Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Flanemeth konacak uygun bir tepeyi gözüne kestirdi ve yaralı adamı mümkün mertebe sarsmayacak şekilde yere indi. İnmesiyle birlikte, yaralı adam sırtından yere yuvarlandı. Muhtemelen son gücünü uçuş esnasında düşmemek için kullanmıştı. Flanemeth baygın adama yaklaştı, yaraları oldukça ağır görünüyordu ama en azından kan akmıyordu. Flanemeth, her ejderha gibi, doğayla ilgili gerekli şeyleri biliyordu. İsmini bilmediği ama kokusundan tanıdığı birkaç bitkiyi topladı, bir derenin suyunda ıslattı ve adamın yaralarının üstüne koydu. Gecenin serinliğinde üşümemesi içinse biraz çalı çırpı ve nefesinin yardımıyla ateş yaktı. Ve kendisi de bol kabuslu, tedirgin bir uykuya daldı. On iki gün boyunca Flanemeth orada, yaralı adamla kaldı. Her gün yaralarının üstündeki doğal ilacı tazeliyor, kanadını ıslatıp dudaklarına su damlatıyordu. Genç adam çok nadir kendine geliyor, biraz daha fazla su istiyor, ve tekrar bilincini kaybediyordu. On ikinci gün, akşama doğru, genç adam titreyerek uyandığında Flanemeth avdaydı. Genç adam zorlukla doğruldu, oturmak bile çok yorucu bir işti. Üzerindeki bulamaca ve altındaki iyileşmek üzere olan yaralara baktı. Burası neresiydi, bu ilkel ilaçlarla onu iyileştiren kimdi hatırlamıyordu. O sırada Flanemeth, pençelerinde birkaç av hayvanıyla geldi. Adam, ejderhayı görür görmez olan biteni hatırladı. Bu ejderha, muhtemelen tutsak edilen diğer ejderhayı kurtarmaya gelmiş, çıkardığı karmaşada kendisini de kurtarmış, ancak o da ejderhayı ölümden kurtarmıştı. Bu da teşekkürü olsa gerekti. Genç adam çok şaşırmıştı, bilirsiniz, halk arasında ejderhalar hakkında bir sürü şey söylerler, ama hiçbiri iyi değildir, hele bir insanı iyileştirmek bu söylentilerin arasında kesinlikle yoktur! Flanemeth’le genç adam bir süre durup birbirlerine baktılar. Flanemeth, onun kendine gelmesine sevinmişti. Adamsa, ne yapacağını bilemiyordu, ejderhaların kendilerine has bir dilleri olduğunu duymuştu, insanların dilini anlayıp anlamadıklarını bilmiyordu. Denemek için konuştu : “ Hayatımı kurtardın, teşekkür ederim.” Flanemeth afalladı, gerçekten çok şaşırmıştı, çünkü adamın ne dediğini anlamıştı. Oysa o insanların dilinden hiçbir şey anlamazdı. Şüphe içinde kendi dilinde cevap verdi : “ Sen de benim hayatımı kurtardın, ben de sana teşekkür ederim.” Bu sefer şaşırma sırası genç adamdaydı, ejderhanın kendi dilinde konuştuğundan emindi, ama anlamıştı onu işte. Bu nasıl olabilirdi? Kimse ona ejderha dilini öğretmemişti ki! İkisi de ne diyeceklerini bilemez durumdayken, Flanemeth küçükken babasının okuduğu bir masalı hatırladı : “ Ve yüce Medth soyu ki, Ana Dünya’nın tüm dilleri ejderhalarla konuşurken onlar için birdir. Tüm Medth’lerle ejderhalar kan kardeşidir. “ Bu hatırladığı hikayeyi genç adama da anlattı. Genç adamın Medth soyundan olduğundan haberi yoktu, ama kara büyücüler de öyle olduğunu söylemişlerdi. Bu durumun da başka bir açıklaması olamazdı. Genç adamın adı Seelkhan’dı. 26 yaşındaydı, dedesiyle beraber çitfliklerinde yaşıyordu, çiftlik işleriyle ilgileniyordu. Dedesi çok yaşlanmıştı, pek mantıklı konuşmadığı çok oluyordu. Mesela geçenlerde bir gün ona “ Baban seni aramıyor çok garip, biz ona gidelim mi?” demişti. Oysa babası 10 yıl önceki Alacahançer Savaşlarında ölmüştü. Seelkhan gücünü iyice toplayana kadar birkaç gün daha orada kaldılar. Ne yapacakları konusunda kararsızdılar. Flanemeth intikam almak istiyor, ama nasıl yapacağını bilemiyor, Seelkhan çiftliğine dönmek istiyor ama kara büyücülerin onu orada arayacaklarını biliyordu. Sonunda o da Flanemeth’in intikam planına dahil olmaya karar verdi. Ancak bu şekilde onlardan tamamen kurtulabilirdi. Flanemeth öncelikle babasının daha önce bahsettiği Vieyeth Dede’ye gitmek istiyordu. O ejderhaların en yaşlısı ve en bilgesiydi. Bu adamların kim olduklarını, onları nasıl yenebileceklerini söyleyebilirdi. Beraber yola çıktılar, Dede Alevağzı Tepesinde bir mağarada yaşıyordu. Geceleri yol alıp, gündüzleri gizlenerek yollarına koyuldular. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Onlar Ejderha Dede’ye gidedursunlar, biz biraz Rhuandalar’a göz atalım. Şişah öfkeden kudurmak üzereydi. Şeytan Efendisi’nin gazabına uğramış, cehennemi boylamak üzereyken Şeytan Efendisi ona son bir şans daha vermeyi kabul etmişti. Elbette yeni bir büyü için 100 sene beklemeyecekti. Blancalara savaş açacak, bütün kabilelerini yerle bir edecek, bütün Blanca reislerini öldürecekti. Tabi bu arada o münasebetsiz ejderhayı ve Medth soylusunu öldürmesi gerekiyordu. Ana Dünya’nın bütün kara büyücülerine haber saldı. Toplayabildikleri veya büyüleyebildikleri kadar çok asker toplamalarını emretti. Bu iş fazla uzamıştı artık. Blancalar’ın hepsini öldürecekti, böylece 11 tanrıyı etkin kılacak kimse kalmayacaktı. Şeytan Efendisi Ana Dünya’ya inecek, cehennemi de beraber getirecek ve Şişah gene baş yardımcısı olacaktı. Kara büyücüler asker toplarken, Şişah büyü odasına Flanemeth’le Seelkhan’ın yerini belirleyecek bir büyü yapmaya gitti. Az sonra nerede olduklarını bulmuştu bile. Hareket halindeydiler ama aşağı yukarı ne civarda olduklarını anlamıştı. Bu işi kendisi halletse daha iyi olurdu, kara hayvanına atladı –bu hayvan Şişah istediği zaman bir at, kartal, akbaba veya herhangi bir hayvan şekline bürünebiliyordu- ve peşlerine düştü. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Tüm bu olan biten sırasında, elbette Blancalar da boş durmuyordu : “ Az kalsın başarıyorlardı, az kalsın başarıyorlardı, bu nasıl olabilir, az kalsın başarıyorlardı...” Blanc’Erth kendi kendine hiç durmaksızın söyleniyordu. Yardımcısı Blanc’Syrth’in geldiğini bile uzun süre fark etmedi. “İyi misiniz efendim?”. Blanc’Erth şaşırdı, “Geldiğini fark etmemişim, durum çok kötü Syrth, az kalsın Şişah başarıyordu, ayinde ne ters gitti bilmiyorum ama şükür tanrılar yardım etti, bu kadar geç fark etmemiz affedilemez...” “Efendi Erth, ayin başarısız olduğuna göre, onlara bir 100 sene daha lazım, bu da bize yeterli değil mi?” “ Şişah’ın 100 sene bekleyeceğini sanmıyorum Syrth, tahminimce Şişah zaten ayinin ters gitmesi yüzünden çok öfkelidir ve kısa zamanda bir şeyler yapmayı düşünecektir. Anlayamadığım şey şu, ayin bir şekilde başladığına göre, demek Medth soyundan birini buldu, ama bu nasıl olabilir, son kralımız oğluyla beraber 26 sene önce öldürüldü. O soy tamamen bitmişti. Ayin yerinde o zavallı ejderhanın cesedinden başka bir iz buldunuz mu?” “ Hayır Efendi Erth, sadece bir insanın bağlı olduğunu tahmin ettiğimiz bir direk, ve yanmış ipler vardı. Ayrıca etrafta küller, is ve devrilmiş taşlar vardı.” “ Ne dersin Synth, başka bir ejderha belki ?” “ Sanırım öyle efendim, ölmüş ejderhayı kurtarmaya geldiği muhakkak” “Bu arada Medth kralını da kurtarmış olmalı, etrafa bir haber salın bakalım, bir ejderha ve bir adam görülmüş mü?. Medth lafını kullanmayın sakın.” “ Emredersiniz Efendi Erth”. “ Sanırım yaklaştık Seelthan, şu tepeler Alevağzı Tepeleri olmalı.” “ Ana Dünya’da bu kadar yüksek tepeler olduğunu bilmiyordum.” Flanemeth içgüdüsel olarak en yüksek tepeye yöneldi. Hava burada çok soğuktu, Seelthan’ın çok üşüdüğüne emindi. Birkaç tane mağaraya baktılar, ama hepsi boştu. Seelthan girişi fazla göze çarpmayan, hatta dikkatli bakılmayınca görülmeyen bir giriş farketti. Ve mağaraya girdiler. Uzunca bir koridordan yürüdüler, genişliği Flanemeth’in anca geçebileceği kadardı. Ama eğer bir yere çıkmıyorsa, geri dönemeyeceğinden, geri geri yürümek zorunda kalacaktı. Koridor sonunda geniş bir alana çıktı. Etrafta onlarca büyük sandık, kalkanlar, mızraklar, oklar, kılıçlar vardı. “Vieyelth Dede, burada mısın? Vieyelth Dede?” “ Fla, burada kimse yok sanırım. Belki Dede ölmüştür.” “ Kim o densizzzzzzz!!!!!!!! Mağaranın tavanına doğru bir kovuktan geliyordu bu homurtu. Ve yaşlı ejderha kovuğun girişinde belirdi. “ Vieyelth Dede siz yokken buradaydı, sizden sonra da hep burada olacak. Çünkü Dede...” Ejderha Dede sözünü tamamlayamadı. Gözlerini Flanemeth’le Seelthan’a dikmişti. Kanatlarını açtı ve zemine indi. Bu sefer dikkatini tamamen Seelthan’a yöneltmişti. İyice yaklaştı, Seelthan korkmuştu. Flanemeth’in arkasına doğru gerilemeye başladı. Vieyelth onu takip ediyordu, şöyle bir içini çekti, gözlerini kapadı –galiba düşünüyordu- sonra tekrar açtı, tekrar iç çekti ve konuştu “Hoş geldiniz Kralım”.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gülfem Elif Hanhan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |