Her neyse. Konumuza dönelim. Mutluluğa asla güvenmem. Çünkü seni aldatır, yarı yolda bırakır.” Neslihan’ın babası öldüğünden beri zihniyeti buydu. Ahmet ve Neslihan artık burada sığıntı gibi hissetmiyorlardı kendilerini. Gülüp akıyorlardı işte su gibi. Bu sırada Özlem, Ayşe ve Cemil yanaştı. El sıkıştılar. Az sonra Özlem ona seslenenlerin yanına gitti ve kısa süre sonra döndü. Ses olsun diye Neslihan bahçenin çok güzel olduğundan… işte aklına uygun ne gelirse söz ediyordu. Ahmet usulca gözlerini çevirip Cemil’e baktı. Ondan hiç hoşlanmamıştı; ama sarı iyi çocuktu aslında. Samimi bir hava veriyordu bakışları ve Neslihan’ın sözlerine sözlerini eklerken… kibardı da. Ahmet bu kibar küpelinin hakkını yememesi gerektiğini anlamış, ona daha güzel davranmaya çalışıyordu. Ona birkaç soru sordu. Cemil’in babasının inşaat şirketi ve 3 restoranı vardı. Cemil, zengin ve şımarık bir züppe gibi davranmıyordu, gariban insanlar gibi doğaldı. Kendinden söz ederken sahip olduklarıyla büyülenmiyor ve karşı tarafa çok değer verdiğini hissettiriyor, paranın mutluluk değil; dertten ve beladan başka bir şey getirmediğine inandığını söylüyor, erdemli sözler söylüyordu. Özlem Neslihan’ı birileriyle tanıştırmak için alıp götürdü. Cemil ise Ahmet’i arka tarafa götürdü. Cemil’in dostu Mustafa elindeki viski şişesinden gelenlere verdi. Ahmet almadı. Yeni gelenlerden biri Cemil’e ters baktın deyip kabadayılık yaparak çatmaya girişti. Mustafa dostu Hasan’ı sakinleştirmek isterken Ahmet de olayı yatıştırmak istedi. Bu kez Hasan Ahmet’e adamakıllı çatmaya, ters ters konuşmaya başladı. Hasan iri yarı ve uzundu. Orada onun gibi bir babayiğit fizikli kimse yoktu: “Erkeksen gel çıkalım dışarda görüşelim!” diye pis pis kabardı. “Sakin ol birader.” “Karı gibi korkaksın lan!” “Haddini aşma arkadaşım! Çok rica ediyorum.” “Tamam be, gel suratıma bir yumruk çak!” dedi, suratını gösterdi, tam şuraya. Sonra ben sana patlatacağım, var mısın?” “Ama bir daha yerden kalkamazsın.” “Sen işin orasını bana bırak.”Güldü. Ahmet çevresindekilere baktı. Bu iddianın sonucunu herkes merak ediyordu. Gözler merak içinde ikiliyi süzdü. Ahmet gülümsedi. Ahmet yumruğu patlattı. Hasan yere serildi. Acıyla kıvrandı bir süre. “O neydi arkadaşım…of! O nasıl bir yumruksa demir miydi çelik miydi neydi?” “Lisanslı boksörüm.” “Demek öyle. Şunu daha önceden söyleseydin ya. Hoş söylesen de inanmazdım. İş var sende.” “Çok acıttıysam özür dilerim.” “Yok yok, ona iyi gelmiştir” dedi Cemil, “Hasan durduk yere cinslik yaptın, gördün gününü. Ne biçim kuzensin.” Güldü. “Benim kızla kavga ettim, ondan kafam bozuk. İçtim de… ayrıldık… ne yapayım acıyla dolu kalbim…” Ağlamaya başladı oturduğu yerde. Ahmet onun yanına çöktü, Hasan’ın sırtını okşadı. Hasan başını Ahmet’in dizine koydu. Hasan Ahmet’e sarıldı çocuk gibi ağlayarak. Ahmet dedi ki: “Ona her ne yaptınsa düzelt. Ardında bir sıcaklık bırak. Güzel bir şey. Seni hatırlatan ve yürü git. Kız arkandandan gelecektir. Öyle derler. Ne bileyim.” “Ben de bilmiyorum. Ama durum daha da kötü olur galiba.” “Umut kesme hemen.” Cemil de diz çökmüş, Hasan’ın saçını okşuyordu, o da ağlıyordu: “Koca bebek üzülme, beni de ağlatıyorsun. Kalk çıkıp gezelim arabayla, açılır kendine gelirsin. Elini yüzünü yıka. Sümüğün akıyor.” Dışarı çıktılar. Cemil park yerinden kırmızı renkli spor aracı çıkarıp bahçe önüne çekti, içeri doluşuyorlardı. Özlem, Ayşe, Neslihan, Hasan… Tahsin de olayı görüp koştu, son anda atladı araca: “Bu harika çocuklar! Son zamanlarda insan olmayı unutmuştum. Halıcıda çalışmak öldürdü beni.” “Halı mı yapıyorsun?” dedi Cemil. Otantik halılara bayılırım.” “Yok; satıcıydım. Cemil miydi?” “Evet.” “Ben Tahsin, tanıştığıma memnun oldum.” “Ben de.” Neslihan içerde bir yerde viski içmişti, olur olmaz gülüp kafasına göre bölük pörçük bir şeyler anlatıyordu. Arada yanında birileri olduğunu unutuyor ya da mekanları karıştırıyordu. “Bas” dedi, Tahsin, “bu daha hızlı gider.” “Ceza yeriz. Ondan mühimi kaza olur filan.” Cemil Ahmet’e baktı, ondan gaz almak ister gibi: “Boksör usta sen ne dersin?” “Satayım anasını o zaman. Bas! Uçalım! Hep kendini eleştir, erdemli ol. Kurallara uy. Her türlü aşılıktan uzak dur. Sürekli kitap oku. Yetti. Yeter artık! Mustafa Ahmet’e plastik bardakla viski verdi. Ahmet dikip içti, yenisini doldurdu Mustafa. Ahmet dedi ki: -viskiyle çarpıldığından haberi yok-İnsan olmayı unuttum. Bu gece başka olsun. Yetti! Bu gece insan olacağım! Eve sürekli babamın istediği saatte giderim. Zavallı babam inşaatlarda çalışmaktan bir deri bir kemik kaldı; ama halen panter gibi güçlü. Partiye gelmek için giydiğim kıyafeti de bir arkadaştan ödünç aldım. Diş fırçamı 3 senedir kullanıyorum. Kız kardeşime doğum gününde ayakkabı alacağım demiştim, sözümü tutamadım. Annem her sabah beni kahvaltıya çağırırken yanağımı okşayıp bir umut pırıltısıyla… haresiyle demeliyim… gözlerimin içine bakıp gülümsüyor. Babamın yapamadıklarını ben yaparım diye. Okuyup çalışıp adam olup ona bahçeli bir ev alırım ya da yaptırırım diye. İnsan hissetmez mi umutları. Her gün deli gibi hissediyorum. Ama bekle diyorum kendime, bekle oğlum Ahmet, günün birinde senin de zamanın gelecek. Hayal kurma; acı çeker ve üzülürsün. Gerekeni yap yeter.” Ahmet ağlıyordu, nemli gözleri, sesinin tonu… “Abim kızın birine takılıp terk etti evi. Uyuşturucu mu hap mı kullanıyor ve satıyor mu belli değil. Birkaç gün önce kafede çalışayım dedim. Bir tabak düşürüp kırdım diye sahibi ana avrat sövdü. İşi bıraktım…Onu ölesiye pataklamayı çok istedim; ama durdum. Haddimi bilmekten, sinirlerime hakim olmaktan bıktım.” “Nereye?” dedi Ayşe. “Tımarhaneye. Ne olsun.” dedi Cemil. Ayşe ve Özlem deli gibi güldü. “Çok sorun var, topran bir çözüm lazım bize.” Az sonra araç yavaşladı. Cemil büfeye yanaşıp bir kasa bira ve kuruyemiş aldı. Araç ilerledi. İçmeye başladılar. Ayşe dedi ki: “Abi sen içme. Toslarız bir yere.” “Ben kendimi biliyorum; endişe etme.” “Demek abisiymiş!” diye düşündü Ahmet, kısa bir süre sonra Cemil’in Ayşe’nin kız arkadaşının abisi ortaya çıktı diyaloglarından. Ahmet’in iç sesi şöyle diyordu: “Korkak Ahmet, sen de adam mısın?! Korkudan, pasiflikten yana kılı kırk yararsın. Aptal! Bu tutumla sittin sene aşkı yakalayamazsın! Artık başka biri olacağım!” Araç sahil yolunda ilerledi ve Cemil aracı güzel bir yere park etti, banka oturup içip sohbet etmete başladılar. Sonra aracın müziğini açıp kumsala ilerlediler ve kuma oturdular. Tatlı bir yaz esintisi vardı. Ahmet kustu ve sızdı. “Sızdı bu köpek.” dedi Tahsin, Ahmet’i dürttü, güldü, o da kafayı bulmuştu. Ama sızmayacak kadar dayanıklıydı. Ayşe çok az içmişti ve uykuya dalmıştı, Neslihan ve Hasan da sızmıştı. Bu sırada siyah lüks bir araç durdu yolda ve içinden Ayla çıkıp panikle geldi: “Sizi arıyordum. Bir saattir. Arkadaşlar sizi çıkarken görmüş. Telefonlarınız neden kapalıydı? Ne o yıkılıp çözülmüşsünüz?” “Seninki sızdı. Kapattık işte. Ortam bozulmasın diye.” dedi Cemil. Ayla Hasan’ın yanına gidip yanağı okşadı: “Aşkım ben geldim! Aşkım gözlerini aç… lütfen… Ayı herif! Bu kadar içilir mi?!” Cemil bir elini kaldırıp bağırdı:“Boş versene! Neden geldin!? Adamı harap ettin!” “Bağırma bana! Hatamı telafi etmek için değil. Arkada temiz bir sayfa bırakmak istedim sadece. Hasan beni güzel hatırlasın diye. Kendi hayatıma ve onunkine duyduğum saygıdan. Kirli bir aşk geçmişi başa hep bela olur. Temiz sayfalarla ilerlemek lazım. Karnem güzel olmalı. Kimseyi kalbi kırık bırakmak istemem. Söz konusu bir bardak su olsa bile. Onunla barışmak için gelmemiştim. Onu son kez görmek istedim. Onun bana diyeceği son cümleleri –veda-duymak istedim. Ama şimdi onu gerçekten sevdiğimi anladım.” Cemil, Ayşe ve Ayla’nın yardımıyla kafileyi toplayıp araca bindirdi. Tahsin dedi ki: “Ahmet’i ayıltmamız lazım. Babası anası onu bu halde görürse çok kötü olur... büyük düş kırıklığı.. Ona çok inanırlar.” “Ayılmazsa kalır bizde canım. Bir yalan atarız.” dedi Cemil. Ahmet gözlerini açtığında Cemil’in villasındaydı. Cemil onu ayılsın diye soyup banyoya götürmüştü Ayşe’nin yardımıyla. Ayşe soğuk su hortumunu Ahmet’e tutuyor ve gülüyordu. Ahmet ise utançla iki eliyle bacak arasını kapatıyor, titriyordu. Ayşe’ye ulaşabilmek için böyle bir fırsat! Çok gülünç ve acıydı. Cemil bir fıkra anlatmaya başladı. Her şey açıklığa kavuşmuştu. Doğru bağlar kurulmuş, doğru kablolar yanlış yerlerden geçerek ampuller ışıkla buluşturulmuştu. Gerçek sürat fiziksel olarak yapılamaz. Gerçek süratin sadece yürekle yapılacağını ustalar bilir. İşte o bölge akıl almazdır!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |