Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Özgür İlk ışık çakar Çakmaktaşı duvarda Vurur tığ perdelerden Uyandığın güne Parmaklarında inci balı, reçine Uzan sabaha bırakılmış testiye Denize açılan kapıdan Sen çık güneş girerken içeriye Ver kasıklarına yapışmış Gecenin ıslaklığını Katılsın sınırsız dünyanın Dölüne Her yanında çalkalanan bu su Güven Turan .......... Sayın Hocam, Soğuk Tüylü Martı adlı yapıtınız bizim üniversitenin kütüphane memurları arasında elden ele dolaşıyor. Genellikle buradaki kitapları fazla ağır bulduklarından, pembe-beyaz diziler gibi okunması daha kolay romanlara yöneldiklerini biliyorum onların. Dışarı çıkarılmayan kitaplar bölümünde çalısan Rezzan hanımla kitap muhabbetimiz olur sık sık: - Ne okuyorsun, Rezzan hanım, bayağı meraklı galiba, pek dalmıssın! Gibilerden bir iki laf ederiz kendisiyle. Sizin STM'yi onun vasıtasıyla tanıdım. Yanlış anlamayın, yapıtınızı "hafifler" kategorisine sokmak değil niyetim. Sanat tarihi asistanı olarak gösterdiğiniz baş kahramanınız Uğur'un öğrencileri azarladığı gibi azarlayın isterseniz beni: - Siz sanattan ne anlarsınız, buraya sırf diploma için geliyorsunuz... Anlamında "Defolun" dedirtiyorsunuz ya Uğur'a, eh ben de bir öğrenci olarak...(!) Yok hayır hayır, ben sanat açısından bakıyorum kitabınıza. "Ne kadar yüzeysel herşey" diyor asistan Uğur ya, ben de araştırmadan etmeden kendi deyimimle " öğrencilere bozuk çalan" popüler yazar yapmayacağım sizi: ama kolay okunan kitap peşindeki memurların kitabınızdaki erotik ve zaman zaman pornografik sahnelerin çekiciliğiyle mi büyülendiğini, yoksa Incil'den seçtiğiniz kişilerle özdeşleştirdiğiniz roman karakterlerinin taşıdığı simgesel anlamlarla mı edebi zevke vardığını henüz soruşturup araştıramadım... Sonuçta okuyorlar işte sizi, ha arka ve ön kapaktaki resimler hatırına, ha kadın kahramanlarınızın iç gıcıklayıcı güzellikleri uğruna...Bilmem, kaç kişi Serra, Selin ve Ekin üçlüsünün çıkardığı SSE sesinde günaha çağıran yılan tıslamasını işitmiştir! Uyuşturucu kurbanı sarışın, solgun yüzlü zayıf Selin'de Adem'in balçıktan mamul ilk karısı şeytansı Lillith'i: Hz. Isa'nin sevgilisi hem günahkar hem tövbekar hasta kadın Mari Magdalena'yı görebilmiş ve benim yaptığım gibi, internette bu adları araştırırken İngiliz şair Dante Gabriel Rosetti'nin Lillith adlı şiirini buluvermiştir: Of Adam's first wife, Lillith it is told The witch he loved before the gift of Eve .......... The rose and poppy are her flowers ........... And round his heart one strangling golden hair .......... ( Siz de kitabınızda Ispanyolca, Italyanca kullanıyorsunuz, ben de size nazire olsun diye İngilizce yazdım). Yani şiirde Lillith'in Adem'in Havva'dan önce sevdiği sarışın "golden" bir cadı "witch' olduğunu: çiçeklerden gül ve haşhaşı sevdiğini anlatmış Rosetti, "rose" ve "poppy' diyerek...Siz de Uğur'un yaşamına hem kara hem beyazlara bürünmüş bir ölüm gibi pencereden dalı dalıveren martılarla birbirlerinin yansımalı yüzleri olan iki kadını özdeşleştirmişsiniz, Selin ve Ekin ile... "Selin usulca ağzını Uğur'un ağzına dayıyor. Selin'in ağzı farklı. Yumuşak, ılık. Gözünü yumsa, Ekin'in ağzı ağzındaki. Yüzü Selin'in. Farklı. Daha fazla Ekin şimdi Selin. Tek farkı sarışınlığı. 'Ne tuhaf, Selin, Ekin'le ne garip bir benzeşmeniz var...' Ikisinden de çığlığa benzer bir ses çıkıyor. Karşı çıkma değil, korku sesi bu sanki. Bu benzerlik, anlaşılmaz..." (STM) Ne garip, ben martılarin bu kadar gizemli, bu kadar kadınsı kuşlar olduğunu bilmezdim. şairler, yazarlar kısaca sanatçılar sıradan insanın gözüne çarpmayanları bulup buluşturup aklımıza, duygularımıza yön verirler ya, siz de kadınlara ve ölüme benzettiğiniz martılarla, kedilerle günahına giriyorsunuz hayallerin, "Mea Culpa, Mea Culpa..." deyip deyip... "Ne sümbülteberlerin ne kavkıların var böyle yumuşak dokunuşu...'İki balık gibi kayıyor arasında uylukları...' İnce sırtı Selin'in...saydam derisi altında omurgası. Belirsiz, dokunulmaya gelmez, sarı tüylü kıllarla taçlanmış gizli koyak. Mea Culpa. Mea Culpa. Mea Culpa. Mea Culpa..." Günahım. Günahım. Günahım. Sayıklayıp sayıklayıp insanlığın günahları için ölen İsa'nın kimliğine büründürüyorsunuz Uğur'u. Sanki Tanrı Havva'dan bile hoşnut olmuş mu? Olmamış, onu bile cezalandırmış. Siz de soruyorsunuz, "Ya Lillith? Sordu mu Adem'e? Belki Adem Lillith'le mutluydu, mutlu olacaktı? Belki boyun eğdirmek istemiyordu!" Gelin görün ki, uyuşturucu düşkünü Lillith Selin'in tabancasıyla neredeyse simgesel hadım ediliyor biçare Uğur, bir bacağı kesilerek. İsa'nın son yemeğindeki gibi, son sevişmeden sonra vuruveriyor o deli Selin Uğur'u: sonra da hem günahkar hem tövbekar Mari Magdalena oluyor sanki, "tutku" olarak tanımladığınız Selin'iniz. Içinden çıkamadığınız bir girdaba çekiliyorsunuz, "Ekin'in sevgisi ile Selin'in tutkusu" arasında, Uğur'cuğu kurban ediyorsunuz... "...Beyazlık. Sol elinin içine aktarıp göğsüne doğru çekiyor martıyı, bir kediyi tutar gibi tutuyor. Sonra ağır ağır sırtını okşamaya başlıyor martının. Buz gibi tüyleri. ..Ağır bir hüzün, çevresini dolduran grilikten daha karanlık bir hüzün doluyor içine...Soğuğun ısırışı gibi. Duruyor. Elini gözlerinin hizasına kaldırıyor, avucunu çeviriyor: kan içinde avucu......Dönüp bakıyor martı yüzüne. Martının yüzü: Selin'in yüzü....Selin'in yüzü yerini Ekin'in yüzüne bırakıyor...Selin'in yüzü sonunda kalıyor martının yüzünde. "ölümün yüzü' diye geçiriyor içinden" (STM) Ölümlerden ölüm beğendiriyorsunuz insana. Sevgi eşittir Ekin dediniz; tutkuya Selin'i uygun gördünüz. Adem'in cinli karısı Lillith Selin'e karıştı; uslu, güçlü, masum karısı Havva Ekin'in içinden baktı size Meryem Meryem. Bir Adem bir İsa derken Uğur geldi insanlara, başladılar düşünmeye, Massacio'nun freski karşısında kara kara: "Kovulmuşlar...cennet uzakta...Adem yüzünü kapamış elleriyle. Havva göğüsleri ve cinsellik organını örtüyor. Adem'in cinsellik organı ise ortada. Adem'in neden yüzünü kapatıp, cinsellik organını örtmediğini nasıl yorumlamak gerekir." diyorsunuz ya.. Ben de diyorum ki, Adem deve kuşu gibi başını kuma gömüp gerçeklerden kaçtığını sanıyor; cinsellikten utanmak ve yükünü taşımak da Havva'cığa düşüyor... Mitos yayınlarından çıkan Soğuk Tüylü Martı'nın arka kapağından alınma yukarıda tırnak içindeki son sözler. Kütüphane memurlarının kitabınızı yutar gibi okuduklarını söylemiştim. Cinsellikle ilgili resimler ve sözler hemen her okuru baştan çıkarır, bu nedenle kapak tasarımı da kitabın içeriğine uygun, anlamlı bir şekilde düzenlenmiş. Bir de okurun kafasını karıştırmasanız sık sık: "Se la mia morte brami/ Crudel, lieto ne moro " Ekin değil ölüm, Selin. O zaman, sevgili de Ekin değil, Selin" (STM). Öbür "S", Serra kim pekiyi? Datca'da bir yaz aşkı: kışlık kentiniz İstanbul'da bir arkadaş, bir kardeş, Selin ile Ekin'e mektup taşıyan, ayakları kanatlı Hermes gibi bir ulak: ya da Uğur'un sakatlığında cinsel bir çekicilik bulan, ona evinde bakmak isteyen bir azize, bir mitik tanrıça? Neyse, seçim size kalmış: Uğur'a koltuk değneği olarak melek Ekin'i ve tövbekar Selin'i seçtiniz: onların hafif lezbiyen ilişkilerine çeşni yaptınız Uğur'u. Sarı, ölü gözü gibi bir ışığın aydınlattığı sınıfta kara perdeleri çektirip, diyalarını gösterirken harıl harıl not tutan öğrencilere de soğuk terler döktürdü, asistan Uğur Italyanca: " Mece grido piangendo/ Ma chi m'ascolta?Ah, lasso io rengo mena:/ Morro dunque tacendo". Yanlış bir sey söylemedi 'ölüm o' dediğinde. Yeniden Gesualdo. Yeniden viski. Yeniden Gesualdo...Ayık. Bir türlü sızamıyor...Garip bir aydınlık var dışarda. Aralıyor perdeyi: bitmiş gece. Ne günlerden? Dersi var mı?"(STM) Hiç sanmam dersiniz olsun. Güven Turan olarak bizim üniversitede şiir üzerine bir panelde konuşacaksınız, ben de merakla sizi dinlemeye geleceğim. - Hocam, şiirin özgün dilinden başka dillere çevrildiğinde anlamını yitirdiği görüşüne katılıyor musunuz? Acaba sorsam mı, utanıyorum herkesin içinde konuşmaktan. Topluluk önünde konuşurken gözleri hep yan tarafta bir yerlere kayıyor Güven Turan'ın da, bizim göremediğimiz birşeyler görmesin "SAKIN" aşağıdaki şiirinde: 'Kedi gözü değil bu Her dönemeçte Çitin aralığından Çakan Karanlığın gizlediği Düşüyor peşimize Başımızı bir yana çevirsek Öbür yandan gözetliyor Dönüp baktığımızda Gölgesinin lekesini görüyoruz Gölgelerin içinde" ......... - Hocam bir roman yazdım mitolojik efsanelerden esinlenip. Italya'da geçiyor. Sizin fikrinizi alabilir miyim acaba..... Ayten Suvak
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ayten Suvak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |