..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Ortamsal > Gökçe Dölek




17 Şubat 2004
Kırmızı Karın İmkansızlığı Gibi Değil Hayat  
Gökçe Dölek
Bu yazıyı okuyan herkes kendi için bir şey yapsın, tek başına.


:BIGD:
Bir kahve ve biraz çikolatalı kek kahvemin acısına inat. Sanırım akşamki şarabın etkisi hala geçmemiş ve akşamdan kalmışım sabaha.
İstanbul karlar altında hala. Bu gün daha bir kırmızı kaplamış karlar İstanbul’u, gün kendini daha özel hissetsin diye.
Sevgililer günü yalnızım ve mutlu muyum bilmiyorum.
Eğer mutluysam kesin yalan atıyorum.
Şarabı tek başına içip hayal etmek nereye kadar mutlu edebilir ki beni? 24 saat...
Fotoğraf makinem, kağıdım, kalemim, sigaram çıkıp yürümek istiyorum, kaymaktan korkmadan. Emirgan , Bebek, Ortaköy.
İstanbul’a kızarım birazda beni yalnız bıraktığı için:)
2 gündür evdeyim. Sıkıldım. Yaşayamadım İstanbul’un karını doya doya. Hep izlemekle yetindim bu güne kadar ve yazmakla.

Bilgisayarın başında parmaklarım donarcasına yazılar yazdım... Neye yarıyor onu da bilmiyorum.
Kendimi kandırıyorum ve başkaları da beni kandırıyor, dünyanın insanları kandırdığı gibi... ‘Çok güzel günler bekliyor seni’ diyorlar ‘hak et’ diyorlar ama söylediklerine onlar bile inanmıyorlar.
Bugünün diğer günlerden hiçbir farkı yok biliyorum. Dertte ediyor değilim aslında almadığım bir gülü, sabah gelecek olan günaydın mesajını ya da sıcak bir öpücüğü. Sanırım en çok üzüldüğüm ; böyle bir günde yapayalnız olmak, sevgilinin olmaması bir kenara, kız kıza yalnızlığa üzülmek bile olmadı mı? ya da kendi kendini kandırmak... ‘Ya kızlar boş verin ne gerek var üzülmeye özgürüz biz’ bile diyememek... ‘Önemli olan bir gün değil her gün sevgililer gününü kutlamak. ’ deyip, her gün bayram olmayacağını bildiğimiz gibi her günü sevgililer günü gibi kutlayamayacağımıza inanmamak.

Sadece bugünlüğüne de olsa bir şeylere aşık olmak için çıkıyorum İstanbul’a. İstanbul o kadar emin ki kendinden, ona aşık olacağım için. Giyinmiş yine kırmızıları. Olduğundan daha çekici gözüküyor.
Emirgan’ dan başlıyorum İstanbul’a aşık olmaya. Kulağımda Nicos çalıyor. O’ da görseydi İstanbul’un bu güzelliğini eminim bir tanede İstanbul için yapardı bestesini. Kemanını deniz için çalar, fülüdünü boğaz için üflerdi. Oysa şimdi ben hiçbir enstürüman çalamamama karşılık İstanbul’a bir senfoni veriyor gibiyim. Karşılıklı hayran oluyoruz İstanbul’la birbirimize. O benim yalnızlığıma vuruluyor ben onun kalabalıklığına.

Salaş ve lüks cafeler geçiyorum. Hangileri daha mutlu merak ediyorum. Aza çok sığdırabilenler mi yoksa çoka azı sığdıramayanlar mı? Bir tanesine girip İstanbul’u terk etmek istemiyorum, devam ediyorum kaldığım yerden Emirgana. Eşek donduran güneş denilecek türden bir güneş var gökyüzünde. Güneş sırf bulunmak için çıkmış bugün gökyüzüne, işini yapmak içi değil. Yanımdan güneşe aldanan, gözlerini merak ettiğim, güneş gözlüklü bir çocuk geçiyor. Arkama bakmak istiyorum o geçtikten sonra ama o da bakarsa diye çekiniyorum. Ters yollara doğru, ikimizde devam ediyoruz yolumuza.

Balta limanındayım şimdide. Aşık olduğum adamın sahillerinde. Evinin önünden geçiyorum, fotoğrafını çekmek istiyorum şuan içinde bulunmak istediğim evin, yapamıyorum. Çünkü; o şuan evde olsa bile, artık YOK biliyorum. Bir sigara yakıyorum ve ayağımın altındaki karda anılarımı eziyorum.

Yanımdan el ele, sarmaş dolaş sevgililer geçiyor. Ellerinde güller, hediyeler. İstanbul’da en çok onları kıskanıyor benim gibi, kendisinden başkalarına aşık olanları. Üşümeye başladığımı anlıyorum kıskandıklarımı görünce, kahve çekiyor canım şöyle en acısından. Sarhoşları görüyorum sonra bankta oturmuş. Şarabın sıcaklığından olsa gerek üşümüyorlar. Canım şarap çekiyor, yanlarına gidip şaraplarını paylaşmak bile istiyorum hatta. Bakmakla yetiniyorum. Onlar baktığımı fark etmese de yağan karı beyaz görüyorlar görebiliyorum, çünkü kırmızı şarap içiyorlar. Seviniyorum onlar adına kendi adıma üzülürken. Yanlarında durup küçük not defterimi çıkartıyorum, onları sığdırıyorum satırlara, yaşamları sığmazken kendi akıllarına. Devam ediyorum başka yaşamlar ekleyerek yoluma.

Müzik dinlemeyi bırakıyorum, İstanbul’u dinliyorum şimdi de. Martı çığlıklarını, vapur düdüklerini, rüzgarın uğultusunu. Orhan Veli misali İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı... Orhan Veliye hak veriyorum. Uzun süre duruyorum denizden esen rüzgara karşı.
Birden denizden tanımadık bir ses geliyor kulağıma müzik dinlemediğimden istifade eden;

- ‘Boğazım güzel, balığım güzel, Kız Kaleme karşı güzel kadeh kaldırmak, aşık olmak güzel sahillerimde, Ortaköyümde gözlememi yemek, Çengelköyümde Çınar altında çayımı içmek güzel, martılarıma ekmek fırlatırken, Beyoğlumda değişik kültürlerden müzikler dinleyerek yürümek güzel. Peki neremden nefret eder insanoğlu, neyime isyan eder bilemedim’ diyor bir ses ...

Kendinden emin geliyor sesi, vurgulamaları, tonlaması mükemmel. Bir şeylerden korkuyor gibi gelsede bazı tonları, farkında güzelliğinin. Ve ben İstanbulla ilk defa sohbet etmenin şaşkınlığında ona kızmak ve hak vermek arasında kalıyorum.
Daha cevabımı veremeden devam ediyor anlatmaya. O da dolmuş belli, düşünecek çok vakti olmuş kar zamanı, kıpırdayamamış yerinden, ve sevgililer gününü o da yalnız geçiriyor, tam gününü bulmuşum ona çatacak ve o da tam gününü bulmuş bana patlayacak.

- ‘Sevgilin için gelirsin bana o seni terk etse de, sen terk edemezsin beni. O da bana aşık olmandan korktuğundan terk eder seni zaten’ diyor, aklımı karıştırıyor.



İstanbul resmen bana kafa tutuyor. Zaman zaman gelip yine aynı sahilinden isyan ettiğim İstanbul’a karşı suskun kalıyorum. Suçlu oyken birden beni yapıyor bütün suçun sahibi ve diğer insanları. Beni siz bu hale getirdiniz der gibi bakıyor sonra, yüksek tepesindeki karların oluşturduğu kaşları çatık. Bana ders vermek ister gibi bir hali var yüzünün. Birden yok oluyor yüzü, sesi kesiliyor, İstanbul kaçıyor. O da aynı benim gibi hep cevaplarını bildiği soruları soruyor ve cevabını duymaktan korkunca kaçıyor. İstanbul’un o çatık kaşlı fotoğrafını çekememenin üzüntüsü ile Bebeğe doğru devam ediyorum yoluma.
Emirgan’da karşılaştığım, gözlerini merak ettiğim güneş gözlüklü çocuğu tekrar görüyorum Bebek sahilinde, gözlükler hala gözünde. Bu sefer arkamda yürüyor. Takip edildiğimi biliyorum ve bu hoşuma gidiyor. Arada hızlanıyor önüme geçiyor ben onu takip ediyorum, hoşuna gidiyor. Sonra kaybediyoruz birbirimizi, belki başka bir kışa diyorum, erteliyorum...
Bir sigara yakmaya çalışıyorum, ellerim soğuktan iyice üşümüş, çakmağımı yakmakta zorlanıyorum, o da bu soğukta yanmaktan hoşlanmıyor, beni zorluyor. İlk dumanı almakta zorlanıyorum, körüklüyorum ateşi, hızlı hızlı içime çekip veriyorum nefesimi, başım dönüyor. Bir banka oturuyorum, önümde Varan 6, Erguvan 1 ve Alesta tekneleri duruyor müşteri bekleyen. Müşteriymişim gibi gözümün içine bakıyor her biri. Oysa ben sadece bankta oturan bir satıcıyım, bir patron, bir müdürüm. Kendime kendimi satmaya çıkmışım İstanbul’a. Onlara müşteri olamam kendi satışlarımı yapıp kendimi kazanmadan. Balık sevmememe rağmen balık ekmek çekiyor canım şöyle en bir buçuk milyona satılan ucuzundan. Kalemimi kağıdımı çıkartıp yine ellerimin üşümesine aldırmadan yazıyorum canımın çektiklerini. Teknedeki garson tuhaf tuhaf bana bakıyor ve gelip geçenler. Kalkıyorum.
Yerler iyice buzlanmış ama kayıp düşmekten korkmuyorum. Düşsem bile en çok İstanbul güler halime biliyorum. Canımın acımasına karşılık ona çatmayacağımı bilir aramızda geçen sadece onun konuşmasından sonra. Düştüğümü düşünüyorum, sanırım bende gülerdim bu halime. Ve gülüyorum düşmeden.
Gülümsememi tanıdık bir yabancı yakalıyor. Tanıyorum onu. Renkli kutudan ve iş yerimden. Tesadüf eseri bana uzattığı kartını hatırlıyorum ve günün birinde diyerek kartvizitliğime koyduğum anı.
‘Merhaba nasılsınız’ diyorum içimden geldiği kadar içten.
Şaşırıyor, tanımaya çalışıyor ve belki konumu icabı aynı içtenlikle ‘merhaba’ diyor, çok şıkta bir gülümseme ekliyor yanına.
Kendimi tanıtıyorum, hatırlıyor. Seviniyorum. Benden daha güzel makinesi olduğu için kıskandığım arkadaşı ile de tanıştırıyor beni. Kısacık ana bir sürü paylaşımlar ekliyoruz sonra arka arkaya. İstanbul’dan bahsediyoruz, söyleyemiyorum onlara az önce istanbulla konuştum hepimize biraz kırgın diye. Isınıyorum birden. Fotoğraf çekiliyoruz beraber karla karışık İstanbul’a karşı. Kare kare görüntülüyoruz paylaşımlarımızı. Burunlarımız kızarmış ellerimiz üşümüş, sarılıyoruz. Birbirimizi yine kendimize emanet edip vedalaşıyoruz. Kıskandığım fotoğraf makinesi sahibi bağırıyor uzaklaştıktan sonra bana ‘İstanbul seni seviyor’... Bende bağırıyorum ‘ben de onu seviyorum’ ...
Sanki artık yalnız değilim gibi geliyor, ya da yalnızlığımda yanımda yürüyor artık, bana eşlik ediyor. Yüzümdeki gülümseme hala aynı şiddetini devam ettiriyor daha büyüyerek. Kar yağmaya başlıyor o an yine. Bir hediye gibi kabul ediyorum yağan karı. Mucize. O an hayatımı mucizeler, tesadüfler ve hediyeler üstüne kuruyorum. Bugünü kendime verdiğim en büyük hediye olarak kabul ediyorum.
Ortaköye devam edip ‘Ortaköy’ü bilirsin aynı kahvedeyim çok zamandır, herkes aynı her şey aynı bir tek sen yoksun’ tadında bir duygu yaşamak istiyorum aslında ama üşüdüğümü ve karın bastıracağını anlıyorum. Güneşte paydos etmiş zaten. Yine Emirganda ki çocuğu düşünüyorum, çıkarmış mıdır gözlüklerini, görebilir miyim gözlerini?
Geldiğim yolları, bu sefer daha çok düşünerek geri dönüyorum. Ağzımda eskiden kalma bir şarkı mırıldanıyorum ‘şimdi öyle uzak ki geldiğim yollar, yanlış bir öyküdeyim beni yeniden yaz’ kendimi yeniden yazmış bir şekilde, geldiğim uzak yollara yeniden yakınlaşıyorum.

