İslam dini, bireysel sorumlulukların ötesinde, toplumsal sorumlulukları da önemseyen bir yaşam anlayışına sahiptir. Cahiliye toplumunun temel düşüncesi, bireylerin sadece kendilerine karşı sorumlu oldukları inancına dayanır. Bu anlayış, insanların sadece kendi rahatlıklarını ve çıkarlarını gözetmeleri gerektiğini savunur, ancak diğer insanların hayatına dair maddi ve manevi sorumluluk taşımadıklarını öne sürer. Ancak, Kuran-ı Kerim’e baktığımızda, bu anlayışın tam tersine bir ahlak anlayışının hâkim olduğunu görürüz. Kuran, insanlara sadece kendi inançlarını yaşama değil, aynı zamanda çevrelerindeki insanlara da İslam’ın mesajını iletme ve onları doğru yola çağırma sorumluluğu verir. İslam’a göre, bir Müslümanın en büyük sorumluluklarından biri, etrafındaki insanlara İslam ahlakını anlatmak ve onları Allah’a iman etmeye teşvik etmektir. Kuran’da bu sorumluluğun gerekliliği çok açık ve net bir şekilde ifade edilmiştir. Müddessir Suresi’nin ilk iki ayetinde, Allah, Nebimiz Muhammed'e şöyle buyurur: “Ey bürünüp örtünen, kalk (ve) bundan böyle uyar.” (Müddessir Suresi, 1-2). Bu ayet, Müslümanların yalnızca kendilerini değil, aynı zamanda çevrelerindeki insanları da İslam’a davet etmeleri gerektiğini vurgular. İslam, sadece bireysel bir ibadet değil, toplumsal bir sorumluluktur. Müslümanların bu sorumluluğu, yalnızca dinlerini yaşamakla sınırlı kalmaz; aynı zamanda hayatlarını bu sorumluluk üzerine inşa etmeleri gerekir. Kuran’da, Müslümanların tüm yaşam alanlarını, işlerini ve ilişkilerini bu sorumluluklarına göre düzenlemeleri gerektiği bildirilir. Müslüman için, Allah’ın varlığının tüm insanlara anlatılması, kavranması, cehennemin ne denli korkunç bir yer olduğunun ve hesap gününde sorguya çekileceğinin insanlara bildirilmesi, dünyevi işlerinden ve rahatından çok daha önemli bir meseledir. Cehennem azabının şiddetini ve Allah’ın kudretini derinden bilen bir Müslüman, çevresindeki insanlara bu gerçeği aktarmak için her türlü çabayı gösterir. Kuran, Müslümanların bu sorumluluğu yerine getirmek için gerektiğinde kendi rahatlıklarından, işlerinden veya mallarından vazgeçmelerini bile öğütler. İslam, insanları sadece bireysel olarak değil, toplumsal anlamda da uyarma sorumluluğunu verir. Meryem Suresi’nde Allah, müminlere şu şekilde hitap eder: “İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar; onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar.” (Meryem Suresi, 39). Bu ayet, insanların gaflet içinde olduklarını, gerçekleri görmediklerini ve inançsızlıkla nasıl bir sona doğru gittiklerini anlatır. Müslümanların, insanları bu gerçeği anlamaları için uyarmaları gerektiği ifade edilir. İslam’daki tebliğ sorumluluğu, sadece bireysel ibadetlerle sınırlı bir eylem değildir. Müslüman, dinini yaşadığı gibi çevresindeki insanları da İslam’a davet etmelidir. İnsanlara doğru yolu göstermeli, onları Allah’a iman etmeye teşvik etmelidir. Bu, sadece dini bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir görevdir. Müslümanlar, çevrelerinde duyarsızlık ve gaflet içinde yaşayan insanlara, doğruyu anlatmalı, onları uyararak Allah’ın emirlerine yönlendirmelidirler. Bu sorumluluk, İslam’ın evrensel mesajının insanlık için ne kadar önemli olduğunu gösterir.