İslâm, insanların doğruyu ve yanlışı ayırt edebilmesi, düşünce özgürlüğü ve eleştirel bakış açısına sahip olmaları gerektiğini vurgular. Ancak tarihsel süreçte, bazı topluluklar, dini ve kültürel değerleri eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmek yerine, bunları sorgulamadan kabul etmişlerdir. Bu durum, putperestliğin temellerini oluşturmuş ve şirkin yayılmasına zemin hazırlamıştır. Kur’an’da, insanların Allah dışında herhangi bir varlık ya da kavrama tapmalarına “şirk” denir. Bu kavram, sadece heykeller ya da taşlara tapmayı değil, aynı zamanda insanların düşünce dünyasında putlaştırdığı kavramlar ve değerleri de kapsar. Allah, bu konuda Enbiya Suresi'nde şöyle buyurur: “Hani babasına ve kavmine demişti ki: ‘Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?’ ‘Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk’ dediler.” (Enbiya Suresi, 52-53). Burada dikkat çeken nokta, insanların sadece heykellere tapmadıkları, aynı zamanda bu heykellerin sembolize ettiği fikirler ya da kavramlar üzerinden de tapınmalarıdır. Putperestlik, aslında canlı ya da cansız her şeyin putlaştırılmasından doğar. Şirk inancına sahip olanlar, tapınmak için sadece fiziksel nesnelere değil, fikirlerdeki sembollere de taparlar. İnsanlar, çeşitli sebeplerle, kendi düşüncelerini, atalarından miras kalan inançları ve toplumun dayattığı değerleri sorgulamadan kabul ederler. Bu durumda eleştiri ve sorgulama kavramları zayıflar ve bireyler, toplum tarafından kabul edilen her şeyi doğru kabul etme eğiliminde olurlar. Oysa İslâm, inançta ve yaşamda her şeyin sorgulanabilir olduğunu öğütler. İslâm, insanları sorgulamaya, düşünmeye ve doğruyu aramaya teşvik eder. Ancak, gelenekçi toplumlarda bu anlayış genellikle bastırılır. Bu toplumlar, geçmişten gelen inanç ve değerleri sorgulamadan kabul ederler ve eleştiri kültürü, toplumun genel yapısına zarar verir. Bu noktada, gelenekçilerin önemli bir özelliği, Kur’an’ın ortaya koyduğu İslâm’a karşı kültürel değerleri dokunulmaz kabul etmeleridir. Gelenekçi toplumlarda, ata değerleri ve atalarla bağlantılı kültürel uygulamalar sıkça övülür ve eleştirilmez. Kur’an’a göre, eleştirilemeyecek tek üç şey vardır: Allah, vahiy ve resul. Allah hiçbir zaman hata yapmaz, kusur ve eksiklikten münezzehtir, vahiy mükemmeldir, resul ise insan olarak günah işleyebilir fakat bu hata ve günahlar propagandaya dönüştürülmez. Kur’an, resul ve nebilerin sayısız hatasından bahsetmesine rağmen, bu hatalar gündeme getirilemez. Ancak, putlaştırılmış figürler ve kutsallık atfedilmiş kişiler, gelenekçi toplumlarda eleştirilemez. Bu kişiler, bir tür ruhban sınıfı oluşturur ve eleştirilmeleri, genellikle inançsızlık ya da sapkınlık olarak değerlendirilir. Putperestlik, eleştirinin bastırılması ve toplumda mutlak bir itaat anlayışının yerleşmesiyle beslenir. İslâm’da ise, sadece Allah’a, vahye ve resule itaat edilir. Şirk ve putperestlik, bu itaatin yanlış yönlendirilmesinden doğar. Müşrikler, putlarına taparken, sadece maddi nesnelerle değil, bu nesnelerin arkasındaki sembolize edilen kavramlarla da taparlar. Bu, bireylerin düşünce ve inançlarını daraltarak, onların zihinsel esaretine yol açar. Zümer Suresi, 29. ayetinde Allah, müşriklerin durumunu bir örnekle açıklar: “Allah bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu?” Bu ayet, şirk ve putperestliğin nasıl bir kafa karışıklığına yol açtığını ve tek bir doğruya teslim olmuş bir insan ile birden fazla putun esiri olmuş insanın durumunun birbirinden ne kadar farklı olduğunu gösterir. Tarihsel süreçte, putperestlik ve şirk toplumlarda derin kökler salmıştır. Bu durumu örneklemek gerekirse, geçmişteki toplumların atalarının uyguladığı yanlışları eleştirme cesaretini bulamayan bir toplumda, bu yanlışlar tekrar edilir. Örneğin, gelenekçi toplumlar, atalarından kalan ve Kur’an’a aykırı uygulamaları sorgulamak yerine, bu uygulamaları kutsal kabul ederler. Kardeş katli yasası gibi, Kur’an’a göre cinayet sayılacak bir uygulama, gelenekçi toplumlarda eleştirilmeden savunulabilir. Kur’an, Mâide Suresi, 32. ayetinde şöyle der: “Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur.” Ancak gelenekçi toplumlar, atalarının bu tür hatalarını sorgulamaktan kaçınırlar. İslâm, eleştiri ve sorgulamanın temele dayandığı bir inanç sistemidir. Putperestlik, insanları sorgulamadan ve düşünmeden bir inanç sistemine sokarak, hem bireylerin zihinsel özgürlüklerini kısıtlar hem de toplumda doğruyu bulma çabalarını engeller. Bu bağlamda, Kur’an’a iman eden bir kişi için sadece Allah’a, vahye ve resule itaat etmek esastır. Diğer her şey, insanları özgürce düşünmeye ve doğruyu aramaya sevk etmelidir. Bu da, bireylerin ve toplumların putperestliğe düşmeden, doğru yolda ilerlemelerini sağlayacaktır. Ayette de belirtildiği gibi: “Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yeğus’u, ne Ye’uk’u ve ne de Nesr’i.” (Nûh Suresi, 23. Ayet). Bu ayet, toplumların geçmişin hatalarına sıkı sıkıya bağlanmalarının, onları yanlış yolda sürüklediğini anlatır. Eleştiri, insanları doğru yolda tutan, onları doğruya yönlendiren bir araçtır.