Bebek,Balta limanı, Emirgan dönerken daha başka gözüküyor gözüme.

Bu gün isyan ederek çıktığım evden Tanrının ne kadar muhteşem şeyler yarattığını anlayarak, İstanbulu anlayarak dinleyerek, kendime şans vererek, yeni insanlar tanıyarak eve dönüyorum biraz kendime kızgın; bunu geç anladığım için.

Ve anlıyorum...
Bu kadar güzelliği, mucizeyi yaratan Tanrı için benim isteklerimi gerçekleştirmesi çok kolay. Ama kış mevsiminde yağan karın tadını çıkarmak gibi, yazın çıkan güneşin altında ısınmak gibi benimde baharımın bir zamanı var.

Ve Kar Beyaz yağıyor.
Hiçbir şey kırmızı kar kadar imkansız değil...

SEVGİLİLER GÜNÜM KUTLU OLSUN...



.Eleştiriler & Yorumlar

:: Senin bakışlarının farklı rengi...
Gönderen: Özgecan / Bodrum
22 Şubat 2004
Bir şarap kadehinin dibinde kahveyle ayılmayı bekleyen umutlar ve çikolatalı kekle tatlanmayı uman bir acı yumağı... Mutsuzluğu ve yalnızlığı itiraf etmek, onları yaşamaktan daha da zor. Ama ne güzel anlatmışsın aşkı, yalnızlığı, umudu, ümitsizliği, savaşmayı.. hayatı! Kırmızı karların bile anlatmıyor mu: Senin bakışların da farklı bir renk. Geç oldu biliyorum ama : SEVGİliler günün kutlu olsun.... Sevgi dolu yüreğin ve kaleminle kal...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
No Women No Cry
Sil Baştan
Melekler Durağı
Sakal

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Kırmızı Ruj [Şiir]
Hiçbir Şey [Şiir]
İnat, Hırs, Rest [Şiir]
Kanlar İçinde [Şiir]
Kırmızı Kar Beyaz Şarap [Şiir]
Kıskananç Yalnızlık [Şiir]
Eksik Kırk Yıl [Şiir]
Uymadım Hayatımın Yazım Kurallarına [Deneme]
Babası Öldü [Deneme]
Kalbimiz İdman Yapıyor [Deneme]


Gökçe Dölek kimdir?

Aşk mıydı? Hayır kesinlikle değil. Peki ya tutku olabilir mi? Bu soruları kendime sorduğumda tanıdım kendimi. Yazmaya ilk başladığım an anlamalıydım aslında bunun bir tutku olduğunu. Yazmanın tutkusu tanıştırdı beni benimle. Önce harfler tanıştı sonra kelimeler,cümleler kıskandı uzadıkça uzadı,şiirleri getirdi yanında arkadaş. Şimdi görüyorum harflerin,kelimelerin,cümlelerin kahramanları benlerim. . .

Etkilendiği Yazarlar:
İçimde kızgınlıkla karışık sigara içme isteği uyandıran eserler için çok teşekkürler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Gökçe Dölek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.