Ölümden önce yaşam var mı? -Duvaryazısı |
|
||||||||||
|
Köyle kamu kurumlarımızın ne ilgisi var demeyin. Birazdan bu iki kavram arasında birkaç yönlü bir bağlantı ya da bağlantısızlık kuracağım. Köy hayatı madalyonun ön yüzünden bakınca mükemmel görünüyor kentlere sıkışıp kalmış insanlarımıza. Pencereden bakıp beton bina yerine sayısız ağaç ve özellikle ilkbaharda yüzlerce papatya ve lale görmek, domatesi, biberi serada dalından koparıp taze sebze kokusunu içine çekerek dişlemek ve henüz toplanmış patlıcan, kabak, fasulye ile yemekler yapmak, canın sıkıldı mı çıkıp iki yanı ağaçlıklı ve şehre göre yok denecek kadar az araç trafiğine maruz yollarda oksijeni ciğerlerinin en ücra hücrelerine kadar çekerek uzun uzun yürümek. Ama hayat yiyip içip yürümekle geçmiyor tabi. Günde birkaç kez telefonu kullanarak Telekomun bu son derece sıradanlaşmış ve değerini ancak hatlar kesilince fark ettiğimiz hizmetinden yararlanıyorsunuz. Elektrik zaten uzun yıllardır elimiz ayağımız, bilumum beyaz eşyalarımız, televizyonumuz ve süpürgemiz ona tabi. E bir de meyve sebze artıkları, boş içecek kutuları gibi can boğazdan gelir düşüncesiyle götürdüğümüz gıdalardan arta kalan çok çeşitli çöplerimizin dışarıdaki çöp kutularına bırakılması ve görevlilerce oralardan toplanması var. Gelin görün ki buralarda bu hizmetler öyle büyük şehirlerdeki gibi 365 gün tıkır tıkır işlemiyor. Birini arayacaksınız, ahizeyi kaldırıyorsunuz, bir bakmışsınız ki telefon sus pus. Nuh diyor çevir sesi demiyor. İçinizden aklınıza geleni sayıp döktükten sonra, numarayı tuşlamanıza izin vermesi için yarım saat daha süre tanıyorsunuz, bakıyorsunuz ki ı-ıh hiç niyeti yok. O sinirle cep telefonunuza atılıp durumu ihbar ediyorsunuz. Arıza bir iki gün içinde hallediliyor. Durun canım öyle hemen sevinmeyin, köy yerinin telefon hattı bu, sağı solu belli mi olur? Bir bakmışsınız birkaç hafta sonra yine greve girmiş. Neyse uzatmayalım, bu durum aylar boyu değişik aralıklarla tekrarlanır hale gelince, sonunda isyan bayrağını açıp Telekomun ilgililerine durumu bildiren bir yazı gönderiyorsunuz: "Kardeşim, buranın hatları çok kötü, sık sık arıza oluyor. Bi zahmet ilgileniverin şu konuyla, herhalde hatların ıslah edilmesi gerek" diye. Yazının muhatabı merciden biri sizi arayıp bağırıp çağırmaya başlıyor "Sizin dediğiniz hatta şu an bir arıza yok, arıza yokken bize niye yazıyorsunuz? Zaten ödenek yok bakım makım yapamayız" Hoppalaaa, biz derdimizi anlatıyoruz bir de üstüne fırça yiyoruz, iyi mi? Sonra, bir Pazar günü oturmuş paşa paşa televizyon izlerken hooop ekran kararıveriyor, elektriklere bay baaay! "Önemli değildir canım, birazdan gelir" diye elinize bir kitap alıp okumaya dalıyorsunuz, ama aradan bir saatten uzun zaman geçtiği halde hala elektrikte tık yok "Allah Allah, ne oldu ki?" diye elektrik arızanın telefonunu çeviriyorsunuz. Karşınıza çıkan adama bulunduğunuz yerde elektrik olmadığını söyleyerek, arızayla biri ilgileniyor mu diye sorduğunuzda "Bizde böyle bir ihbar yok, komşunuzun da kesik mi, sigortaya filan baksanız atmış olmasın" diye akıl öğretiyor. "Kardeşim Pazar Pazar dalga geçmek için arıza numarasını arayıp geyik yapacak halim yok herhalde. Sigorta migorta değil, resmen elektrik kesik, bakacak kimse yok mu?" cümlesini biraz daha kibarlaştırıp hale yola sokarak adama söylüyorsunuz. O gün içinde sabah saat 11 ile akşamüstü 5 arasında aynı arıza ihbar merkezinde görev yapan bilmemkaç farklı adama aynı derdi anlatıp her birinin duruma göre attığı "bakıyoruz" "valla bugün pazar, ekip yok" "tamam birini gönderdik" gibi palavralara he he demek zorunda kalıyorsunuz ve aslında telefona çıkan adam müsveddelerinin içinde konuyla cidden ilgilenen bir kişi bile olmadığından Allahın yaz mevsiminin ortasında buzdolabınızı da işlevsiz bırakarak tel dolap haline getiren yaklaşık 24 saat süreli bir kesinti yaşıyorsunuz. Ertesi sabah ilk iş Antalya TEAŞ'ı arayıp yetkili birini (işletmeler müdürü) bağlatarak durumu olduğu gibi aktarmak ve adamdan teknisyenlere ultimatom vermesini istemek oluyor. Söz konusu müdürden okkalı bir fırça yemiş olması çok muhtemel sayın şef bir saate varmadan arabasıyla evinizin önündeki elektrik direğinin dibinde arz-ı endam ediyoor ... ve diyor ki, "Bu kablo kopmuş, görmediniz mi?".. ?? E hadi buyur burdan yak. Ben size dünden beri hobi olsun diye mi bin kez telefon ediyorum? Elektrik kesik olduğuna göre bir yerde bir sorun var demek zaten. Üstelik o kabloyu benim görmem neyi değiştirir? Kendi kendime direğe çıkıp da kabloyu bağlarken şu kadar bin voltla çarpılıp ruhumu teslim edecek değilim herhalde. Siz ne için maaş alıyorsunuz beyim? gibisinden kızgınlık ve sinir ifade eden birkaç cümle sarf ederek eve girip televizyonunuzu açıyorsunuz. Hala hızınızı alamamış olduğunuzdan sonraki yarım saati de kendi çapınızda adama ve "ilgisiz" ilgililere sayıp dökerek geçiriyor ve rahatlıyorsunuz. Ha bir de çöp sorunumuz var ki, ayrı bir hikaye. Buralar direkt belediyeye bağlı değil, bir özel çöp toplayamama ve ayrıştıramama firması bu işi yarım yamalak yürütmeye çalışıyor. Evimin civarında çöp kutusu denen dört köşe, tekerlekli, metal konteynırlardan yok. Dolayısıyla çöpler ya yakılacak (ki ormanlık yerde ve rüzgarlı havalarda çok sakat bir iş) ya birkaç evin önünden geçip tee bilmem neredeki çöp kutusuna giderek atılacak (ki evimin çöplerini köy ahalisine sergilemem beni de onları da rahatsız eder) ya da öylece yolun kenarına atılarak civardaki kedi, köpek ve tavuklara oyuncak edilecek (ki torbalar dağıldığında oluşan manzarayı varın siz düşünün). E o dediğiniz firma toplayıp götürmüyor mu diye sorarsanız, neerdeeee!! Çöp maceram da bu noktada başlıyor zaten. Baktım ki dışarı koyduğum torbalar sanki ben onları oraya o yemyeşil doğa içinde naylon aksesuar olmaları ve yurdumun ormanını sonsuza dek süslemeleri için koymuşum da dokunulmazlıkları varmış gibi sevgili çöpçülerimiz onları seyrederek yoldan geçip gidiyor, ilk iş firmayı arayıp şefle konuştum ve durumu bildirdim. Adam sormaz mi "katı atık mı, yemek atığı mı?" diye. Beyfendicim, bildiğiniz torbalanmış ev çöpü işte, söyleyin adamlarınıza da çöp arabasıyla geçerken alıversinler. Bunun benzeri konuşmalar birkaç ay içinde birkaç kez tekrarlandığı halde çöplerin hala yolları süslemeye devam ettiğini görünce bu kez şefle yetinmeyip bir de müdüre takılalım bakalım dedim. Müdür başta sanki daha bir ilgilendi gibi göründü ama o ilgi sadece görüntüde ve torbalar da koyduğum yerde kaldı. Sonunda "ey müdür bunu sen istedin" diye üşenmeyip çöplerin bulunduğu yeri gösteren bir kroki çizdim (burası turistik köy, sokak mokak ev numarası mumarası filan hak getire, evler Ali'nin evi, Mustafa'nın evi diye biliniyor, dolayısıyla adres vermek ne mümkün) ve (firmanın Turizm Bakanlığına bağlı olduğunu da biliyordum) "ya o çöpleri alırsınız ya da durumu Bakanlığa anlatırım haaa!" diyerekten bir faks çektim adama. Çöpler ertesi gün yok olmuştu. İşte bu şirin köy hayatının içinde devletimin pek bi pratik kurumlarıyla boğuşup yuvarlanıp gidiveriyoruz. Neyse ki hava sırf oksijen de sinirler çabuk yatışıyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Merve Yıldırım, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |