Hiçbir zaman karakterlerimin hüzünlü olduklarını düşünmedim. Tersine yaşam dolular. Trajediyi seçmediler, trajedi onları seçti. -Juliette Binoche |
|
||||||||||
|
“Bir tek anlayışa, akıma saplanmayan geniş beğenili kimseler; duygularına, çıkarlarına, kişisel eğilimlerine kapılmayan nesnel kimseler; yani iyi okurlarla, iyi eleştirmenler ve bu özellikleri taşıyabilen -az da olsa- eleştirmen nitelikli sanatçılar,” ‘şiirden anlayan kimseler’dir, gene Asım Bezirci’ya göre. Bir denemeci eleştirmen olarak ben, kendi fikirlerimi, daha önceden kabul görmüş eleştirmenlerin görüşleriyle destekleyerek, şair Reha Yünlüel’in yapıtlarını, daha çok bilimsel eleştiri ölçütlerini kullanarak, mısralardan kanıt göstererek, nesnel gerekçelerle değerlendirmeye çalışacağım. Yünlüel, “Şiir insandır” dercesine, “katedralden düşen kuş” adlı şiir kitabındaki ilk şiiri “sevişme günlüğü”nde itiraf ediyor yaşamını: sevişme günlüğüm ilk sahifesinde ‘işi olmayan giremez’ yazılı bir levha koyduğum her sayfasını doldurduktan sonra güneşte sarattığım hayatım! sana hiç söylemedim ama ben sevişmelerimin toplamıyım.... Acı, burukluk, yalnızlık, ıssızlık, göçebelik, özgürlük, çaresizlik, sahipsizlik, korku, sorgulama, içine kapanmışlık hallerini, başlıcaları siyah, beyaz ve kırmızı olmak üzere renk imgesiyle; ses, dağ, ada, şehir ve başta kuş olarak çeşitli hayvan imgeleriyle, “insanlık” durumunu gösteriyor, hissettiriyor size Yünlüel. İlhan Berk’in de “Poetika”da sözünü ettiği “yatay çizgi” olarak belirtilen anlamı yayma eylemiyle, “dikey çizgi”de yer alan anlam yoğunluğu eksenlerini kesiştirirken, şiirini tek bir anlama hapsetmeden, yoruma açık bırakıyor: yere bırakılmış kalplerin üstünde dansediyoruz yere bırakılmış unutulmuş kalplerin... derken “ses”de, hem kalpsiz, hem de şefkatli bir ses konuşuyor şiirde. Dilbaz bir anlatıdan çok, göstermeden yana olan, yalın bir şiir anlayışı, zaman zaman bir masal şairini çıkarıyor karşınıza “hal”de: ben bir evvel zaman kalbur saman şairi dört mısraya ruhsatlı bu şiirde kaçak anlatıyorum sana olan sevgimi kaçak yaşadığım gibi Söylenenden çok söylenmeyenler; yoğun biçimde söylenip, gerisi sessizliğe terkedilenler, şiirin asıl dünyasını oluşturuyor. Bir doğum, bir ölüm arası gibi kısacık bir yolculukta, aralıklarla gidip gelen “havaleli” hissini veren metronom ritminde: bu şiir gidip gidip gelen bir şiir, ismail gelip gelip giden! .......... ve ben ismail, yorgunum gelip de gidememekten gidip de gelememekten Bir fotoğraf makinesinde durdurulmaya çalışılan “zaman”, kaygıya dönüşüyor “miş’li geçen kar”da: zaman ismail, kapağı yanlışlıkla açılan bir fotoğraf makinesinde vakitsiz yakılan bir film gibi kokuyor şahit olan biliyor ismail. Zamanımız şiirinin göçebelik, yalnızlık, mekansızlık gibi en çarpıcı temalarını çağrıştıran dizelerde şair, “yorgun, bitkin, kendi kendine dargın” insanı resmediyor size. Tüm yorgunluğuna karşın, gülümsemeye çalışıyor “amorti”de: savrulmuş hayatıma bir amorti vursa bu, en büyük ikramiye bana! ......... yalnızlıklardan kaçıyorum güya yalnızlıklarıma birer davetiye gönderirken ......... yamalı bir kum torbasına dönmüşüm kendimi dövmekten geliyorum bir iş dönüşü saati yorgunum, bitkinim dargınım kendime! Ülkelerarası belli bir kültür ve din karmaşasında, ırkçılığın ayırımcılığıyla dışlanmış bir “zenci” oluyor şair. Sarhoştur. Kaybolmuştur. Kimliksizdir. Sahipsizdir. Yersiz, yurtsuzdur. Belki de “kitap’sız”dır bu kez, “katedralden düşen kuş”ta: hepsi ama hepsi kullanılmamış bir haritaya sargılıdır dört kitapta yazmasa bile adı, şairin dağcının el kitabında muhakkak yazılıdır İlhan Berk’in “inferno”daki tanımına göre: “Bir dağ, bir ağaç, bir ova, bir gökyüzü uzaklığını hep korur ve kımıldamaz yerinden. İşlevlerinin bakılmak olduğunun ayrımındadır”. Benzer şekilde şair de bu bakılma eyleminin nesnesidir okurun gözünde. Yünlüel de “dağ” ve “kuş” motiflerini edilginlik ve etkinliği simgelemek, bakma eyleminin hem nesnesi hem de öznesi olmayı hissettirmek için kullanıyor. İman edenler için bir kurtuluş örneği olan “Nuh’un Gemisi”, tanrı ve kulları arasında nesne-özne çekişmesini simgelediği gibi, kendisi dışındaki herşeyi “nesne” olarak tanımlayan insanın, örneğin “dağ”a nazaran güçsüzlüğünü, gene de doğaya ve tanrıya karşı gösterdiği duyarsızlığı simgeliyor “zenci kardeşim”de: ........ deniz çekildi dağ kaldı nuh ve cümle hayvanat bakakaldı bir renk indi gemiden çok ses oldu soru o dağ başında unutuldu çok bin sene sonra bir kendini bilmez soruyu buldu umuttu, damıttı, eritti bileyledi, eğirdi öksürdü, tıksırdı soru zenci kardeşim oldu Özne-nesne, etkinlik-edilginlik arasındaki eytişimsel ilişki, belirsiz, kapalı, koyu, “zenci” bir ilişki oluyor; belki tüm insanlar arasında ten rengi farkından dolayı ırkçı; belki de kadın-erkek arasındaki cins ayırımı yüzünden ırkçı. Şairin “G” harfiyle okuru yönlendirdiği bu ikinci ayırım da yoruma açık. “rüzGar” ve yolculuk temalarını, göçebeliği de işleyen Yünlüel, “G”yi neden cinsel göndermenin dışında da kullanmasın? renkten renge girdi nuh, sesten sese hun oldu, nush oldu köteksiz Ağrı’ya yollandı “G’ mi?” yolculuk ağrılı oldu içinden ve içten oldu din değiştirdi gün değiştirdi dinden güne, günden dine döndü durdu din’lendi Yalnızca Nuh’un gemisindekilerin kurtulması, ayırımcı olmayan, merhametli bir tanrıya yaraşır mı? Böyle hınzırca bir soruyla tanrının adaletini sorgulamak “bir kendini bilmez”in işi şaire göre. Kendisi de muzip dil oyunlarıyla inançları sorgularken, “bir kendini bilmez” oluyor; belki de din’siz ve bunları yaparken okurun kafasına kuşkular sokuyor: yağmur giderdi karasını derinin bu im’ine dost, bize düşman paratorluk değil! Bu dost tanrı imparatorluğunda mı? Belki de yaratıcı şairdir tanrı ama, eleştirmen, öznel izlenim ve duygularına kapılarak, nesnel ve bilimsel eleştirinin sınırlarını da fazla aşmamalı. “çapak” adlı şiirinde Yünlüel, insan ve tanrı ögelerini birleştiriyor “tanrılaşmış gözlerde”; insanın kendi içindeki tanrısal gücü en yoğun yaşadığı, bakma eyleminin gerçekleştiği yerde; aydınlık ve karanlık, soyut ve somut, ruh ve madde içiçe giriyor. tanrılaşmış gözlerle bakıyordu öylece çapaksız ve tanrılaşmış gözlerle bir yıldız aktı gökyüzünde gökyüzü simsiyahtı o bembeyaz minik gözlerini bir kenara bırakırsak bir dilek aktı gökyüzüme gökyüzüm bembeyazdı o simsiyah devasa gözlerimi bir kenara bırakırsak ........ Tanrılaşmış gözlerin ak ve karasında şair, metafizik, gerçeküstüne vardığı duygusuna kaptırıyor sizi. Bu konuda Andre Breton’a başvurursak: “Ruhumuzun öyle bir yeri vardır ki, bu yerden bakınca artık, yaşamla ölüm, geçmişle gelecek, gerçek ve tasarım, dile getirilen ve getirilemeyen, yukarı ve aşağı çelişik değildir, işte bu yer gerçeküstüdür”. Yünlüel gene de soyutun sihrine fazlaca kapılıp, somut gerçeklikten el etek çekmiyor, dünyadan ve bedenden soyutlamıyor kendini, “çapak”ta: ........ tanrılaşmış gözlerle bakıyordu öylece çapaksız ve tanrılaşmış gözlerle nedenlerle uğraşmayan tanrılaşmış gözlerle herşeyi bulabilirdiniz o tanrılaşmış gözlerde romeo ve juliette’i, o otobüs şoförünü, o otobüsü, necla teyze’yi, radyoda çalan istek “sıradaki” parçayı, kestiğiniz tırnakları, yirmilik dişinizi, dokuzyüzkırkbeşi, asker postallarını, postal askerleri, vs.’yi, vd.’ni bulabilirdiniz. ........ -keman sesinin tanrının sesi olduğunu biliyor muydunuz bana da bir kemancı söylemişti- Yaygın bir “ses” ve “renk” teması dikkat çekiyor Yünlüel şiirlerinde. “büyücünün yalnız valsi”nde erilliğini yeni keşfeden bir çocuğu ürküten ses: ....... at kestanesinden kafası çınar yaprağından pijaması; incecik bir dal ve bir yapraktı hayatının gün’ahhh(!)lardan örülü sin’eması “ey çocuk!” “güzel çocuk!” dedi , ses: Belki de dişi bir tanrı seslendi çocuk İsa’ya. Siz de “nedenlerle uğraşmayan tanrılaşmış gözlerle” incelerseniz şiirleri, bir zamanlar “famme fatale” büyücü sesinden ürken çocuğun, son şiirde “ululaşmış sesler”le nasıl büyüdüğünü, nasıl beden ve ruh bütünlüğüne ulaştığını farkedebilirsiniz “çapak”ta: beş asırlık ulu çınarların uğultusu kulaklarınız kaldırmayabilirdi böylesine ululaşmış sesleri ses denebilir miydi buna hem bir fısıltı, hem bir çığlık hem bir gözdağı, hem bir davet Ak ve karadan ibaret, grilere yer vermeyen dümdüz bir dünya görüşünü yansıtır belki şu dizeler “büyücünün yalnız valsi”nde: “renkler katışıksızdır”: “ben rengimin aksiyim” “sen, aksimin aşkı” Oysa acele karar vermemek gerektir, “kendini uyutan masal”la anlarsınız bunu. Şair de ayırdındadır renk karmaşasının, gökkuşağındaki, çeşitlilikteki kaosun: ....... mavinin uykulu teninde, tüm renkler masallarına köledir aslında: kim ayıklar ki gökkuşağının taşını? ...... Belki herşeye bir anlam yüklemek de yersizdir; ya da “çokanlamlılık” gökkuşağı gibi renk karmaşası oluşturur. Anlamı belirsiz, içine kapalı şiirlerin gizemine kayıtsızdır belki okur. İlhan Berk de “Poetika”da “Anlamla yola çıkılmaz” der: “Şiirde anlam diretici, tekelci, bağlayıcı olmadığı ölçüde anlamlıdır. Kapalılık, karanlıklık, özellikle de belirsizlik(ki bütün büyük şiirlerde derinlemesine görülen de budur; dahası adeta bir yazgıdır da bu) nasıl anlamsızlık değilse, bir şiirin bir çok anlama gelmesi de belirsizlik, karanlıklık, anlamsızlık değildir”. Yünlüel de anlamsızlığı bilmeceye ve oyuna dönüştüren masalsı dil kullanımına başvuruyor”eksimeyen”de: ...... bir harita hatıratından düşeriz kerevetlere gökten ahmakıslatan ‘beş+X elma’ şeklinde hatıra haritalarından dizeler dizeriz kerevetler döşeriz Konuşan şair mi, yoksa dil mi, karar veremiyorsunuz; vermeniz de gerekmez zaten. İlhan Berk’in dediği gibi , “Başlangıçta şairi, yazarı görür gibi oluruz, ama yazma eylemi derinleştikçe bir imgeden, bir imden öteye gitmez bu”. Yünlüel de imgeleriyle aktarıyor size “anlamsızlıkları”, “puhu kuşu’nun günlük kokusu”nda: ....... gülümsedi puhu kuşu aklından kalan yürek boşluklarına böylesine kolayca doldurduğu anlamsızlıkları Yünlüel şiirlerinde sık sık karşınıza çıkan “kuş” imgesi, saka, papağan, güvercin, puhu kuşu ya da “katedralden düşen kuş” olsun, hem kırılganlık, hem dayanıklılığı sezdirmede araç oluyor. Bir dağ ya da bir ağaç gibi yerinden kımıldamayan, uzaklığını hep koruyan bir nesne değildir kuş. Etkindir, kaçaktır, yolcudur; yere, zamana hapsolmamıştır. Bir bakıma, edilgin nesnellikten kurtarmıştır kendini. Bilinmeyi, çözülmeyi, görülmeyi pasif pasif beklemez. Özgürdür, bir yere bağlanıp kalmaz. Tuzağa yakalanmak, kafese konmak, vurulup gitmek de vardır ama, bir ağaç gibi dalına indirilen baltaya karşı koyamayacak çaresizlikte değildir. Hareketlidir. Bazen bir papağan gibi, uçmaktan çok, çenesine kuvvet olsa da, temsil ettiğ şiir imgelerin, yoğunluğun şiiridir. “Papağan şair”in bize “anlattığı” değil, “sezdirdiği”dir şiir; hem anlamda kapalılığı sürdüren, hem de yoruma açık kalan. “biz meyk kreyzi” diyor cennet papağanı, yılana rüyalar satene duruyor saten elmaya etkem ve etken! “unutmak bir uyku hali” diyor rüya, kabusuna etken ve etkem “hayır uyku hali bir unutmaktır asıl” diye sayıklıyor kabus “ağlara takılı bir kalbin ‘pes’ haline dair hikayat”ta. Belki iyi şiirler bilinçten çok bilinçsizliğin, “uyku hali”nin ürünleridir, unutmalardır, sayıklamalardır. Belki iyi şiirlerin özü “belki”lerdedir. Kesin olmayan sınırlar, ulaşılmayan sonlar, bitmeyen yolculuklar, konulmayan noktalardır şiir. Biçim ve içerikteki düzensiz gibi görünen düzen, anlamsız gibi görünen anlamdır belki şiir. Eleştirmen de önce bir okurdur; onun gözüyle şiirleri inceler; kendinden başka, okur adına da konuşur, değerlendirme yapar. Ben Reha Yünlüel’in şiirleri üzerine yaptığım bu çalışmada “ben”i de içine alan “siz” zamirini kullandım şekil olarak; oysa yaptığım deneme Nurullah Ataç’ın deyimiyle “ben’in ülkesi”: “....ben demekten çekinen, her görgüsüne, her göreyine ister istemez benliğinden bir parça kattığını kabul etmeyen kişi denemeciliğe özenmesin......Denemeci, Montaigne gibi, Hazlitt, Lamb gibi asıl denemeci, okurlarına açılabilen kişidir”. Yünlüel’in şiirlerini “iyi”, “kötü” gibi yargılarla sınıflandırmayı yersiz buluyorum. Bir denemeci şair, yazar, eleştirmen olarak ben, bu sanatların ustası olduğumu da iddia etmiyorum. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın dediği gibi belki de “Sanattan anlamayanlar için ideal meslek sanat eleştirmeciliğidir”; ama ben bu (anlamayanlar)ı parenteze alıyorum, şiirde kesin (anlam) aramanın geçersizliğinde olduğu gibi. Şair ve yazarlığı ve eleştirmenliği bu işlerde tescilli olanlarca henüz onaylanmamış olan ben, etkilendiğim edebi kişiliklerle entellektüel düzeyde soyut bir ilişkiye giriyor ve onların yapıtlarına kendi içlerinde karşılıklar yazarak, bir tür “yeniden yazma” tekniği uyguluyorum. Ortaya çıkan yeni ürün, biçim ve içerikçe ilk halinden pek fazla ayrı düşmese de, asıl ürünün yeni boyutlara taşınması, onun ilk yaratıcısını rahatsız edebilir diye düşünüyorum. Ancak, anlam ilkesine fazla takılmayan ve hermetik, çok boyutlu, ökumalara açık olan eserler bu yeni yapıyı kaldırabilir ve asıl yapıtta yapılan oynamalar, yer değiştirmeler, yamamalar, varsa anlamı, yeni düzlemlere taşıyabilir. Bu tutumu, asıl eser sahibinin emeğine asalakça bir sömürü gibi düşünmeyip, yeni yaratılara yönelik ortak bir çaba olarak gören Reha Yünlüel’in şiirleriyle yeni şiirler derledim. Bunu yaparken amacım, kendi yarattığımla onunkinin önüne geçmek değil; şair kimliğimden önce okur kimliğimle onun şiirini desteklemek, yorumlamak ve onlara başka görüş açıları katmak oldu. Buna ister usta-çırak ilişkisi, ister şairler arası işbirliği deyin, sonuçta ortaya çıkan ortak bir ileti, bütün ve parçaları arasında eytişimsel, dinamik bir ilişki olacaktır. Yeni şiirin altında yer alan imzaların çokluğunun, parçaların kimlere ait olduğu uygun şekilde gösterildiği sürece sorun yaratmaması beklenir. Gene de bu gibi yeni durumlarda, okurun kafası karışabilir; “karmançorman” olmayan derlitoplu, tek imzalı şiirler isteyebilir. Ne var ki şair için, bence, önce yarattığı şiir, sonra okurun beğenisi gelir. “Mutluluğun Reha’sı” böylesine kotarılmış ortak bir çalışmaya örnek: -mutluluğu anlat deseler sana “m” harfini bulamazsın bile sözlükte, bulsan, o kelime unutulmuştur kesin- “U”yu denerim ben de Utku Pek çok emek pahasına Ersen mutlu sonuca Yetmez mi -ülkende gelincikler hep boynu büküktür belki de söğütler ağlayan cinsindendir hep- Ülkemde papatyalar Sıradandır her yerde Krizantemler adaydır seçkinliğe Aynı soydan kocaman gözleriyle -sessizliğin kırıyor sessizliğimi mariaaaa anlat bana derdini- sanatın akord ediyor (t)utkumu Marianoooo Seslen bana mutluluğu Napoliten gitarda Kurtuluş eşittir sözlükte Reha adına Mutlu utkulu kurtar burada -şayirinden(,)mutsuz şiir’i- Hani -“şayir efendi” der, güneş; “abartmayınız reca ederim” “şu kafiye işini”- Ayten Suvak -Reha Yünlüel/(mutluluk), (şayirinden(,)mutsuz şiir)/katedralden düşen kuş’tan .......... “Yünlüel-Suvak Paslaşmaları” olarak adlandırdığım diğer iki örnek de, bu “kolaj” tarzının daha sade görünümleri: cevap kağıdı/ry ölüm üzerine sorular sorulmuştu simsiyah bir elbisede cevapladım onları siyah-beyaz cevap kağıdıma rengarenk kelebekler kondular birdenbire ve ben sınıfta kaldım....... ........ Yanıtlar/AS Cinayet üzerine Sorular Hazırlanmıştı Mosmor Bir hücrede Yanıtladım Onları Mavi-kırmızı Yanıt sayfama Binlerce çekirdek Doldu Birdenbire Ve ben Hesabını veremedim Bedenime Sefil intiharımın ............ çırak/ry hepimiz çırak yamanmışız bu hayata: yamadıkça deliklerimizi açılır delik...... .... Usta/AS Kimimiz Usta Adaymışız Şu Yaşama: Adadıkça Kendimizi Adaylıktan Seçiliriz...... ....... Yünlüel şiirlerinin eleştirel bir değerlendirmesiyle başladığım denememi, Yünlüel şiirlerine uyguladığım “yeniden yazma”, “yamama”, ya da “kolaj” teknikleriyle sürdürdüm. Denemeci bir ruhla giriştiğim bu uğraşların eleştirel değerlendirmelerini diğer şair, yazar, eleştirmen ve okurlara bırakıyorum. Ayten Suvak Kaynaklar: İlhan berk, Poetika, Yapı Kredi Yayınları, 1997 Asım Bezirci, Bilimden Yana Sosyalizme Doğru, Cem Yayınevi Kültür Dizisi, 1976 Reha Yünlüel, Katedralden Düşen Kuş, Virtüel Yayınları, 2000
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ayten Suvak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |