Bazen evrende yalnız olduğumuzu düşünürüm, bazen de olmadığmızı. Her iki durumda da bu düşünce beni afallatır. -Arthur C. Clarke |
|
||||||||||
|
Sevda şehidi mi dersin Sevdiğinin elinden ölene? Flanemeth mağarasından kafasını uzatıp yükselmekte olan güne baktı... Neredeyse öğlen olacaktı ve karnı zil çalıyordu. Gerçi karnının açlığına rağmen kendisini bir şey yiyebilecekmiş gibi hissetmiyordu. Kafasını çevirip mağarasına doğru baktı. Bu arada başını duvara çarpıp homurdandı. Pek fazla erzağı kalmamıştı. “Artık avlanma zamanı geldi” diye söylendi keyifsizce. Eskiden yaptığı birçok şey gibi –herşey?- avlanmak da onu mutlu etmemeye başlamıştı. Gerisin geriye mağarasına döndü; kuru ve güzel kokulu otlar, bir zamanlar avlamış olduğu kuşların tüylerinden oluşan döşeğine kuruldu. Havanın açıklığı keyfini iyice kaçırmıştı. Dışarı çıkmak için fazla dikkat çekmeyeceği kapalı, puslu havaları ya da geceyi tercih ederdi. Ancak bir süredir kendini iyi hissettiren tek şeyi geceleri yapamazdı. Derin bir soluk alıp verdi, soluğu mağarayı titretti. Cesaretini topladı ve tekrar dışarı çıktı. Çok kısa bir an düşündükten sonra kanatlarını açtı ve cüssesinden beklenmeyecek bir zerafetle neredeyse hiç ses çıkarmayarak havalandı. Flanemeth soyunun en güzel ejderhalarından biriydi. Eğer soyları tükenmemiş olsaydı, bayan ejderhaların onun yolunu gözleyecekleri kesindi. Bir aylık uçuş mesafesinde bir avuç ejderhanın yaşadığı bir bölge olduğunu duymuştu. Ancak ne onları bulmak için bir merakı ne de yaşadığı toprakları terketme isteği duyuyordu. Flanemeth aşık olmuştu. Hem de en olmaması gereken varlığa : bir insan-kadına! Ve şimdi bir süredir neredeyse her gün yaptığı gibi onu görebilme şansının olduğu yere gidiyordu – elbette bu açık havada farkedilip delik deşik edilmeden oraya varabilirse- . Flanemeth dikkatlice aşağıda uzanan ormanı süzdü. Etrafta herhangi bir tehlike yoktu. Bu insanların kendisiyle ne alıp veremedikleri olduğunu anlayamıyordu. Onlara kendisine saldırmadıkları sürece incitmezdi. Onun avları yaban domuzları, geyikler ve zaman zaman çitfliklerinden kaçmış besili koyunlardan ibaretti. Kahvaltısını ise sarth ağacının iri ve sulu meyveleriyle yapardı – kahvaltı yapmayı düşünebildiği zamanlar tabi ki-. Flanemeth her biri iki insan boyunda zarif kanatlarını hafifçe eğdi. Yavaş yavaş alçalmaya başladı. Zaten bulutsuz gökyüzünde saklanabileceği herhangi bir yer yoktu. Sağlıklı tüylerinin parıltısı kilometrelerce öteden görülebilirdi. Flanemeth gittikçe heyecanlanıyordu. Uzaktan tahta, eski ev görünmüştü. Geniş bir alana yayılmış tarlada ekili çeşit çeşit sebzeler olgunlaşmış toplanmayı bekliyordu. Uzun kuzguni saçları omuzlarına dökülen bir kız kuyudan su çekiyordu. Flanemeth’in kıza aşık olmasına şaşmamak gerekirdi. Kız çok güzeldi, değil bir ejderhayı, zamanının bütün prenslerini kendine aşık edebilirdi. Bir an kız ejderhayı farketti. Bu kocaman yaratığı görmeye alışmamaış olacak ki korktu, kovayı elinden düşürdü....ama tuhaf bir şekilde kaçmadı. Flanemeth bu sefer kıza iyice yaklaşmayı kafasına koymuştu. Gözlerinin içine bakmak istiyordu kızın. Kızın onun gözlerine bakmasını istiyordu. Kız bir kere gözlerine baksa, ona asla zarar vermeyeceğini anlayacağını biliyordu. Bu kocaman yaratığın belki de en güzel yeri gözleriydi. Gözlerine bakan, onun bir ejderha olduğunu unutur, hüzünlü bir şair, acılı bir aşık sanar, çok yufka yürekli olduğunu anlardı. Flanemeth iyice alçaldı, kızın yanına ulaşmasına saniyeler kalmıştı. Flanemeth yine çok zarif bir hareketle kızın yakınına “kondu”. Başını kaldırıp kıza bakamıyordu. Bir an kızın kıpırdadığını hissetti. Tüm cesaretini toplayıp kıza baktı. Kız çok garip hareketler yapıyordu. İki elini kaldırmış, gökyüzüne bakıyor ve dudaklarını kıpırdatıyordu. Flanemeth “Gözlerime bak lütfen “ diye içinden yalvarırken, kız birden ona baktı. Flanemeth ürperdi. Kız bu sefer yüksek sesle anlaşılmaz bir şeyler söyleyerek ellerini Flanemeth’e doğru uzattı. “Sonunda yeteri kadar yaklaşabildin!” diye bağırdı Flanemeth’e. Flanemeth bir an çok mutlu oldu, gülümsemek istedi...başaramadı. Sonra kanatlarını kıpırdatamadığını farketti, ve sonra yürüyemediğini. En sonunda yavaş yavaş bilincini kaybettiğini hissetti. Son bir çabayla kıza baktı. Kız gülümsüyordu, ama bu gülümsemede ne şevkat ne de sevgi vardı. Vahşi, korkunç bir gülümsemeydi bu. Flanemeth ölmeden az önce sevdiği kızın bir büyücü olduğunu anladı. Uğruna hayatını tehlikeye atacak kadar çok sevdiği kız, onun hayatını alan bir büyücüydü. Flanemeth’in dev cüssesi kızın saçlarını uçuşturan bir rüzgar yaratarak devrildi....
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Gülfem Elif Hanhan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |