İslam, bir teslimiyet dinidir ve bu teslimiyetin en önemli göstergesi, insanın kalbiyle Allah’a olan bağlılığıdır. Ancak günümüzde "Müslüman ülke" kavramı genellikle, yalnızca nüfus cüzdanında “İslam” yazan toplumlarla sınırlı olarak anlaşılmaktadır. Bu, esasen yanlış bir anlayıştır, çünkü İslam, kalp ve ruhla gerçekleşen bir bağlılık ve eylem bütünüdür. "Müslüman" olmak, sadece bir kelimeyle ya da formel bir tanımlamayla yetinilebilecek bir durum değildir. İslam, insanın Allah’a teslim olmasını ve O’nun yolunda bir hayat sürmesini gerektirir. Kur’an, iman ve İslam arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Müslüman, Allah’a ve O'nun vahyine teslim olan, dışsal olarak İslam’ı kabul eden kişidir. Ancak mümin, sadece dışsal bir teslimiyetle yetinmeyip, kalbiyle de Allah’a bağlanan, O'na tüm varlığıyla adanmış bir insandır. Nitekim Kur’an'da, "Bedeviler, 'İman ettik' dediler. De ki: 'Siz iman etmediniz; ancak 'İslam (müslüman veya teslim) olduk' deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir." (Hucurât Suresi 14. Ayet) ifadesi, mümin olmanın, sadece kalp ve ruhla gerçekleştirilen bir çaba olduğunu belirtmektedir. Bu anlamda, bir toplumun veya bireyin yalnızca İslam’a dair formel bir tanımlamaya sahip olması, onların kalpten ve gönülden iman etmelerini garanti etmez. Kuran'da, "De ki: 'Şüphesiz benim salât, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah'ındır.'" (Enam 162) ayeti, gerçek bir müminin hayatının her anının Allah’a adanmış olması gerektiğini vurgular. Kur’an’daki zikir, sadece Allah’ı anmak değil, aynı zamanda O’nun vahyine yönelmek ve her türlü şekli ve dogmayı reddederek, yalnızca Allah’ın iradesini kabul etmektir. Zikir, bir insanın yalnızca kelimeyle değil, tüm hayatıyla Allah’ı yüceltmesi ve O'na teslim olması anlamına gelir. Günümüzde, İslam’ı ve Kur’an’ı sadece geleneksel hadislerle veya mezhep anlayışlarıyla yaşamak, Allah’tan yüz çevirmektir. Bu, şirke düşmek anlamına gelir ve şirkin kaynağı, Allah’ın zikrinden uzaklaşmaktır. "Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz." (Tâ-Hâ Suresi 124. Ayet) ayeti, Allah’tan uzaklaşmanın, hem bireysel hem de toplumsal sıkıntılara yol açacağını ifade eder. Şirk, sadece bir inanç meselesi değil, aynı zamanda bir insanın kalbinde ve ruhunda meydana gelen bir hastalıktır. Şirk, insanın Allah’a ve O’nun gücüne olan teslimiyetini zedeler ve insanı başka varlıklara tapmaya yöneltir. Bu, insanın Allah’ın mutlak gücünü ve kudretini göz ardı etmesine yol açar. Sonuçta, bireysel sıkıntılar, toplumsal problemler ve manevi çöküntüler şirkin bir sonucudur. Lokman Suresi’nde, Elçi Lokman oğluna şöyle öğüt verir: "Ey oğlum, Allah'a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür." (Lokman Suresi 13. Ayet). Şirk, yalnızca kişinin ruhsal sağlığını değil, aynı zamanda toplumların sosyal yapısını da bozar. İslam adı altında yaşayan toplumların birçoğu, Kur’an’daki İslam’ı tam anlamış ve hayata geçirmiş değildir. Dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahip olmasına rağmen, bu toplumların büyük çoğunluğu maddi ve manevi sıkıntılarla mücadele etmektedir. Bunun temel sebebi, şirke düşmek ve Allah’ın vahyinden yüz çevirmektir. Bir yerde sıkıntı varsa, orada şirkin varlığından söz edilebilir. Zira, Allah’a gerçek anlamda iman etmeyen ve sadece dışsal göstergelerle yetinen toplumlar, manevi anlamda ciddi bir boşluk içinde yaşamaktadırlar. İslam’ın özüne dönmek ve gerçek anlamda Allah’a teslim olmak, yalnızca bireysel değil, toplumsal huzurun da anahtarıdır. İslam’ın gerçek anlamıyla yaşanması, toplumsal sorunların çözülmesinin, manevi kalkınmanın ve gerçek refahın sağlanmasının temel yoludur. Kur’an, bize her zaman doğru yolu gösterir, fakat bu yolu takip etmek, kişisel bir sorumluluktur. Müslüman olmak, kelime olarak bir kimlik taşımaktan öte, Allah’ın iradesine teslim olmayı gerektirir. Bu teslimiyet, yalnızca dışsal bir şekilden ibaret değildir; kalp, zihin ve ruhun Allah’a yönelmesi gerekir. Sonuç olarak, gerçek İslam’a ulaşabilmek ve toplumları refah içinde yaşatabilmek için, Allah’a içten bir iman, O’nun vahyine sımsıkı sarılmak ve her türlü şirke karşı durmak gerekmektedir. Şirkten kaçınarak, Allah’ın zikrine yönelmek, hem bireysel hem de toplumsal huzurun teminatıdır.