|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
25 Ekim 2003
Yakınma
İstanbul’da sayıları hızla artan aynı kalıptan çıkmış gibi, mimarların dokunamadığı müteahhit
Hira Selma Kalkan
Doğayla çatışma,doğaya yabancılaşma |
|
İstanbul’da sayıları hızla artan aynı kalıptan çıkmış gibi, mimarların dokunamadığı müteahhit yapımı çirkin apartmanlardan biri, biraz daha eskice olanı, önündeki bahçesiyle diğerlerinden ayırtedilebilir. Apartmanın önünde, dış kapının her iki yanında uzanan ortadan onyedi basamaklı bir merdivenle ayrılan bahçe...Bahçe yokuş yukarı olduğundan kışın kar tutarsa çocuklara muhteşem bir oyun alanı olur. Naylonların üzerine oturarak kayarlar. Böylelikle apartmanın önünde biriken kar kapıcıyı sinirlendirir. O da sinirini çocukları azarlamakla boşaltır. Bütün bunlar çocukların umrunda değildir, onlar çocuk olmanın keyfini çıkarırlar. Pencereden izleyen büyüklerin de canı gider ama çocuk olma cesaretini gösteren çıkmaz. Bahçenin merdivenle buluştuğu kenarı, sarı- kırmızı –pembe- kahverengi yıldız çiçekleri süsler. En yukarıdaki merdiven basamağının iki yanında yirmiyedi yıllık kavak ağaçları kimi zaman kuşlara yuva olur. Kavakların biraz ilerisinde, ara yol olmasına rağmen arabaların sıklıkla geçtiği yol seyreder. Japon elması ağaçları, kayısı ağaçları dağınık olarak gezinir bahçede. En aşağıda çocukların altında oturabileceği büyük bir iğde ağacı vardır. Böylelikle ağaçlarla büyüyebilen apartman çocuğu ayrıcalığını yaşarlar. Apartmanın arkasında iki sene önce çimenlerle donatılmış, eskiden insanların pencereden aşağı eline geçeni attıkları yer, artık otoparkçıların göz diktiği alan oldu.Apartman otoparkçılarının...İşte bu apartmanın birinci katında, yaptıklarıyla, dedikleriyle komşularını bezdiren Hüsnü Bey oturur. Sırf komşuları değil mahalleliyi de...Hüsnü Bey ellialtı yaşında, sular idaresinde çalışan bir memurdur. Üç dört aya kadar emekli olacağından emekliliğinin rahat günleri için hazırlık yapıyor.. İlk iş olarak salon penceresinin önüne kadar gelen kayısı ağacının dallarını kestirdi. Dışarıyı izleyemiyormuş, gelip geçeni göremiyormuş, dalların gölgesi odayı karartıyormuş. Tabi, gelip geçeni izleyecek, ona laf yetiştirecek, buna dedikodu yetiştirecek böylelikle sıkıcı emeklilik günlerine hareket katacak. Gerçi o, şimdiden tele vole gibi çalışıyor; karşı apartmana yeni taşınan kadın geç vakitte eve geliyormuş, üçüncü kattaki komşular bir kadın meselesi yüzünden sürekli kavga ediyorlarmış...Kim evine yeni bir şey almış,kim tatile bir yere gitmiş hepsini takip eder.
Hüsnü bey kibrit yada çakmak kullanmaksızın sigara içer, birini diğerine ulayarak, biten sigaranın ateşiyle yenisini tutuşturarak. Apartmanın öndeki caddeye ulaşmak için çıkılması gereken onyedi merdiveni soluk soluğa çıkar. Aslında soluma değil tıslamadır bu. Bir ineğin tıslamaları onunkinin yanında üfleme gibi kalır. Konuşurken aynı tıslama sözcüklerin arasında kendini gösterir, bu sırada sigarsı da dudağının sol köşesinde durur. Sigarasını sadece yemek yerken ağzına almaz. Bu süre en fazla beş dakikadır. Yemeği savaşır gibi yer , hiç soluk almadan, arkasından koşturan var gibi. Yüz çizgileri aşağı doğrudur. Sözleri yüzüne yaraşır şekilde daima yakınma içerir. Hiçbir şeyden memnun olmaz. Pahalılıktan yakınır en çok da. Nerede ucuz mal satılıyor arar bulur. Sabun hangi markette ne kadar, domates nerede daha ucuz bilir. Bu bilgi birçok ürün ve dükkan için geçerlidir. Başka semtteki dükkanları, pazarları da bilir. Zaten Hüsnü Bey’in işinin dışında en çok gittiği yer pazarlardır. Yıllardır değiştirmediği siyah paltosu ve siyah fötrü, bazan kolunun altına aldığı bazan kenarından tuttuğu siyah el çantasıyla sokağa çıkıp kara gözleriyle baykuş edasıyla sağı solu tarar. Sarkık gerdanıyla daha da büyüyen yüzünde ufacık burun emanet gibi durur. O tıslamalar bu burundan nasıl çıkar şaşırır insan. Ne sakal ne bıyık bırakır, traşsız dışarı çıkmaz. Hergün düzenli olarak dükkan ziyaretleri yapar, fiyat alır, insanları bıktırıp eli boş geri döner. Bu ebedi (süreğen)takıntısından başka dönem dönem geçici takıntıları da olur. Bir ara ağaçların yanına park eden arabalara takmıştı. Hem görüntüyü bozuyormuş, hem çok gaz çıkarıyormuş çevreyi kirletiyormuş, hem de apartmanda bir aileye ancak bir arabalık yer düşermiş. Kendisi araba aldığındaysa-her ne kadar benzin harcamamak için pek kullanmasa da-o bölgedeki yeşillikleri yoldurup beton döktürmüştü. Üç dönemdir yöneticiliği kimseye kaptırmıyor. İnsanlar da zaten angarya olan bu işten kaytarmak için uğraşıyorlar. Bu süre içersinde değiştirdikleri üçüncü kapıcı da çıkmak üzere. Sabah işe giderken akşam işten döndüğünde dahası dışarı çıkarken ve girerken kapıcının kapısını çalıyor. Adamın giydiği pantolona , gömleğe karışıyor, çocuklarının yediklerine karışıyor, kullandığı suyun çokluğunu söylüyor . Kaloriferi az yaktı çok yaktı daha neler neler. O an aklına ne gelirse söylüyor. Dolayısıyla apartmana kapıcı dayanmıyor. Hüsnü Bey’in karısı da dayanamadığı için yılın yarısını memleketinde geçiriyor.
Şimdi de bahçedeki ağaçlara taktı. Önce kavak ağaçlarını dipten kestirtti. Baharda kavaktan çıkan tüyler evlere doluyormuş, insanın ağzına kadar giriyormuş. Hem orada uzun boyuyla ne işe yarıyormuş ki kavaklar. Sonra,başka yer yokmuş gibi onun penceresine doğru uzanan kayısı ağacını kestirtmek için uğraştı. Geçen sene çocuklara kayısı toplattırdığı, bir güzel reçelini yaptırttığı ağaç şimdi ırzına geçilmişçesine çırılçıplak duruyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi diğer ağaçları da kırptırtmaya başladı. Bu olup bitenler karşısında üç-beş kişiden başka kimsenin sesi yükselmedi. Yükselenleri de Hüsnü Bey bıktırıcı tavrıyla susturdu. Japon elması ağaçlarına ne gerek varmış, boşuna sulanıyormuş. Kayısı ağaçları kesilsin ki, onun bunun çocuğu kayısı toplamak için bahçeye doluşmasın, çimenler ezilmesinmiş. Alt katlarda oturanların evi bu ağaçlar yüzünden güneş almıyormuş. Bir zamanlar ağaçlarla güzelleşmiş bu bahçe şimdi gariban, fukara duruyor. Ağaçların gövdesi kütük olarak bahçede oturak görevi görüyor. İnsanlar çimenleri çiğneyerek Hüsnü Bey’in ardından bahçeye giriyor, kütüklerde oturup keyif yapıyor. Canı yanan çimenleri ağlayan ağaçların gözyaşları suluyor.
Hüsnü bey penceresinden çevreyi izleyebiliyor artık. Eserine bakarak gülümseyecekken yine bir yakınma başlıyor. Birkaç gündür martı ve kargalardan şikayetçi. Bu kötü sesli pis kuşlar da amma çoğalmışmış. ”Şu kötü öten pis kuşlar yüzünden güzel ötüşlü kuşlar azaldı”diye kızıyor onlara. Es kaza rastlarsa birine, çanta , şemsiye elinde ne varsa vuruyor. O kadar çoğalmış arsızlaşmışlar ki yollarda banklarda rahatça dolaşıyorlarmış. Eskiden böylemiymiş, deniz martısından başka martı olmazmış İstanbul’ da, o da denizin yakınlarında olurmuş. Bu zamankiler çöp martısıymış, kara kara. Nerdeyse beyaz deniz martılarından çoklarmış. ”Bir de kör olası kargalar arttı, şuna bak çatılardaki antenler karga yuvası olmuş” deyip duruyor . Kargaların konuşlanacağı ağaçların yokluğundan, mesken tuttukları antenleri de söktürecek bu gidişle. Çoğalan çirkin kuşlar güzel kuşlara yer bırakmıyormuş. ”Pis leş kuşları” diyor. ”Çöp yersiniz ancak kötü kötü ses çıkarırsınız. Sizin yüzünüzden güzelim sakalar, serçeler gelmez oldu buralara”.
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
Hira Selma Kalkan kimdir? |
|
|
. . . . .
Etkilendiği Yazarlar:
...
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|